30-31 Ekim 2021’de Roma’da gerçekleştirilen G20 Liderler Zirvesi’nde Başkan Erdoğan ABD’li mevkidaşı Biden ile görüşecek. Bu, Biden’ın Beyaz Saray’a gelmesinden sonra Erdoğan ile yaptığı ikinci görüşme olacak. SETA uzmanları, ikili görüşmede gündeme gelebilecek olası konuları ve bunların iki devlet arasındaki ilişkilere etkilerini tartışıyor.
Hazırlayan Gloria Shkurti Özdemir
Uzmanlar Kadir Üstün Murat Yeşiltaş Muhittin Ataman Ferhat Pirinççi Murat Aslan Gloria Shkurti Özdemir
Kadir Üstün Washington D.C. Koordinatörü
Erdoğan-Biden görüşmesi, F-16 anlaşması ve Kongre’nin muhalefeti: Nasıl sonuçlanır?
Roma’daki G20 Liderler Zirvesi’nde Başkan Recep Tayyip Erdoğan ile ABD’li mevkidaşı Joe Biden arasında yapılacak toplantı kritik bir zamanda gerçekleşiyor. Kısa bir süre önce, Türkiye ABD’den büyük bir silah alımı için talepte bulundu ve geçtiğimiz hafta iki ülke arasında diplomatik bir anlaşmazlık yaşandı. Türkiye’nin kırk adet F-16 uçağı ve seksen adet modernizasyon kiti satın alma talebi, Türk-Amerikan savunma ortaklığını doğru yola sokma potansiyeline sahip. Biden yönetimi, olası Kongre muhalefetine rağmen bu satışı gerçekleştirirse ABD, Türk askeri kapasitesini bir NATO müttefiki olarak sürdürme taahhüdü konusunda Türkiye’ye güvence verebilir. Muhtemelen bu konu, toplantının en önemli gündem maddelerinden biri olacaktır.
ABD ve Türkiye, Türkiye’nin S-400 Rus hava savunma sistemleri tedariki konusunda büyük anlaşmazlıklar yaşadı. Trump yönetimi zamanında da sınırlı ve hedefli de olsa Türkiye’nin Savunma Sanayii Başkanlığı’na yaptırımlar uyguladı. Ayrıca, Türkiye artık F-35 programının bir parçası da değil ve bu durum da mevcut F-16 savaş uçağı filosunun kapasitesini ve caydırıcılığını sürdürmesi gerektiği anlamına geliyor. Bu durum, NATO için de çok önemli. Silah alım anlaşması, Türkiye karşıtı lobi gruplarının oldukça etkili olabildiği Kongre’de hareketliliğe yol açmış durumda. Bununla birlikte, ABD savunma endüstrisinin çıkarına olan bu tür büyük silah alımları söz konusu olduğunda, yönetim gerekli gördüğü takdirde Kongre üyelerini müzakereler yoluyla ikna etmek için ağırlığına ortaya koyabilir. Türk-Amerikan ilişkileri (en son büyükelçiler krizinde olduğu gibi) ara sıra yaşanan krizlerle sık sık karşı karşıya kaldığından bu anlaşma gerçekleşmeyebilir de. Buna rağmen her iki ülkenin de ulusal güvenlik çıkarları için, daha istikrarlı ve sağlam bir ikili ortaklık gerektiren çok fazla bölgesel ve küresel sorun mevcut.
Murat Yeşiltaş Dış Politika Araştırmaları Direktörü
Afganistan konusu Türkiye ve ABD arasında yakınlaştırıcı bir role sahip gibi görünüyor. Bu çerçevede Erdoğan-Biden görüşmesinden nasıl bir sonuç çıkabilir?
Afganistan meselesi Türkiye ile ABD arasında ortak olan bir konu, en azından büyük bir ayrılık yok. Ancak, Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesiyle birlikte Afganistan’ı tamamen kontrolü altında almasından önce, Afganistan dosyası Türk-Amerikan ilişkilerinde pozitif bir ajanda olarak öne çıkıyordu. Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesiyle birlikte, Afganistan meselesi Türk-Amerikan ilişkilerinin doğrudan konusu olmaktan çıktı.
Türkiye, Afganistan konusunda kendi politikasını daha fazla ön plana koymayı ve Taliban yönetimiyle yeni bir zemin oluşturma noktasında bir siyaset oluşturmayı tercih etti. Bu illaki Türkiye’nin tutum olarak ABD ile ayrıştığı anlamına gelmiyor ancak Afganistan konusundaki dinamiklerin değişmesi nedeniyle, Türkiye Afganistan’a daha farklı bir noktadan bakmaya başladı. Dolayısıyla Erdoğan-Biden görüşmesinde bu konu, temel bir başlık olmakla birlikte, doğrudan Türk-Amerikan ilişkilerini olumlu veya olumsuz etkileyecek bir dinamik değildir. İkili görüşmede Afganistan’dan daha farklı olarak, Türkiye ile ABD’nin ayrıştığı konuların görüşülmesi ve bu konular üzerinde bir uzlaşma sağlanması daha muhtemel. Bunların başında elbette Suriye meselesi geliyor. Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyindeki terörden dolayı YPG’ye bir operasyon düzenleme ihtimali söz konusu. Özellikle iki lider arasındaki görüşmenin en öncelikli başlıklarından birisi bu olacaktır.
Türkiye’nin Afganistan’daki pozisyonu, Taliban yönetiminin geçiş dönemini istikrarlı bir şekilde nihayete erdirip kapsayıcı bir hükümet kurması şeklinde bu süreci destekliyor. Türkiye’nin Afganistan içinde, bu sürecin desteklenmesi konusu dışında önemli bir rol oynaması beklenebilir. Türkiye’nin, sadece hava limanının işletilmesi anlamında değil (genel olarak Türkiye’nin Afganistan’daki son yirmi yılki tecrübesinden hareketle) ülkedeki siyasi geçiş sürecine, ekonomik olarak projelerin desteklenmesine ve Afganistan’daki bütün farklı grupların ülke siyasetine dahil edilmesinde katkısı olabilir. Özellikle Türkiye’nin Katar ve Pakistan gibi aktörlerle Afganistan politikasında bir koordinasyon ortaya koymaya çalışması da ABD tarafından desteklenebilir ve olumlu karşılanabilir. Türkiye’nin Afganistan’da bundan sonra uluslararası topluma paralel bir şekilde oynayacağı her türlü rol, ABD tarafından olumlu karşılanır. Bu durum da mutlaka Türk-Amerikan ilişkilerinde pozitif bir ajandanın oluşmasına katkı sağlayacaktır.
Muhittin Ataman Insight Turkey Editörü
Sizce toplantıda İran (bir ölçüde de Azerbaycan) masaya yatırılacak mı? Bu konuda nasıl bir sonuç çıkabilir?
Ortadoğu’daki gelişmeleri İran olmadan tartışmak mümkün olmadığından, iki liderin görüşmesinde İran konusunun önemli bir yer alacağını düşünüyorum. Biden yönetiminin İran konusunda olumlu adımlar atması beklenirken, son seçimlerden sonra İran’da muhafazakar bir yönetimin iktidara gelmesi beklentileri düşürdü. Yemen, Suriye, Irak ve Lübnan gibi pek çok bölgesel krize doğrudan müdahil olan İran’ın izlediği siyaset hem ABD’nin bölgesel siyasetini hem de İsrail ve Körfez devletleri gibi ABD’nin müttefiklerini etkilemektedir. Aynı minvalde, İran’ın bölgesel dış politikası, bölgedeki en önemli rakiplerinden biri olan Türkiye’yi de etkilemektedir. Ancak, İran konusunda iki ülkenin bakış açıları genel manada ayrışmaktadır. Mesela, nükleer müzakerelere yeniden başlamayı planlayan ABD açısından İran ile ilgili en önemli konu, nükleer enerji üretim sürecindeki gelişmelerdir. Ancak Türkiye açısından İran’ın bölgede (özellikle Suriye ve Irak’ta) izlediği genişlemeci ve müdahaleci politikası daha büyük bir sorundur. Benzer şekilde, ABD İran’ı daha çok ekonomik yaptırımlar üzerinden cezalandırmaya çalışırken Türkiye bunun, İran’ın yanında diğer bölge ülkelerini de olumsuz etkilediğini düşünerek karşı çıkmaktadır.
Son dönemde Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin Kafkasya bölgesindeki güç dengelerini ciddi şekilde etkilemesi nedeniyle Azerbaycan’ın son dönemde izlediği siyaset de ele alınabilir. Aslında bu konu, İranlı yetkililerin son dönemde Azerbaycan’a yönelik tehditkar bir üslup kullanmaları üzerine İran bağlamında ayrıca görüşülebilecek bir konudur. Ortadoğu bölgesinde daha çok karşı karşıya gelen Türkiye ile ABD Kafkasya, Karadeniz ve Orta Asya gibi diğer bölgelerde daha yakın bir perspektife sahiptir. Bu bölgeler üzerinden iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmek mümkündür.
Ferhat Pirinççi Araştırmacı
ABD’nin YPG’ye olan desteği ve Suriye krizindeki tutumu Türkiye ile ayrıştığı konuların başında geliyor. Sizce ikili görüşmede bu konu gündeme gelecek mi? Tarafların konu ile ilgili duruşlarında herhangi bir değişim olacağını düşünüyor musunuz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Biden arasında Roma’da gerçekleşecek görüşme ikili ilişkilerdeki güvensizliği ortadan kaldırmak ve ilişkilere yeni bir formatta devam etmek için bir fırsat. İkili ilişkilerdeki güvensizliğin en önemli kaynaklarından birisi şüphesiz Suriye konusu. ABD, Obama döneminde oluşturulan Suriye stratejisinde YPG/PKK merkezli politika uygulamaya devam ediyor. Türkiye ise her ne kadar gerçekleştirdiği operasyonlarla YPG/PKK’nın sınır hattındaki etkisini sınırlandırsa da örgütün Suriye’deki güvenli bölgelere ve Türk topraklarına saldırıları ve tehdidi devam ediyor. Ayrıca 2020’de dondurulan ancak her an aktifleşme ihtimali bulunan İdlib krizi de hem güvenlik hem insani nedenlerle iki ülkenin odak noktası.
Bu nedenle Suriye konusu Erdoğan-Biden görüşmesinde ele alınacak önemli dosyalardan birisi. Türkiye’nin Suriye konusunda ABD’den temel beklentisi Suriye politikasında köklü bir değişimdir. Bu beklentinin kısa vadedeki aşamaları ise dört noktada özetlenebilir:
İlk olarak Ankara, İdlib konusundaki politikasında Washington’dan açık destek beklemektedir. Bu destek ile ABD bir yandan insani bir sorumluluğunu yerine getirecek, bir yandan müttefiki Türkiye’nin güvenliğine katkı sağlayacak, bir yandan da Rusya’nın bölgede dengelenmesini sağlamış olacaktır. İkinci olarak Türkiye Fırat’ın doğusundaki YPG/PKK unsurlarına yönelik olası harekatları için ABD’nin en azından yüksek bir itirazda bulunmamasını bekliyor. Bu noktada son dönem terör saldırılarına kaynaklık eden Tel Rıfat ve Menbiç bölgelerinde Amerikan askeri varlığı bulunmadığından bölgeye yönelik olası bir operasyona itiraz edilmemesi mümkündür. Nitekim Zeytin Dalı Harekatı sırasındaki ABD’nin tutumu buna örnek teşkil etmektedir. Üçüncü olarak Fırat’ın batısındaki YPG/PKK unsurlarına karşı gerçekleştirilecek hamlelerin ikili ilişkilerde önemli bir sorun haline dönüşmemesi önemlidir. Türkiye’nin yarım kalan Barış Pınarı Harekatı ve sonrasında uzlaşılan mutabakat düşünüldüğünde, ABD’nin ya bu mutabakatı tam anlamıyla uygulaması ya da Türkiye’nin hamlelerine yüksek bir itiraz göstermemesi beklenmektedir. Dördüncü olarak da ABD’nin Suriye krizinin genelinde Türkiye ile daha uyumlu hareket etmesi ve sorunun çözümü konusunda kapsamlı, gerçekçi ve uygulanabilir bir planı desteklemesi beklentisi bulunmaktadır.
ABD’nin Türkiye’nin beklentilerine karşılık vermemesi, Türkiye’nin Suriye’deki girişimlerini geciktirici ve maliyetini artırıcı bir etkiye sahip olacak ve ikili ilişkilerdeki güvensizliğin devam etmesine neden olacaktır.
Murat Aslan Araştırmacı
Erdoğan-Biden görüşmesinde “Rusya detayı” nasıl ortaya çıkacak?
Erdoğan-Biden görüşmesinde asli meselelerden birisi Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri olacak. ABD ve AB cenahı, Rusya’yı işaret ederek sıklıkla Türkiye’nin ekseninin kaydığına vurgu yapıyor. Öte yandan uluslararası politik yapının değişmiş ve çok kutuplulukla izah edilen yeni deseni ile uyuşmayan bu algının kendi içinde çelişkileri var. Türkiye ve Rusya, hem sahada askeri “yüzleşmeyi” hem de masada diplomatik görüşmeyi paylaşarak yeni uluslararası siyasi yönelimi ortaya koyuyorlar. Diğer bir ifadeyle Rusya, Türkiye açısından kalıcı bir rakip ancak geçici bir ortak. Öte yandan Türk-Rus ilişkilerini anlamak için Rusya’nın mevcut durumunun açıklanabilmesi ve Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında anlamlandırılabilmesi gerekmekte.
Kırım’ın ilhak edilmesi ve Suriye’de Esed rejimine verdiği destek sonrası ABD’nin ve Avrupa’nın yaptırımlarına maruz kalan Rusya, Çarlık rejimi ve Sovyetler Birliği’nin ihtişamlı günlerine Putin liderliğinde erişmek istemekte. Bu doğrultuda izlediği “büyük strateji”nin anlaşılması gerekmekte. Rusya’nın 2014’ten itibaren “akılcı” bir yöntemle başlattığı “yayılmacı” strateji devam ediyor. Bu çerçevede Kırım’ın ilhakı ve Gürcistan’ın otonom bölgelerinin tek taraflı bağlılık ilanlarıyla Rusya, Karadeniz ve Kafkaslarda varlığını perçinledi. Dağlık Karabağ’da ve Suriye’de “arabuluculuk” ve “pasif militarizm” yollarıyla askeri varlığını siyasi inisiyatife dönüştürdü. Libya’da “inkar edilebilirlikle” açıkladığı ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin fonladığı özel askeri şirketle Afrika’ya sarktı ve Sahra altı ülkelerle yapmış olduğu anlaşmalarla da NATO ve AB’yi çevreleme politikasını hayata geçirmekte. Böylece coğrafi yayılmacılığı bir yandan maliyet-etkin bir yöntemle başarırken, diğer yandan ekonomik bağlamda yeni tip “korumacı kolonyalizm”e doğru ilerlemekte. Dolayısıyla Rusya enerji krizi ve bölgesel çatışmaları hanesine siyasi üstünlük olarak yazdırmayı başardı.
Avrupa cenahındaysa; Rusya, enerji krizinin patlak vermesi ve tedarik zincirlerindeki dalgalanmalarla birlikte iş birliği yapılması zorunlu bir “rakip” olarak belirdi. ABD ve AB’nin, tehdit veya düşman nitelemesinden ziyade “rakip” yakıştırmasına layık görülen Rusya, aynı anda hem iş birliği hem de düşük profilli “Soğuk Barış” yapılan bir aktör haline geldi. Öte yandan Putin sonrası dönemde aynı kıvrak stratejiyi devam ettirebilmesi meçhul. Putin’in liderlik becerisi Rusya’nın duraklama döneminin yumuşak atlatılmasını sağlasa da sonraki liderliğin ülkeyi gerileme dönemine götürmesi mümkün görünüyor. Nitekim mevcut “büyük strateji”nin maya tutabilmesi Rus devlet sisteminden ziyade liderlerin becerisine tabi. Geniş coğrafyasının hassasiyetleri dikkate alındığında Rusya “rantiyer” ve “gelişmekte olan” ülke statüsünde. Rusya’nın gerileme dönemine geçmemek adına gösterdiği inkar edilebilir agresif çabanın riskleri olduğu da unutulmamalı.
Bu noktada ABD’nin Rusya algısı yönetilebilir rekabet üzerine kurgulanmışsa, dönüşmüş uluslararası politik yapı istikametinde Türkiye’nin niyet ve maksadını anlamış olması gerekir. Bölgenin bir gerçekliği haline gelen Rusya’nın yayılmacı stratejisini bir yandan yönetmek diğer yandan kontrol edilebilir seviyede tutmak bir beceri gerektirmektedir. Böyle bir resimde ABD’nin Rusya odaklı siyasetinde Türkiye’nin değerli girdileri olabilir. Öte yandan Türkiye için Rusya’ya karşı manivela niteliğinde ABD desteğini kazanmış olmak önemli bir üstünlük sağlayabilir. Ancak ABD’nin PKK/YPG üzerinden Suriye siyaseti izlemesi, Türkiye’yi karşıt haline getiren politikaları ve ön yargılarıyla basitleştirilmiş girişimleri Türk-Rus ilişkilerinde ABD aleyhine bir tabloya neden olmakta. Duraklama ve gerileme arasında dolanan Rusya’nın marjinalleştirilebilmesi ABD’nin “Rus resmini” anlayabilmesine ve Türkiye ile artık sorunlarını aşmak istemesine bağlı. Nitekim Rusya’nın mevcut coğrafyasından çekilmeye başlaması Türk-Amerikan ilişkileriyle ters orantılı ki Rusya da bu gerçeğin farkında. Bu nedenle Türkiye üzerinden NATO çatlağı yaratmak istiyor. O halde Erdoğan-Biden görüşmesi aslında “Rusya ne olacak?” sorusuna cevap veren bir düzlemde gelişecek gibi görünüyor.
Gloria Shkurti Özdemir Araştırmacı
İklim değişikliği, G20 ve COP26 zirvelerinin ana teması olacak. Erdoğan-Biden görüşmesinde bu konunun nasıl ele alınması öngörülüyor?
Türkiye-ABD ilişkilerine S-400, YPG ve FETÖ gibi konuların hakim olduğu gerilimlerin gelgitleri damgasını vurmuş durumda. Ancak, enerji ve iklim değişikliği politikaları gibi alanlarda iki devletin de çıkarları örtüşmektedir. Her iki zirvenin de genel çerçevesi dikkate alındığında, iki liderin de toplantı sırasında bu konulara odaklanması muhtemeldir.
Joe Biden, iklim değişikliğini kendi başkanlık dönemi için kilit bir öncelik haline getirdi. Bazı adımlarla birlikte, Donald Trump zamanında imzalanan ABD’nin 2015 Paris Anlaşması’ndan çekilmesini tersine çevirdi ve ABD’nin 2030’a kadar sera gazı emisyonlarını en az yüzde 50 azaltacağını duyurdu. Aslında bu hamle, Biden yönetiminin ABD’nin dünyada liderliğini yeniden tesis etmeye yönelik politikalardan biri. İçeride tam olarak desteklenmese de Biden taahhüdünü yineleyerek, ABD’nin son zamanlarda kaybettiği güvenilirliğini yeniden inşa etmeye çalışacaktır.
Öte yandan Türkiye, Paris Anlaşması’nı yeni onayladı ve 2053’e kadar net sıfır emisyona ulaşmayı planladığını açıkladı. Aynı zamanda, hükümetinin etkin politikaları sayesinde Türkiye, yenilenebilir enerji kullanımında bölgesinde lider ülke konumuna ulaştı. Söz konusu politika gündemleri uyum içinde olduğu sürece, Erdoğan-Biden görüşmesinin gündeminde sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ticareti ve yenilenebilir enerji yatırımları da yer alabilir. Olası ihtilaflı konuları bir kenara bırakarak iş birliği fırsatlarına odaklanmak, iki devlet arasında güçlü ortaklıklar için uygun zemin sağlayacaktır.