Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın siyasi tarihinde kültür-sanat alanının önemli bir mücadele sahası olduğu bilinmekte ve Türkiye’de iktidar olmanın sadece siyasi iradeyi elinde bulundurma ve onun araçlarıyla sınırlı olmadığı kabul edilmektedir. Bu nedenle kültür-sanat alanında hakim olma ve toplumsal alanda hegemonya tesis etme kaçınılmaz bir vizyon olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim Türkiye’de yürütme gücüne sahip toplumsal kesimlerin kültürel alanda da etkin oldukları ya da olmaya çalıştıkları bilinen bir gerçekliktir. 2002’de iktidara gelen ve bu süre içerisindeki genel ve yerel seçimlerinde büyük başarılara imza atarak Türkiye siyasi tarihinde hakim parti (dominant party) konumuna gelen AK Parti yöneticilerinin bu alanda yeterince başarılı olmadıkları yönündeki beyanları da hesaba katıldığında, üzerinde hassasiyetle durulan bir konu olan kültür-sanat meselesi, söz konusu alanın süreç içerisinde nasıl inşa edildiği ve ne derece önemli olduğunu da gösterir niteliktedir. Siyasi iktidarı elinde tutmanın bütünüyle muktedir olmak anlamına gelmediği düşünüldüğünde söz konusu alanın iktidarın tesis edilmesinde ne denli önemli bir bileşen olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Kültürel sermaye
Sosyal teoride kültürle ilgili çalışmalara bakıldığında sermayenin sadece ekonomiyle sınırlı olmadığı, kültürel ve sosyal sermaye türlerinin toplumsal hayatta önemli etkenleri oluşturduğu ayrıntılı biçimde ortaya konulmuştur. Söz konusu çalışmalara göre sermayeler arasında bir geçişkenliğin var olduğu ve ekonomik sermayeye sahip olanların muhtelif sermaye türlerine erişiminin diğerlerine göre daha fazla mümkün olduğu dile getirilmektedir. Kültürel alandaki birikim, zevk ve kullanımların sınıfsal temelleri bulunduğu ve kültürel pratiklerin bireylerin dahil oldukları sınıfsal yapıyla doğrudan ilişkili olduğu gerçeğinden hareketle bakıldığında, ekonominin başta kültürel sermaye olmak üzere farklı sermaye türlerine sahip olma konusunda etkili olduğu görülecektir. Bu nedenle kültür alanındaki içerik üretimleri, katılımlar ve tercihler bu açıdan salt kültürle ilişkili bir husus olmaktan daha fazlasıdır. Türkiye’nin farklı il ve ilçelerindeki kültür-sanat alanının nasıl yapılandırıldığı, program türleri ve içerik üretiminin ne ölçüde farklılaştığı ve ideolojilerin büyük ölçüde etkide bulunduğu kültürel içerik üretiminin ne denli önemli olduğu bu perspektiften bakıldığında daha anlaşılır hale gelmektedir. Kültür-sanat alanında daha işlevsel bir yönetim modelinin bireysel ve kurumsal aktörlerin dışında devletin desteğiyle de doğrudan ilişkili olduğu, gelişmiş ülkelerin bu alandaki etkinlikleri ve genel bütçe içerisinde kültür-sanat alanına ayırdıkları paylar dikkate alındığında yerel yönetimlerin bu alandaki önemi açık bir biçimde görülecektir.
Vizyon ve strateji eksikliği
Kültür-sanat gibi önemli bir alanda günlük amaçların ötesinde uzun vadeli hedeflerin belirlenmesinin planlama açısından stratejik önemi haiz olduğu bilinmektedir. Etkili bir planlama, kaynakların doğru tespit edilmesi, haritalandırmanın yapılması, kaynaklar ve beklentiler arasında uyumun tesis edilmesi ve genel ile yerel arasında bir koordinasyon sağlanması gibi noktaları içermektedir. Bu açıdan bakıldığında belediyelerin bağlı bulundukları siyasi partilerin süreç içerisinde değişmesi uzun vadeli stratejik hedeflerin gerçekleştirilmesi ve etkin bir kültürel planlanmanın yapılmasını zorlaştırmaktadır. Bu yönüyle yerel yönetimlerde iktidarı ele geçiren parti ve adayının görev süreleri ile sınırlı olan kültürel planlamaların varlığı sağlıklı bir kültür-sanat gündeminin tesis edilmesini olumsuz etkileyen en önemli faktörlerden birisidir.
Yerel yönetimlerin kültür-sanat alanına yaptıkları yatırım ve bu alandaki faaliyetleri son zamanlarda önemli bir ivme kazanmıştır. Nicelik itibarıyla fazla sayıda etkinlik ve programa imza atan belediyelerin niteliksel açıdan ne kadar yetkin oldukları önemli bir soru işaretidir. Özellikle kültür-sanat alanındaki içerik üretimi ve düzenlenecek programlara karar verme süreçlerinin belirsizliği ve içerik üretimlerinde ve program tertiplerinde ideolojik önceliklerin oldukça fazla belirleyici olması da tartışmalı bir konudur. Yerel yönetimlerin iktidar süreleri içerisinde uyguladığı politikaların süreklilik içermemesi ve yönetim süreleri ile sınırlı bir faaliyet anlayışının hakim olması da kültür-sanat politikaları açısından önemli bir eksikliktir. Kültür-sanat alanında içerik üreten ve bu içeriğin sunumuna aracılık eden belediyelerin temelde hangi kriterlerle hareket ettikleri, nasıl bir vizyona sahip oldukları içerik oluşumu ve sunumuna da doğrudan etki eden faktörler olduğundan bu konudaki belirsizlikler de bir eksiklik olarak karşımızda durmaktadır. Özellikle siyasi olarak farklılaşan belediyelerin kendi ideolojik pozisyonlarının kültür-sanat gündemini domine etmesi hususu da dikkatle üzerinde durulması gereken bir konudur.
İstanbul özelinde Kültür A.Ş.’nin lokomotif olduğu ve sistematik biçimde yürüttüğü kültür-sanat etkinlikleri ve birkaç ilçe belediyesinin program ve vizyonlarını dışarıda bıraktığımızda yerel yönetimlerin kültür-sanat alanında bütüncül bir stratejilerinin var olduğundan söz etmek mümkün değildir. İlçe belediyeleri başta konser, festival ve meslek edindirme gibi sosyal belediyecilik faaliyetleri icra etmenin yanı sıra kültür-sanat eksenli faaliyetlere imza atmakta ve bu alanlardaki çalışmalar genelde herhangi bir strateji ve vizyondan bağımsız şekilde gerçekleştirilmektedir. Özellikle ilçe belediyelerinin kültür-sanat alanına ayırdıkları önemli bütçelere rağmen bu alandaki etkinliklerinde içerik üretimi ve bu içeriklerin kimler tarafından belirlendiği, uzman ihtiyacının boyutları ve bu konudaki eksiklikler, ideolojik pozisyonların ne ölçüde belirleyici olup olmadığı, hedef kitlenin beklentilerinin dikkate alınıp alınmadığı ve bu konuda memnuniyet ölçüm araçlarının çalıştırılıp çalıştırılmadığı soruları tam anlamıyla cevaplanmamakta ve bu konularda önemli eksikliklerin olduğu görülmektedir.
İlçe belediyelerinin kültür-sanat alanındaki etkinliklerine bakıldığında ideolojik pozisyonun oldukça etkili bir değişken olduğu görülmektedir. Seçmen kitlesinin yoğunluğu ve ideolojik kompozisyonuna göre belirlendiği anlaşılan içerikler ve program türleri belediyelerin bağlı olduğu siyasi görüşe göre değişiklik göstermekte ve zaman zaman söz konusu siyasi görüşün dışındaki seçmen kitlesini dışlayıcı bir nitelik taşımaktadır. Örneğin kültür-sanat alanındaki faaliyetleriyle önemli işlere imza atan Zeytinburnu Belediyesi ile siyasi olarak uzun süredir aynı partinin hakim olduğu Kadıköy Belediyesinin kültür-sanat alanındaki programları belirgin biçimde farklılık göstermektedir. Yine benzer biçimde İstanbul’da AK Parti belediyesi olan Kağıthane ile uzun yıllardır aynı siyasi geleneğin hakimiyetindeki (SHP-DSP-CHP) Şişli’nin kültür-sanat politikaları önemli ölçüde birbirinden farklıdır. Özellikle söyleşi, tiyatro ve konser gibi kültür-sanat türlerinde ideoloji değişkeninin etkisi açık biçimde hissedilmektedir. Söyleşilere çağrılan konuklar, tiyatrolarda sahnelenen oyunların içerikleri ve konser veren sanatçıların kamuoyundaki imajları bu açıdan bir göstergedir.
Devlet desteği
Karşılaştırmalı olarak bakıldığında makro ölçekte devletin kültür-sanat alanını belirleyen bir aktör olduğu gerçeği küresel bir realite olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim Türkiye’de bu alanda faaliyet gösteren bazı öncü sivil kuruluşların dışında yerel yönetimler açısından en büyük kaynak devlet desteği olmakla birlikte gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında genel bütçe oranındaki kültür-sanat payının aynı derecede olmadığı görülmektedir. Örneğin Türkiye’de kültürel yatırımlara yönelik doğrudan devlet desteği Avrupa kentleriyle karşılaştırıldığında düşük kalmaktadır. Avrupa’da kişi başına aktarılan kamu kaynağının nüfusun 1 milyon kişiyi aştığı kentlerde ortalama 58 avro olduğu görülürken bu rakam İstanbul için 20 avrodur. Yine yerel yönetimlerin dışında ülkelerin doğrudan kültür harcamaları konusunda ayırdıkları bütçelere bakıldığında Türkiye’nin Avrupa ülkeleri içerisinde düşük bir oranda kaldığı görülmektedir. Almanya’da Kültür Bakanlığı bütçesinin gayri safi milli hasılaya oranı yüzde 0,3, İngiltere’de yüzde 0,5 ve İtalya’da yüzde 0,4’tür. Türkiye’de ise bu oran yüzde 0,1 olmuştur. Rakamlarda görüldüğü üzere kültür-sanat alanında daha işlevsel bir yönetim modeli bireysel ve kurumsal aktörlerin dışında devletin desteğiyle de doğrudan ilişkili bir konudur. Yerel yönetimlerin bu alandaki faaliyetleri bütüncül bir strateji izleyerek belirli bir noktaya taşıması söz konusu eksiklikleri gidermesi ve uzun süreli politikaları takip etmesiyle mümkün olacaktır.
[Star, 16 Aralık 2018].