Medya ve toplumsal değişme arasında kurulan ilişkiye bakıldığında tarihin hemen her döneminde medya araçlarına dönüştürücü bir rol atfedildiği görülür.
Matbaadan gazeteye, televizyondan cep telefonuna kadar hemen her araç (medium) sosyal ve politik süreçlerin akıbetini belirleme anlamında önemli etkilere sahip olmuştur. Bir yandan toplumsal hareketler ve farklı grupların örgütlenme alanları olan bu araçlar diğer yandan da siyasete ve sosyolojiye müdahale alanları olagelmişlerdir. Fakat tarihin hiçbir döneminde internet teknolojileri ve dijitalleşmenin yarattığı kadar bir medya etkisi söz konusu olmamıştır. Bu nedenle yeni internet mecraları sadece bireylere temas eden bir mesele olmaktan çıkarak geniş kitleleri, devletleri ve ulus ötesi birlikleri de ilgilendiren bir konu haline gelmiştir. Özellikle Cambridge Analytica ile ortaya çıkan dijital ağlar üzerinden seçimlere müdahale konusu devletler için internet tabanlı mecraları birer "ulusal güvenlik" konusu haline getirmiştir.
İnternetin getirdiği imkanların yanı sıra büyük tehditlerin de kaynağı olması bu alanın regüle edilmesini kaçınılmaz kılmıştır. Bu nedenle başta Almanya olmak üzere Fransa ve İngiltere gibi ülkeler sosyal medya platformları ve internet üzerinden yayın yapan mecraların denetimi konusunda öncü adımlar atmışlardır. Öyle ki Avrupa Parlamentosu tarafından hazırlanan raporda pandemi günlerinde daha da önemli hale gelen siber güvenlik, yapay zeka ve veri kontrolü gibi konularda Avrupa değerlerini dikkate alan düzenlemelerin önemi ve gerekliliği vurgulanmıştır. AB üyesi ülkelerin dijital gelişmelere hızlı biçimde entegre olması ve bu alanda oluşabilecek tehditlere karşı mukavemet edebilmeleri bir egemenlik meselesi olarak değerlendirilmiştir. "Dijital egemenlik" (digital sovereignty) kavramı üzerinden tartışılan bu gelişmeler devletlerin karşı karşıya geldiği yeni tehditlerin nasıl form değiştirdiğini ve devletlerin buna ne tür reaksiyonlar gösterdiğini de açık biçimde ortaya koymaktadır.
Türkiye bağlamı
Türkiye'de internet ve sosyal ağlar üzerinden yapılan hemen her tartışma ifade ve basın özgürlüğü gibi önemli ama bir o kadar da sınırlı bağlamlarda tartışılmaktadır. Batı'da bir egemenlik meselesi olarak ele alınan ve gün geçtikçe farklı regülasyon modellerine konu olan dijital alanlar devletler ve sosyal ağların karşı karşıya geldiği bir mücadele ortamına evrilmiştir. Bugün hem Batı'da hem de dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan bu gerilim Türkiye için de farklı imkan ve örnekleri bünyesinde barındırmaktadır. Örneğin 2019'da "Radyo, Televizyon ve İsteğe Bağlı Yayınların İnternet Ortamından Sunumu Hakkında Yönetmelik" ile RTÜK internet üzerinden isteğe bağlı yayın yapan platformların denetimini mümkün kılmıştır. Benzer biçimde kısa süre önce 5651 sayılı Kanun ile internet üzerinden yayın yapan mecralar daha geniş düzlemde bir regülasyona tabi tutulmuş ve bu konuda sistemli bir prosedür inşa edilmiştir. Bu nedenle 2019'da Netflix üzerinden tartışılan ve ilgili platformun kendisine tanınan süre içerisinde RTÜK'e lisans başvurusu yapması ile sonuçlanan süreç Türkiye açısından önemli ve öncü bir örneği teşkil etmektedir. Amazon Prime'ın Türkiye'de faaliyet göstermesi amacıyla RTÜK'e başvurması ve lisanslama süreçlerine dahil olması da bu konudaki diğer bir örnektir.
Konuyla ilgili en güncel gelişme ise internet üzerinden isteğe bağlı müzik hizmeti veren Spotify adlı uluslararası bir kuruluşun lisanslama sürecinde yaşananlardır. İlgili platformun lisans almaksızın yayınlarına devam etmesi ve Türkiye'deki prosedüre uymaması sonucunda RTÜK ilgili kuruluşa yönelik bir ihtarda bulunmuştur. Bahse konu ihtarda adı geçen kuruluşun Türkiye'deki yasal prosedüre uyması gerektiği aksi takdirde erişim engellemesi ile sonuçlanabilecek bir hukuki sürecin başlatılacağı ifade edilmiştir. Bu gelişmelerin ardından Spotify'a verilen yetmiş iki saatlik sürenin son saatlerinde söz konusu kuruluş RTÜK'e başvuruda bulunmuş ve Türkiye'deki hukuki sürece tabi olduğunu deklare etmiştir.
Netflix, Amazon Prime ve Spotify gibi güncel örnekler üzerinden atılan adımlar nihai kertede Türkiye'nin dijital egemenliğini ilgilendiren hususlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim hem RTÜK'ün yönetmeliği hem de 5651 sayılı Kanun ile ihdas edilen düzenlemeler Türkiye'ye yönelik olası dijital müdahaleleri engellemeyi amaçladığı gibi Türkiye'yi ticari rekabet açısından daha kuvvetli bir düzleme sokmaktadır. Halbuki 2019'daki RTÜK yönetmeliği kamuoyunun bazı kesimlerinde ifade ve basın özgürlüğü gibi sınırlı bağlamlarda tartışılmış, ilgili yönetmeliğin Türkiye'de oluşacak sansür ortamına hizmet edeceği iddia edilerek Netflix gibi platformların Türkiye'yi terk edeceği öne sürülmüştür. Tüm bu eleştirilerin aksine sürecin sonunda bu platformların önemli bir bölümü Türkiye'deki hukuki sürece tabi olmuş ve faaliyetlerine devam etmiştir.
Bir egemenlik konusu olarak kendisini gösteren ve Batı'da farklı uygulamalara konu olan internet üzerinden yayın yapan platformların regüle edilmesi konusu sadece özgürlükler bağlamında tartışılamaz. Bu nedenle özgürlükleri mutlak kabul eden ve güvenlik aleyhine her türlü özgürlüğü genişletmeyi salık veren bir akıl güvenliğin olmadığı bir ortamda özgürlüklerin mümkün olamayacağını da göremez. Neticede Türkiye'de özgürlüklerin sınırlandırılması bağlamında sığ bir gündeme hapsedilen bu düzenlemeler dünya örneklerini dikkate almadığı gibi siyasi bir retorik üzerinden de kendisini işlevsiz kılmaktadır.
[Sabah, 17 Ekim 2020]
.