SİYASAL sistemin normal işlediği dönemlerde, ordunun siyasetle ilişkisi, siyaset-üstü kalmak ve siyasal eğilimler arasında tarafsızlığını korumak ilkesine göre biçimlenir. Bu nedenle TSK’nın kurumsal geleneği, komuta kademesinin gündelik siyasete müdahil olma meşruiyetini ara rejim süresi ile sınırlandırmıştır.
Ara rejim sona erip siyaset kurumu normal işleyişine geri döndüğünde, komuta kademesi, ülke siyasetini etkileme ve yönlendirme isteğini anayasal kurumların çatısı altındaki faaliyetleriyle sınırlandırmaya özen göstermiştir.
Bu gelenek, ilkesel düzeyde, 28 Şubat Sürecine kadar işledi. 28 Şubat Sürecinde, ordu, geleneksel darbe deneyimlerinde şahit olduğumuz şekilde, kışlasından çıkarak siyasete fiilen el koymadığı için, kışlasına geri dönmek üzere kendisine bir milat da belirlemedi. Dolayısıyla her darbenin ilk garantisi olan ‘TSK’nın düzeni yeniden tesis ettiği en kısa süre içinde kışlaya geri dönüp siyaseti asıl sahiplerine iade edeceği’ teminatı, 28 Şubat Sürecinde yerini, ‘bu müdahalenin gerekirse 1000 yıl süreceği’ tehdidine bıraktı. Bu şekilde, ara rejim süreklileşerek normal rejimin yerini aldı. Sonuçta iç politikaya gereğinden fazla müdahil olma hem ordunun iç disiplinini zedeledi hem de toplumsal meşruiyetine zarar verdi. Hilmi Özkök ve Yaşar Büyükanıt, bu ara rejim koşullarını sonlandırarak ordunun siyaset ile ilişkisini normalleştirmeye çalışınca ordu üzerindeki hakimiyetini yitirdi.
28 Şubat Süreci Nihayet Sona mı Eriyor? İlker Başbuğ ve ekibi bir ay önce görevi devraldığında, 28 Şubat Süreciyle beraber, iç disiplini ve toplumsal meşruiyeti büyük ölçüde zedelenen bir ordu ve bu sorunu gidermekte başarısız kalan iki deneyimi miras aldı. Özkök deneyimi, 28 Şubat Süreci koalisyonunun asker ve sivil bakiyesinden destek almayan bir komuta kademesinin başarısızlığa mahkum olduğunu gösterdi. Büyükanıt’ın ilk dönem sürdürdüğü politikanınsa hem toplum nezdinde etkili olmadığı hem de ordunun toplumsal meşruiyetini zayıflattığı ortada. Başbuğ yönetimindeki yeni komuta kademesi, böyle bir paradoksla başetme misyonunu da devraldı.
Bu paradoksu çözmenin ilk ayağı, 1997’den beri ordu ile ittifak kuran kesimlerin, Özkök ve Büyükanıt döneminde sarsılan güvenini tekrar kazanmak. Başbuğ’un devir-teslim töreninde yaptığı konuşmasındaki yaşam tarzı uyarısını ve dini cemaatlerin güçlenmesi ile ilgili vurgusunu bu çerçevede algılamak gerekir. Görevi devralışının üçüncü gününde, Ergenekon davasından tutuklu bulunan emekli generalleri TSK adına ziyaret ettirmesi de aynı bağlamda değerlendirilmeli. Keza akreditasyon uygulamasındaki değişikliğin irticai ve bölücü yayın yaptıkları gerekçesiyle bir kısım medyayı kapsamamasını da sözkonusu kesimin desteğini almaya yönelik hamleler olarak okumak mümkün.
Mevcut paradoksu çözmenin ikinci ayağı, ordunun toplumun geniş kesimleri nezdindeki meşruiyetini tazelemeye yönelik adımlar atmaktan geçiyor. Başbuğ’un devir-teslim konuşmasında laiklik vurgusuna az yer ayırmasını ve 28 Şubat sürecinden bu yana gelenekselleşen irtica tehlikesi ezberini tekrarlamamasını bu niyete yönelik hamleler olarak okumak mümkün. Yine düzenlenen ilk basın toplantısında, hükümete yakın duran bazı basın-yayın kuruluşlarını içerecek şekilde akreditasyon uygulamasının sınırlarını genişletmesi, siyasi iktidarla uyumlu çalışıldığını söylemekten imtina etmemesi ve başta basın ve siyasi partiler olmak üzere hiçbir kesimin orduyu gündelik siyasete çekmemesi gerektiğini vurgulaması da bu yönde atılmış olumlu adımlar olarak değerlendirilebilir.
Bu hamlelerden çıkarılacak sonuç, Başbuğ’un, ordunun geleneksel müttefikleriyle işbirliğini tekrar tesis etmek suretiyle, devşireceği psikolojik gücü yedeğine alarak, toplumun geniş kesimlerinin ordu ile bağlarını yeniden kurmayı hedeflediğidir. Ancak Başbuğ’un, bir yandan öteden beri kaderlerini ordunun desteğine bağlamış kesimleri memnun edip geri kazanmak, diğer yandan orduyu, 28 Şubat sürecinden bu yana günbegün toplumun büyük çoğunluğundan uzaklaşan yöneliminden kopararak tekrar siyaset-üstü, tarafsız konumuna geri çekmek şeklinde özetlenebilecek stratejisinin başarısını, siyaset kurumu ve siyasi iktidar ile kuracağı ilişki biçimi belirleyecek. Gündelik siyasete müdahil olmayı bırakarak, ordunun hem kendi iç disiplinini, hem de toplumun geneliyle ilişkilerini rayına sokacaktır. Başka bir deyişle, yapılması gereken, 28 Şubat Süreci parantezini kapatıp ordunun geleneksel işleyiş tarzına geri dönmektir.
Yeni Komuta Kademesinin Siyasal Stratejisi Devir-teslim törenindeki konuşmalar, ilk yurtiçi gezisi ve TSK’nın düzenlediği ilk basın toplantısına katılan gazetecilerin aktardıkları bir arada düşünüldüğünde, Başbuğ başkanlığındaki yeni komuta kademesinin, AK Parti iktidarının ilk dönemlerinde TSK’nın gösterdiği davranış ve tutum belirsizliğini aştığı ve bu hükümetle çalışmanın kaçınılmazlığını içselleştirdiği anlaşılıyor. Yeni komuta kademesinin, daha önceki komuta kademelerinin, mevcut iktidarla işbirliğinde bulunmaktan ve hükümetin olumlu bulunan icraatlarından memnuniyetlerini ifade etmekten duydukları mahcubiyet sorununu aştığı söylenebilir. Hükümetin Gürcistan krizini iyi yönettiğini ve (Kuzey) Irak politikasında hükümetle mutabık olduklarını ifade etmeleri bunu gösteriyor. Ancak aynı göstergeler, yeni komuta kademesinin, normatif düzeyde TSK’nın görev alanı dışında kalan ve esasında siyasi iktidarın alanına giren konularda görüş beyan etmekten de geri durmayacağını ortaya koyuyor. Yeni komuta kademesinin, tarihsel süreç içinde TSK’nın Türk siyasal sisteminin şekillenişinde oynadığı rolü içselleştirdiği ve bu role uygun davranacağı söylenebilir. İlk yurtiçi gezisinin “terör örgütü ile mücadele”nin ötesinde esasında siyasi iktidarın görev alanına giren “terörle mücadele” kapsamında gerçekleştirilmesi, bu gezide STK’larla görüşülmesi ve halkla kucaklaşılarak medyaya fotoğraf verilmesi, önümüzdeki dönemde siyasal alanda daha aktif olmaya kararlı bir komuta kademesi ile karşı karşıya olduğumuzu gösterir.
Sonuç olarak, önümüzdeki iki yılı, iletişim stratejisi olarak ayaküstü demeçler ve gece yarısı bildirileri yerine, düzenli toplantılar ve kurumsal ilişkiler düzeyinde bir görüş alışverişi öngören, ordunun iç-disiplinini ve toplumsal meşruiyeti önemseyen ve yeniden tesis etmek için çaba gösteren bir genelkurmay başkanı ve ekibi ile geçireceğiz. Bu süreçte yeni komuta kademesi, dengeli bir siyaset ve doğru bir iletişim stratejisiyle, siyasete kayıtsız kalmak veya siyasal alana gereğinden fazla müdahale etmek tutumlarından uzak durmak suretiyle, siyasal alan üzerindeki etkisini arttırmaya çalışacaktır. Bu çerçevede siyasetin bütün kurumlarıyla yoğunlaşması gereken nokta, bu dönemin siyaseti güçlendirmek ve siyasal alanı genişletmek için nasıl değerlendirileceğidir. İlk elden gözüken, eğer doğru değerlendirilebilirse, bu sürecin imkanlarının risklerinden daha fazla olduğudur.
Anlayış- Ekim 2008