19 Kasım 2009 akşamı AB'nin 27 seçilmiş devlet başkanı son sekiz yılın daha basit ve daha demokratik bir sistem arayışı çabalarına noktayı birliğin başkanı ve dışişleri bakanını seçerek koydu. Ancak bu seçim süreci şeffaflık ve demokrasi açısından oldukça sorunlu bir şekilde cereyan etti. Seçim sabahı Oxford Üniversitesi Avrupa Çalışmaları bölümü akademisyenleri ile seçilen adaylar üzerine konuştuğumda, yeni adayların heyecan uyandırmadığı ve ciddi liderlik göstermelerinin beklenmediğini fark ettim.
AB çıkış itibarıyla barışı eksenine alan, büyük heyecan uyandıran bir proje. Ancak anayasa ile olgunlaşmasını tamamlaması beklenen bu projede yanlış giden bir şeyler var. Anayasa ve icracı pozisyonlara yönelik ilgisizliğin anlaşılması için, AB'nin kuruluşundan bugüne geçirdiği dönüşüme bakmak gerekir. AB'yi ortaya çıkaran düşünce başından itibaren politik bir irade oldu ve bu irade ekonomiyi siyasetin hizmetinde bir araç olarak değerlendirdi. Joseph Weiler'in bakış açısıyla Birlik projesi bireyi merkezine alan bir felsefe ile kuruldu.
Bu proje birey için klasik ulus-devlet formları dışında kamu düzeni-vatandaş ilişkileri geliştirerek, devrim niteliğinde bir adım attı. Ulusdevlet ötesi yapılarda halklar ve devletler alternatif yollarla barış, refah ve dayanışma hedefleri ile bir araya geldiler. AB'nin öngördüğü sistemin dayandığı üçlü ise demokrasi, insan hakları ve kanunun üstünlüğü oldu. Avrupa hukuku ise topluluk hakları, insan hakları ve vatandaş hakları bağlamları üzerinden gelişti.
AB'nin evrimi bireyi merkezine alan, değerler eksenli ve süreçleri esas alan bir yapılanmanın hedeflendiğini gösteriyor. Aristo'nun devletini Ibn-i Meymun, Aquinas ve İbn-i Rüşd yorumlarıyla değerler eksenli bir çerçeveye oturtan bir proje ile karşı karşıyayız. Birliğin sorunu çerçeveyi hayata geçirme, değerleri davranış haline dönüştürmede karşılaştığı zorluklar oluşturuyor. Yine Weiley'e dönecek olursak, AB'nin kurucu değerlerinin, erdem haline dönüşemediğini söyleyebiliriz.
AB'nin birey merkezli projesi ilginç şekilde egoist bireylerden oluşan bir yapıya evrildi. Ekonomik bütünleşme ayağı, diğer bütünleşme bağlamlarından daha önemli ve öncelikli bir pozisyona ulaştı. Serbest pazar ile emek ve mal dolaşımı AB'nin değer sisteminin üzerinde yer aldı. Nitekim aynı olgular AB Anayasası'nın merkezi değerlerini oluşturuyor. AB'nin değerleri ile örtüşmesi mümkün olmayan dış ekonomik ilişkileri bir yana, Anayasa'da "piyasayı" merkeze alan bir perspektifin yer alması, değerlerin hayata geçirilmedeki zorluğu göstermesi açısından anlamlıdır.
AB'nin yaşadığı söylenen demokrasi açığının da değerleri, gündelik hayatın ve siyasanın belirleyici unsuru yapamamakla ilgisi var. İlginç bir şekilde AB parlamentosunun önemi artarken, parlamento seçimlerine katılım düşüyor. Avrupa Konseyi ise oldukça pragmatik bir yapıya büründü. Pozisyon alırken süreç eksenli ve çoğulcu mekanizmalar yerine, sonuç hedefli AB çıkarları için en iyisini hedefleyen metotlar uygulanıyor. Bireylerdeki "egoist" ve "ben" merkezli algılama, kurumlara sirayet ediyor.
AB ile ilgili ortaya koymaya çalıştığım sorun AB içindeki devlet aygıtını, orijinal projede yer alan alternatif formlarla birey-devlet ilişkisi kurgulama hedefinden saptırıyor. Çok alışkın olduğumuz ulus-devlet siyaset modelleri gözlemliyoruz. AB'nin yetki ikamesi (subsidiarite) ilkesi devlete nüfuz alanı tahsis etmekte. Diğer bir bakış açısıyla bireyler arasında dayanışma yerine, aracı kurumla dayanışmayı zorunlu hale getirmekte.
Daha temel bir çelişki ise doğrudan kuruluş hedefi olan barış ile ilişkili. AB'nin hedeflediği affetme ve merhamet eksenli bir barış projesi. Bu hedef kararlı ve tutarlı bir siyasi, kültürel, insani tavır almayı gerektiriyor. Bağışlama ve merhamet erdeminin söylemden pratiğe dönüşmesi olmazsa olmaz koşul. Kabaca bir bakışla bile AB'nin kendi içerisinde böylesi bir değer çerçevesinin oluştuğu gözlenebilir. Ancak AB'nin Sırpların Boşnak kıyımındaki tavrı bu değeri anlamsızlaştırdı ve içini boşalttı. Avrupa'nın hemen yanında katliam yapılırken, Avrupa'dan gelen tepki konuşmanın ötesine geçmedi.
AB'deki dostlarımızı uyarmamız gerekiyor. İşler pek istenen doğrultuda gitmiyor!
Sabah - 25.11.2009