Türkiye ve İsrail’in ilişkilerinin gerçek manada düzelmesi için İsrail’in Mavi Marmara katliamının diyetini vermesi sadece bir başlangıç olacaktır.
Türkiye ve İsrail Arasındaki Buzlar Yangın Ateşiyle Erir mi? İsrail Karmel’deki yangını ancak üzerinden günler geçtikten sonra ve uluslararası yardım sayesinde kontrol altına alabildi. 42 kişinin ölümüne sebep olan yangın, İsrail içerisinde hem dini hem de seküler ‘yangın neden çıktı?’ tartışmalarını tetiklerken diğer taraftan da savunma teknolojisiyle ‘caka satan’ İsrail’in acil durumlardaki ‘gerçek’ gücünün sorgulanmasına kapı açtı. İkinci Yom Kippur yakıştırmalarının yapıldığı yangın, her şeyden öte tehdit algılarının iç ve dış siyaseti şekillendirdiği İsrail’in askeri-sivil öncelikler arasında denge kurmada ne kadar yetersiz kaldığını gözler önüne serdi.
İsrail’in “kendi başımıza söndüremeyiz” dediği yangını söndürme çabalarına destek olan ülkelerden birisi Türkiye’ydi. 2 tane yangın söndürme uçağını Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla İsrail’e gönderen Türkiye, bu yardımıyla dünya gazetelerinin manşetlerine taşındı ve İsrail’le diplomatik kriz halindeki Türkiye’nin bu yardımı yangından sonra en fazla konuşulan konu oldu. ‘İnsani’ ve ‘İslami’ vazifesini yaptığını söyleyen Erdoğan’a Netanyahu, telefonda teşekkür etti ve tüm teşekkür konuşmalarında Türkiye için özel bir parantez açtı. ‘Alçak koltukçu’ Ayalon da İsrail’in Yahudi geleneklerinden hareketle daha önce birçok ülkeye kriz anında yardım ettiğini not ettikten sonra Türkiye’ye hassaten teşekkür etti.
Teşekkür trafiği
Bu teşekkür trafiği, gündeme “iki ülke ilişkilerde normalleşme sağlayabilir mi?” sorularını getirdi. Aslında bu yardım Türkiye’nin ilk jesti değildi. İsrail’in OECD üyeliğini tüm sorunlara ve İsrail’in üyelik sürecindeki eksiklerine rağmen veto etmeyen Türkiye, İsrail’e ilk jestini yapmış, İsrail, buna Mavi Marmara saldırısıyla mukabele etmişti. İsrail, bir koltuğa aynı anda sadece bir ülkeyle “normalleşir gibi görünmeyi” sığdırabilen bir ülke. İsrail’in OECD jestini es geçmesinin sebeplerinden birisi de o sıralar Obama’nın baskısıyla Filistin ile dolaylı görüşme sürecinde olmasıdır. Yani Filistin’le arasını düzeltir gibi görünürken aynı anda bir de Türkiye’yle sorunlarını gidermeye ihtiyaç duymamıştır. Netanyahu’nun son açıklamaları ve Cenova’daki İsrail-Türkiye buluşması İsrail’in bu ikinci jeste bu sefer olumlu karşılık verme niyetinde olduğu yönünde bir izlenim uyandırmakta. Ancak zamanlama konusuna dikkat çekmekte fayda var.
Obama’nın bütün rüşvetlerine rağmen yasadışı yerleşimleri 90 günlüğüne bile olsa durdurmaya yanaşmayan Netanyahu, Filistin’le doğrudan görüşmelerin yeniden başlama şansını ortadan kaldırdı. Bu arada Knesset’ten geçen referandum yasası da iki devletli çözüm hayallerini tek taraflı olarak rafa kaldırdı. Bu yasaya göre İsrail, egemenliği altındaki topraklardan (Doğu Kudüs’ü ve Golan Tepelerini kendi egemenliğinde görüyor) çekilme konusunda alınacak bir kararı referanduma sunacak ki bu referandumdan çekilme kararı çıkma olasılığı şu şartlarda imkansıza yakın. Obama’nın Filistin meselesindeki en belirgin iki gündeminin (yerleşimler ve iki devletli çöz