ABD hegemonyasının Ortadoğu'da İsrail'in bekasını birinci öncelik olarak alan ve otoriter rejimleri destekleyen politikalarından rahatsızlık duyan çevreler bölge ülkelerinin kendi düzenlerini kurması gerektiği fikrini seslendirirdi.
İslamcılardan solculara kadar birçok kesime hoş görünen bu yeni düzen fikrinin önünde en büyük engel olarak da İsrail yayılmacılığı görülürdü. Pan-Arabizm'den İslamcılığa bütün siyasi- ideolojik akımlar bu konuyu gündemlerinin başköşesine oturttu.
Nasır'ın Arap halklarının gönlünde kurduğu taht da İran devriminin bölgesel statükoyu çökertme çabaları da Filistin davasından ve İsrail saldırganlığından güç aldı. Bir yanda bölge ülkelerinin yönetimleri zaman içinde İsrail devletinin bölgesel denklemlere dahil olmasının realitesi ile yüzleştiler.
Diğer yanda ise Demokratından Cumhuriyetçisine birçok ABD başkanının İsrail- Filistin arasında barış sürecini tamamlama çabası başarısızlıkla sonuçlandı. Böylesi bir ortamda 11 Eylül'ün bölgeye getirdiği savaşlar (Afganistan ve Irak işgalleri) ve Arap Baharı'nın durdurulması sadece I. Dünya Savaşı sonrası kurulan düzenin hızlı bir çöküşünü getirmedi. Aynı zamanda İsrail'in manevra alanını da genişletti. Arap Baharı'nın ilk döneminde Mısır'da Mübarek yönetiminin devrilmesinden kaygı duyan İsrail, baharın kışa dönmesi ile rahatladı.
Bugün İsrail ne barış süreci ile ne de Filistin'de yeni yerleşim yerleri inşa etmekle ilgili bir sıkıntı yaşıyor. Aksine bölgesel sorunlarda Obama yönetimi ile gerginlik yaşamayı göze alabiliyor. Nitekim İsrail Başbakanı Netanyahu'nun geçtiğimiz günlerde ABD Kongresi'nde Obama'ya rağmen yaptığı konuşmada İran tehlikesine vurgulu şekilde değinmesi önemliydi.
İsrail'deki 17 Mart seçimlerinden sadece iki hafta önce yaptığı ziyarette Netanyahu, ABD yönetiminden kimseyle görüşemese de IŞİD ile mücadele edilirken İran'a dayanmanın "yanlışlığına" dikkat çekti. "Düşmanının düşmanı hâlâ senin düşmanın olabilir" yaklaşımını öne çıkaran Netanyahu, İran ile yürütülen nükleer program müzakerelerinin bu ülkenin nükleer silah üretmesi ile sonuçlanacağını öne sürdü.
Obama'nın Netanyahu'nun konuşmasının bir çözüm önermediğini belirtmesi ABD ve İsrail arasındaki ilişkilerin Ortadoğu'daki bölgesel politikalar bağlamında yeni bir düzleme oturmakta olduğunu gösteriyor. Aslında Obama'nın başkanlık seçimi döneminden itibaren İran ile nükleer konuda anlaşarak bir başarıya imza atmak istediği ve bu yüzden İsrail ile gerginlik yaşadığı biliniyor. Netanyahu'nun Obama'nın İran politikasına yaptığı son eleştiri ile zirve yapan bu gerginlik sebebiyle önümüzdeki iki yıl ikili ilişkiler tatsız geçecekse de ABD'nin İsrail'in savunmasına ya da Filistin politikasına olan desteğinde bir aksama beklenmemeli. Daha yeni Kongre'ye İsrail için 3 milyar dolarlık bir askeri yardım paketi gönderildi. Ancak Obama Yönetimi İran başta olmak üzere bölgesel konularda İsrail'den farklı tutumları almaya devam edecek.
Bu tespitin önemi şudur: Bölgede yeni bir düzenin kurulması iki ana denklemin nasıl etkileşeceğine bağlı. İlk denklem İran, S.Arabistan, Türkiye ve Mısır arasındaki güç mücadelesinin yansımalarını ve ikili ilişkilerinin dönüşümünü içeriyor. Lübnan'dan Yemen'e Arap başkentlerinde İran'ın artan nüfuzu S.Arabistan'ın dış politikasında değişim arayışını getiriyor. Son günlerdeki Türk- Suud yakınlaşması buna bir örnek. İkincisi ise ABD ve İsrail hattının bölgesel güçlerle spesifik konularda paylaşacakları ortak tavırlarla alakalı. Kasım Süleymani'nin Suriye ve Irak'ta gittikçe şova dönen askeri varlığı sadece İsrail'i değil Körfez ülkelerini de tedirgin ediyor. IŞİD ile mücadele nasıl ABD ve İran arasında örtük bir fiili ittifakı getiriyorsa İran'ın artan nüfuzu da İsrail ve Körfez ülkeleri arasında fiili bir yakınlaşmayı zorluyor.
Bölgemizde yakın gelecekte bahsettiğim iki denklemdeki güçlerin farklı manevralarına ve değişen ittifaklarına tanıklık edeceğiz. Bu da yeni bir düzen kurulmadan önce kaosun ve çatışmanın bir süre daha devam edeceği anlamına gelmekte.
[Sabah, 6 Mart 2015]