Suriye krizi, bölgesel ve bölgeyi aşan yansımalarıyla belki de Ortadoğu’da son yüzyılın en kapsamlı ve grift krizlerinden birisidir. Bu durum aslında Suriye’de Esed katliamlarına karşı devrim girişimi başlamadan önce de böyleydi. Ortadoğu’nun kara kutusu olan Suriye, İsrail’den Lübnan’a ve Körfez’e, İran’dan Türkiye’ye kadar geniş bir coğrafyada yürütülen operasyonların ve perdesi bir türlü aralanamamış hadiselerin zihni ve operasyonel merkeziydi. Suriye Baas rejiminin sınır tanımaz pragmatizmi ve mezhepsel bir azınlığın hakimiyetine dayanan rejimlerini kahir ekseriyete rağmen idame ettirebilme çabası, Suriye’yi yabancı istihbaratların cirit attığı ve bölgesel hesaplaşmaların görüldüğü veya planlandığı bir ülkeye çevirmişti.
Lübnan’daki müdahaleci askeri-siyasi varlığı, İsrail’le devam eden savaş haline rağmen İsrail-Suriye sınırının İsrail’in sınırları arasında en güvenli olanının olması,İran’la dini tonları olsa da siyasi pragmatizmin dibine vurmuş ilişkisi, Körfez’in İran’la çekişmesindeki önemli rolü, Türkiye‘ye karşı terör faaliyetlerinin üssü haline dönmesi, Irak’a yabancı savaşçıların doluşmasındaki kritik rolü.... Bu liste uzayıp gider fakat sadece bu başlıklara bakarsak bile Suriye’nin Ortadoğu’nun sıradan bir ülkesi olmadığını anlarız. İşlediği bu kadar insanlık suçu ve katliamlarına rağmen Esed rejimine hâlâ sıkı sıkıya sarılan uluslararası aktörlerin olması da Suriye’nin bu merkezi rolüne işaret ediyor.
Bir ülke olarak Suriye’nin grift yapısı ve mevcut krizin geldiği nokta sebebiyle Suriye yaşanan gelişmeler kafa karıştırmaya devam ediyor. Cevaptan çok soru ve teoriler (çoğu zaman komplo teorileri) üretiyor. Sadece son hadiseye bakalım:
ESED PASİF İZLEYİCİ
İsrail helikopterleri, %80’ini Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği Kuneytra bölgesine yönelik düzenlediği hava saldırısında Lübnan Hizbullah’ının ve İran Devrim Muhafızları’nın Suriye’deki kilit liderlerini öldürüyor. İsrail saldırıyı üstlenen resmi bir açıklama yapmıyor; bölgede son derece aktif olan Nusra Cephesi’ne yakın kaynaklar “saldırıyı biz yaptık” diyor; Hizbullah İsrail’e “sığınakları hazırlayın” diyor, uzun zamandan sonra ilk defa üst düzey bir komutanı İsrail tarafından öldürülen İran ise İsrail’i “ezici bir cevaba hazır olun” diyerek uyarıyor. Suriye’yi yönettiğini düşünen Esed rejiminin ise sesi soluğu çıkmıyor. İsrail’in Suriye’ye yönelik her saldırısında üç maymunu oynayan Esed, yine havaya bakıp ıslık çalıyor ve karısı Esma’nın sevgililer gününü Rusya’da geçirme isteği üzerine planlar yapıyor.
Herkesin sorduğu sorular var ama bir soru daha var ki onu da herkesin sorması gerekiyor. Herkesin sorduğu sorular: İsrail bu saldırıyla ne amaçlıyor? Vurduğu kişilerin Hizbullah ve İran açısından önemini biliyor muydu? Hizbullah ve İran nasıl karşılık verecek? Bu saldırı Suriye krizinin geneline nasıl yansıyacak? Esma Esed sevgililer gününü Rusya’da geçirebilecek mi? Herkesin sorması gereken soru ise şu: Kendini İsrail’e karşı direniş ekseni olarak satmaya çalışan Hizbullah ve hamisi İran’ın komutanlarının Kuneytra’da ne işi var?
İSRAİL KİMİ ÖLDÜRDÜĞÜNÜ BİLİR
İlk kısımdan başlayalım. İsrail Golan’ın işgal edemediği tarafını kendi arka bahçesi gibi gözetliyor. O bölgedeki gözlem ekipmanı sayesinde Şam’daki hareketlenmelere bile oldukça hakim. Bu sebepten öldüreceği kişilerin kimliğini büyük ihtimalle biliyordur. Bildiği bir şey daha var o da Hizbullah ve İran’ın Ortadoğu genelinde ve özellikle Suriye’de askeri imkan sınırlarını zorladığı ve yeni bir cephe açmayı kaldıramayacağıdır. Bu sebepten İsrail güvenlik bürokrasisi İran ve Hizbullah’tan kapsamlı bir karşılık beklemiyor. İsrail’de yaklaşan seçimleri ve Charlie Hebdo saldırısını bile Netanyahu’nun seçim yatırımına dönüştürdüğünü hesaba kattığımızda minimum maliyet beklentisiyle ve bir seçim malzemesi olarak Netanyahu’nun Kuneytra’daki saldırıyı gerçekleştirdiğini düşünebiliriz. İsrail, minimum maliyetle İran ve Hizbullah’a “Golan’ın Suriye tarafındaki varlığınıza izin vermiyorum” mesajını da gönderdi. Hem Hizbullah hem de İran bir karşılık vermek zorunda çünkü ekmekleri popülizm olan bu iki entitenin isteyeceği son şey İsrail karşısında aciz görünmektir. Fakat yukarıda da belirttiğim gibi büyük çaplı bir maceraya girebilecek lüksleri yok. Yemen’den Suriye’ye kadar askeri operasyonların içerisindeyken İran’ın ve proksisi Hizbullah’ın İsrail’le savaşma lüksleri yok. Eğer dişe dokunur bir karşılık verirlerse de bunun ilk kurbanı İran’la Batı’nın yürüttüğü nükleer müzakereler olur ki İsrail için bu da bulunmaz bir fırsattır. Belki de İsrail’in kafasındaki asıl plan İran/Hizbullah’ı karşılık vermeye zorlamak yoluyla nükleer müzakereleri çıkmaza sokmaktır. Kim bilir?
İSRAİL NUSRA'YA KOMŞU OLMAK İSTEMEZ
Normal şartlar altında Suriye’deki İran/Hizbullah varlığına gelen her zararın Suriye muhalefeti için yarar anlamına gelmesi gerekir. Fakat saldırı muhalefete yarar sağlamak için değil İsrail’e güvenlik avantajı sağlamak için planlanmış görünmektedir. İsrail için hâlâ en güvenli sınır komşusu Esed rejimidir. Sınırın öte tarafında Nusra Cephesi’nin varlığı Hizbullah varlığı kadar İsrail için tehlikelidir. İsrail’in Kuneytra’da Nusra’yı desteklediği iddiaları dolaşıyor. İsrail’in Nusra’nın içine sızmalar yaptığını kabul etsek bile (Hizbullah’a da üst düzey sızmalar yaptığı yakın zamanda ortaya çıktı) bu iddialar ekstra izaha muhtaç. En azından şunu söyleyebilirim, İsrail Nusra gibi tamamen kontrol edemeyeceği ve bilinmeyeni çok bir örgütün kendisine komşu olmasını istemez. Bu sebepten bu saldırıların Suriye meselesinin geneline doğrudan ve kritik bir etkisinin şu şartlar altında olması zor.
Gelelim asıl soruya: İran ve Hizbullah’ın Kuneytra’da ne işi var? İsrail’e sınırı olan Kuneytra’nın yaklaşık %80-85’i kalabalık bir konsorsiyum halindeki muhaliflerin elinde. Rejim daha önce de Hizbullah desteğiyle muhaliflere kaybettiği bölgeleri ele geçirmeye çalışmıştı; fakat saldırılar muhaliflerce geri püskürtüldü. Bu bölgede muhalifler rejimden bayağı yüklü modern silahlar da ele geçirdiler. Rejim bir süredir savunma pozisyonundaydı ve ara sıra çatışmalar yaşanıyordu. İran ve Hizbullah da bu bölgede muhaliflere karşı savaşı koordine ediyordu. Yani anlayacağınız Suriyeli muhalifler Kuneytra’da Suriye rejimi, İran ve Hizbullah’a karşı savaşıp üstünlük sağlamıştı. Daha önce de yazmıştım muhaliflerin bu şartlarda bırakın zafer kazanmasını ayakta kalabilmesi bile büyük başarı. Esed rejimi bunca desteğe rağmen (ABD’yi de ekleyelim listeye) muhalifleri şimdiye kadar sindiremediyse, rejimin tekrar Suriye’nin tamamını yönetmesi neredeyse mümkün değil.
İRAN KATLİAMIN BİR PARÇASI
Suriye meselesinin başından beri Suriye’de dış müdahaleye karşı olup İran’ın neredeyse krizin başından beri devam ettirdiği doğrudan askeri müdahaleye sesini çıkarmayanlar için de çarpıcı bir örnek oldu son saldırı. İran şu an Suriye topraklarında Suriye halkına yönelik katliamların bir parçası; bu sebepten ileride açılmasını umduğumuz insanlığa karşı işlenen suçlar dosyasının Esed rejimi ile birlikte en önemli sanıkları olacak.
Acı bir not ile bitirelim: Suriye krizi öncesinde (belki de hâlâ) herhangi bir Hizbullahçı’ya sorsanız Baba İmad Muğniye’nin suikastının arkasında Suriye rejiminin olduğunu söyler. İmad Muğniye Şam’da Beşşar’ın eniştesi Asaf Şevket’in de dâhil olduğu bir saldırıyla öldü. İslam dünyası ona “şehit” dedi. 7 sene sonra oğlu Cihad Muğniye, Suriyeli Müslümanlar’a karşı savaşırken İsrail tarafından öldürüldü. Babasının ölümünden sorumlu Suriye rejiminin safındaydı. İsrail tarafından öldürülse de İran çevreleri dışında kimse gönül rahatlığıyla “şehit” diyemiyor. Soru şu: Neden Suriye’de Müslümanları katlediyordu?
[Akşam, 23 Ocak 2015]