2013’te kurulan Cambridge Analytica adlı şirketin bir uygulama aracılığıyla Facebook’tan milyonlarca kullanıcının verilerini çekmesi ve bu yolla seçimlere müdahale ettiğinin ortaya çıkmasıyla başlayan tartışmalar dijital alanda yapılan manipülasyonların geniş kitleler tarafından bilinir kılınmasını sağlamıştır. Benzer yöntemlerle Trump’ın başkan seçildiği ABD’deki seçimler başta olmak üzere Brexit referandumu, Hindistan, Fransa ve Almanya’daki seçimlerde dış müdahalelerinin varlığına yönelik ciddi emareler bu alandaki güvenlik açığının ne denli hayati olduğunu da göstermiş oldu. Tüm bu örneklerden de anlaşılacağı üzere devletler dijital alanda çeşitli yatırımlar yaparak farklı ülkelerdeki iç ve dış politik gündeme müdahale etmek istemekte ve bu yönde girişimlerde bulunmaktadır. Geçtiğimiz günlerde RAND Corporation’dan Türkiye uzmanı Katherine Costello tarafından yazılan “Russia’s Use of Media and Information Operations in Turkey” isimli rapor, Rusya örneği üzerinden bir yandan devletlerin klasik ve yeni medya üzerinden yürüttüğü operasyonel beceriyi göstermekte diğer yandan da günümüzde devletlerin müdahale etme araçlarında ne gibi dönüşümler olduğunu ortaya koymaktadır.
Rapor, Rusya’nın Türkiye’deki medya operasyonlarını Moskova ile Ankara arasında krize yol açan bazı kritik olaylar üzerinden ele almakta ve bu olaylarda geleneksel ve sosyal medya manipülasyonlarının nasıl işlevsel kılındığını göstermek suretiyle Rusya’nın Türkiye üzerinde etkili olma potansiyeline işaret etmektedir. Rapora göre Rusya hem bölgesel hem de küresel hedeflerini gerçekleştirmeye dönük olarak uzun süredir Türkiye’de Russia Today ve Sputnik gibi haber sitelerinin yanı sıra çeşitli sosyal medya hesapları aracılığıyla yönlendirmelerde bulunmakta ve kendi istediği yönde bir kamuoyu inşa etmeye çalışmaktadır. Rusya’nın son dönemde Türkiye’de yerleşik bir hal alan anti-Amerikancı söylemin oluşumunda büyük pay sahibi olduğu ve Türkiye’nin başta ABD olmak üzere NATO ve Batı’dan uzaklaşmasında doğrudan rol aldığı gibi iddialar raporun ana gündem maddelerini teşkil etmektedir. Tüm bu söylem inşası ve manipülasyonların Rusya’nın kendi dış politik gündemi ve çıkarlarıyla paralel seyrettiği vurgulanan bir diğer husustur.
Kriz ve söylem inşası
Rapora daha yakından bakıldığında Rusya’nın Türkiye’deki enformasyon savaşları ve gündem oluşturma çabalarının üç kritik olay üzerinden ele alındığı görülmektedir. İlki Kasım 2015’te Rus savaş uçağının düşürülmesi, ikincisi 15 Temmuz 2016’da FETÖ tarafından gerçekleştirilen darbe girişimi, sonuncusu ise Rus Büyükelçisi Andrey Karlov’un 2016’nın Aralık ayında suikaste uğraması. Rusya’nın söz konusu olaylar üzerinden çeşitli stratejiler ile hem Türkiye’deki kamuoyu hem de karar alıcılar nezdinde bir algı oluşturma gayretinde olduğu ana argüman olarak karşımızda durmaktadır. Belirsizliğin yükseltilmesi (amplification of genuine uncertainty) , fırsatçı üretim (opportunistic fabrications) ve çoklu çatışmalı anlatılar (multiple contradictory narratives) gibi yöntemlerle manipülasyonlar yapıldığı ve bu olaylarda çeşitli söylemler inşa edilerek söz konusu stratejilerin ön plana çıkartıldığı raporun merkezinde yer almaktadır. Örneğin 2015’te Rus savaş uçağının düşürülmesinin ardından Türkiye’ye yönelik suçlamalar ve asılsız söylemlerin artışa geçmesinde yukarıda zikredilen basın-yayın organları ve çeşitli internet sitelerinin bu stratejileri etkili biçimde uyguladığı dile getirilmekte ve olaylar üzerinden uygulanan stratejiler örneklendirilmektedir. Türkiye’nin DEAŞ’a yardım etmek suretiyle terör gruplarına destek verdiği ve Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin tedrici bir biçimde İslamlaştığı iddialarının yanı sıra bu gruplarla işbirliği içerisinde usulsüz olarak petrol ticareti yapıldığı yönündeki kasıtlı ve asılsız söylemler “fırsatçı üretimler” başlığı altında ele alınan ve söylem inşası konusunda öne çıkan örneklerdir.
İstenilen yönde reaksiyon
Bu konudaki stratejik yönelimlerine verilen önemli bir örnek de 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye’de Batı ve ABD karşıtlığının artışa geçmesinde Rusya’nın etkisinin olduğu iddiasıdır. Nitekim yapılan kamuoyu araştırmalarına ABD’nin Türkiye için bir tehdit olduğunu kabul edenlerin oranlarına bakıldığında 2016’da yüzde 44.12017’de ise yüzde 66.5 olmuş ve yaklaşık yüzde 20’lik bir artış yaşanmıştır. Aynı dönemde Rusya’nın tehdit olarak kabul edilmesinde ise yüzde 34.9’dan yüzde 18.5’e doğru bir düşüş yaşandığı bulgulanmış ve her iki sonuç da Rusya’nın başarısı olarak yorumlanmıştır. Özellikle ABD’nin 15 Temmuz darbe girişiminde pay sahibi olduğu iddiaları ve ABD karşıtlığının Türkiye’de güç kazanması da Moskova ile ilişkilendirilmiş ve Rusya’nın etki sahasının genişliğine vurgu yapılmıştır. Yanlış olan bir söylemin devamlı tekrar edilmesi durumunda görece bir gerçeklik yaratacağı algısının psikolojik olarak ne denli önemli olduğunun ifade edildiği raporda farklı dönemlerde Rusya tarafından dolaşıma sokulan kurguların gerçekmiş gibi algılandığı ve istenilen yönde reaksiyonların gösterilmesinde doğrudan etkili olduğu dile getirilmiştir. Dikkat çeken bir başka husus da Türk halkının komplo teorilerine teşne olduğu ve Rusya’nın algı oluşturma çabalarında bu etkenin önemli olduğunun dile getiriliyor oluşudur.
Dijital müdahale
Rus savaş uçağının düşürülmesi, 15 Temmuz darbe girişimi ve büyükelçi suikastinin ardından farklı biçimlerde karşımıza çıkan enformasyon savaşları ve algı operasyonları ile Rusya’nın, bölgesel ve küresel ölçekte kendi gündemini dayatan ve bunun meşruiyetini oluşturmaya çalışan bir çaba içerisinde olduğu işlenmektedir. Rapora göre Rusya, medya üzerinden uyguladığı manipülasyon stratejileri ile Türkiye ve Batı (NATO, ABD, AB) arasındaki gerilimi artırmak ve anlaşmazlık meseleleri üzerinden yeni tartışma alanları açmayı hedeflemektedir. Ortadoğu’da uyguladığı politikalara yönelik Türkiye’nin muhalefetini engellemek ve son olarak Türkiye’deki iç gelişmelere etki etmek suretiyle Ankara’yı yakın ve uyumlu bir müttefik haline getirmek Rusya’nın en önemli amaçları arasında sayılmaktadır. Devletlerin uluslararası sistemde etkilerini artırmak amacıyla devreye soktukları ve konvansiyonel stratejilerden oldukça farklı olan bu gelişmiş yöntemler yönetimler için de yeni tehdit alanlarının varlığına işaret etmektedir. Yakın dönemde Rusya’nın özellikle Batı ülkelerindeki seçimleri etkilediği yönündeki kuvvetli iddialar egemenlik açısından bir sorun olarak algılanmakla birlikte bu alanda yeni direnç mekanizmalarının inşa edilmesinin aciliyetine de vurgu yapmaktadır. Nitekim ABD ve NATO tarafından oluşturulan Department’s Global Engagement Center ile NATO’s Strategic Communications Center of Excellence merkezleri bu tür müdahaleleri engellemek ve karşı stratejiler geliştirmek amacıyla kurulmuşlardır. ABD’nin sadece Rusya’nın bu alandaki manipülasyonlarını engellemek, dezenformasyonu ortadan kaldırmak ve karşı propaganda yapmak amacıyla yıllık 60 milyon dolar harcadığı bilinmektedir. Devletlerin bu alandaki yatırımları ve girişimleri ile oluşturulan bu birimler yeni meydan okuma kanallarına karşı ne gibi önlemler alınması noktasında da ipuçları vermektedir. Günümüz dünyasında enformasyon üzerinden yürütülen savaşların geleneksel müdahale biçimlerinden oldukça sofistike olduğu bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Bölgesel ve küresel güçler klasik ve yeni iletişim ağları üzerinden özellikle seçim ve kritik dönemlerde ilgili ülkedeki gelişmeleri etkilemek amacıyla çeşitli manipülasyon teknikleri uygulamaktadır. RAND Corporation bünyesinde kaleme alınan bu raporda dikkat çeken bir nokta Rus basınının ürettiği söylemlerin neden bazı Batı ana akım basını tarafından sorgulanmaksızın kullanıldığı ve dolaşıma sokulduğu gerçeğidir. Örneğin Rusya tarafından kasti biçimde üretildiği iddia edilen Türkiye’nin başta DEAŞ olmak üzere bölgedeki terör gruplarına destek verdiği söyleminin aynı dönemde söz konusu ana akım basında neden kendisine ciddi bir yer bulduğu sorusu önemlidir. Öte yandan Amerikan karşıtlığının yükselişe geçmesinde Rusya’nın etkisine vurgu yapılan raporda 15 Temmuz sonrasında ABD’nin Türkiye’nin FETÖ ile mücadelesindeki tutumuna yönelik engelleyici tavrının bu konuda ne denli etkili olduğunun yeterince vurgulanmıyor oluşu da önemli bir soru işaretidir.
ABD’ye milli güvenlik konularında önerilerde bulundan RAND Corporation’ın enformasyon alanındaki manipülasyon savaşlarının sadece Rusya ve Çin gibi ülkelerle sınırlı olmadığı aksine demokratik blokta yer aldığı iddia edilen ülkelerin de bu teknikleri kullandığı gerçeğini görmezden gelmesi de bir yandan raporun objektifliğine gölge düşürmekte diğer yandan da ne denli operasyonel olduğunu göstermektedir.
[Star, 27 Ekim 2018].