AK Parti olağanüstü kongreye giderken hükümet sisteminin dönüşümünü de tartışmaların odağına yerleştirdi. İki önerisini aynı anda tartışmaya açtı:
A planı tam başkanlık, B planı partili cumhurbaşkanlığı. İlki için yeni bir anayasa yazılması gerekirken "geçici çözüm" önerisi olan ikincisi için 4-5 maddelik dar kapsamlı bir anayasa değişikliği yeterli.
Anayasadaki cumhurbaşkanının parti aidiyetini kesen cümlenin çıkarılması ve yürütmenin başı olduğunun belirtilmesi değişikliğin özü olacak. Partili cumhurbaşkanı Fransa'daki yarı başkanlık modeline benzer bir formül.
Cumhurbaşkanının hem partisinin hem de yürütmenin başı olması demek.
B planı niçin gündeme geldi? Aslında partili cumhurbaşkanlığı önerisi yeni değil. Daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan bu önerinin de kamuoyunda tartışılmasını istemişti.
Bu formül, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleri ile oluşan tıkanmayı cumhurbaşkanı ve başbakan arasındaki yetki paylaşımını yeniden organize ederek aşma çabası.
Tam başkanlık önerisi yeni bir anayasa yazmayı gerektiriyor. Muhalefet partileri buna karşı. Partili cumhurbaşkanlığı ise daha kolay kabul görebilir diye düşünülüyor. Özellikle MHP'nin son dönemde terörle mücadele konusunda AK Parti'ye verdiği destek göz önünde bulundurularak...
***
Bu yüzden MHP'nin tavrı sistem değişimi konusunda da belirleyici olacak. Ya diğer muhalefet partileri gibi sistem tıkanıklığının devamından yana olan negatif siyaseti tercih edecek. Ya da değişim önerilerinden birine destek vererek normalleşmeye katkıda bulunacak. Ve Meclis'te 330 aşılarak referanduma gidilmesinin yolu açılacak. Önümüzdeki günlerde konunun nereye evrileceğini hep birlikte göreceğiz.
Ana muhalefet CHP'nin tavrı ise sistem tartışmasını tümüyle kilitleyen bir radikallik içinde. Kılıçdaroğlu her geçen gün Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında daha aşırı cümleler sarf ediyor. Tabiri caizse üst üste kendi rekorunu kırıyor.
En son Alman Bild gazetesine verdiği mülakatta Erdoğan'ı "benzeri görülmemiş diktatör" olarak niteledi. Bununla da yetinmedi ve başka bir konuşmasında "başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede gerçekleştiremezsiniz" deyiverdi. Hem de Erdoğan'ın "PKK ve DAİŞ terörünü kurtarıcı sıfatıyla müdahale etmek için" desteklediğini iddia edebilecek aşırılıkla.
***
Siyasette "kan dökme" ya da "iç savaş" tehdidi çaresiz aşırıların, radikallerin son sığınağı. Demokratik mücadelede gösterdiği zafiyeti örtmek isteyen siyasetçinin parti tabanını radikalleştirme çabaları. Belki de Kılıçdaroğlu aşırı kutuplaşma söylemleri ile tabanını konsolide etmeye çalışıyor.
PKK terörüyle mücadele konusunda parti tabanında yaşanan bölünmeyi perdelemeye gayret ediyor. Bunun yolu da Erdoğan'a saldırmak.
Ancak iki hususta yanılıyor. İlki, bu tür aşırı söylemler CHP'yi HDP gibi marjinalize ediyor ve siyasete ağır bir yük getiriyor. Ana muhalefetin aşırı söylemlere bu kadar savrulmasını hiçbir demokrasi kaldıramaz.
Mesele, iktidarın "otoriter" bulduğu uygulamaları eleştiren muhalefet olmaktan iyice uzaklaştı. Siyasetin alanını daraltan yapısal bir krize dönüştü.
İkincisi, CHP "kan dökme" söylemi ile kendi siyasi çaresizliğini artırıyor. Sistem tartışmasında pozitif önerilerle gelmek yerine suçlamalara sığınmak CHP tabanında başarısızlık ve etkisizlik duygularını pekiştiriyor. Bu hissiyatın Kılıçdaroğlu'nun da altını oyacak bir radikalleşmeye yönelme tehlikesi var.
Aşırı söylemler çaresiz radikallerin afyonudur. Siyaset ise hayatın gerçekleriyle yüzleşerek yapılır.
[Sabah, 13 Mayıs 2016].