SETA > Yorum |
Türkiye'nin Suriye Politikası Nereye Gidiyor

Türkiye'nin Suriye Politikası Nereye Gidiyor?

Türkiye, bugün için Suriye konusunda vazgeçilmez ama olayları tek başına şekillendiremeyen bir yarı-aktör pozisyonundadır.

Her geçen gün daha fazla şiddet sarmalına bürünen Suriye’de olayların başlamasının dördüncü yılına girdiğimiz bugünlerde, Türkiye açısından biri pozitif diğeri negatif olmak üzere iki temel tespiti yapmak gerekir. Bunlardan negatif olan tespit; üç yıl önce baskın bir şekilde kendini hissettiren sorunun kısa sürede çözülebileceği inancı ve algısının artık tersine dönmesidir. Bugün için siyasi karar alıcılardan entelektüel camiaya kadar birçok kesimdeki ortak kanı, krizin boyutlarının arttığı ve derinleştiğidir.

İkinci ve pozitif tespit ise Türkiye’de sığınmacı olarak bulunan 600 binden fazla Suriyelinin, Türkiye’nin iç siyasetini negatif yönde etkileyecek şekilde toplumsal, siyasal ya da güvenlik bağlamında ciddi bir soruna yol açmamasıdır. Suriye’den Türkiye’ye gelenler eğer ülke içinde çeşitli sıkıntılara yol açsalardı, bu durum Türkiye’de çok farklı tartışmaları beraberinde getirebilirdi.

TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASININ EVRELERİ

Bu temel tespitlerden sonra Türkiye’nin Suriye politikası, esasen üç dönemde izlenen üç farklı politika çerçevesinde incelenebilir:

1) Birinci dönem; olayların başladığı Mart 2011’den Eylül 2011’e kadar geçen süre zarfında, Şam’ı reform yapmaya ikna etme ve Suriye’yi içten dönüştürerek soruna çözüm bulma çabaları etrafında şekillendi. Bu dönemde Ankara, özellikle destekleyici bir aktör olarak kendisini göstermiş ve siyasal reform yapması karşılığında Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’e her türlü ekonomik ve siyasal desteği sağlama taahhüdünde bulundu. Fakat Suriye liderinin bu süreçteki gelgitleri, kararsızlığı ve şiddet sarmalının artması, Türkiye’yi yeni bir Suriye politikası izlemeye itti.

2) İkinci dönem; Esed yönetiminin devrilmesi ve sonraki süreçte Suriye’yi kim ya da kimlerin yöneteceği üzerine kuruldu. Bu dönemde Ankara’nın politikasını, biri bölgesel diğeri küresel iki gelişme etkiledi: Arap Baharı’nın getirdiği siyasal atmosfer kısa sürede Esed’in gideceği algısını derinleştirerek Ankara’nın politikasını desteklese de; aynı dönemde ABD, Fransa ve Rusya gibi kilit ülkelerdeki seçim süreçleri uluslararası ilgiyi azalttığı için Türkiye’nin ısrarla savunduğu “Esed’siz bir Suriye” politikasında yalnız kalmasına yol açtı.

3) Üçüncü dönem; 2012 yılının bahar aylarında başladı ve Türkiye’nin Suriye politikası yavaş yavaş evrilerek farklı bir çehreye büründü. Önceki dönemde kullanılan Esed karşıtı sert söylemin yerini daha yumuşak bir dil alırken, artık Türk dış politika yapımcılarının ana yaklaşımını, ‘Suriye’yi kimin yöneteceği ya da Esed’in ne zaman gideceği’ soruları değil; şiddetin derinleştiği bir Suriye’de sürecin “nasıl” yönetileceği sorusu şekillendirir hale geldi.

Her ne kadar bazıları Ankara’nın bu yeni eğilimini, politikasını Batılı ülkelerin yaklaşımıyla uyumlu hale getirme çabası olarak değerlendirse de aslında yaşanan değişiklik iki temel nedenden kaynaklanıyor: Suriye’deki krizin derinleşip çetrefilleşmesi ile bölgedeki yapısal değişim ve dönüşümleri şekillendirme noktasında Türkiye’nin tek başına oyun kurucu bir role sahip olmadığının farkına varması.

Türkiye’nin Suriye üzerinden yaşadığı tecrübe göstermiştir ki, Ankara hâlâ bölgesindeki olaylar karşısında bir tür