Bayramın ikinci gününde de İsrail, Gazze bombardımanına devam etti. Bu satırlar yazılırken Filistinli şehit sayısı 140'tı; sizler okurken ne yazık ki şehit sayısı daha da artmış olacak. Hepimizin zihninde "İsrail'i kim durduracak?" sorusu var. İsrail'in sivil katliamlarını, Filistin'de sürekli genişleyen işgalini ve Kudüs'ü Yahudileştirmesini hangi aktörler engelleyebilir diye düşünüp duruyoruz. Sonra Tel Aviv'deki apartheid rejimine destek verenlerin veya yeterli ölçüde ses çıkarmayanların sorumluluğunu hatırlıyoruz. Kimi zaman BM Güvenlik Konseyi'nde sürekli İsrail lehine "veto ayrıcalığını kullanan" ABD'yi baş sorumlu ilan ediyoruz. AB'nin "çaresizlik" rolü kesmesini eleştiriyoruz. Bazen Filistin ve Kudüs davasını "satan" Arap rejimlerine laf atıyoruz. Bazen de İslam âleminin ve ümmetin parçalanmışlığından hatta olmayışından şikâyet ediyoruz. Hatta Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun İsrail zulmü ile ilgili "Hep kınıyoruz ama ümmet bizden adım atmamızı bekliyor" şeklindeki yerden göğe kadar haklı cümlesini yadırgayanlar bile oldu. "Hangi ümmet bizden adım bekliyor" diye sorarak Müslümanların aralarındaki çatışmaları hatırlattılar.
Kimler hangi ölçüde sorumlu?
Bu çok yönlü sorgulama, sorumluların sıralamasını karıştırmamalı. Evet, reel analizler yapalım ancak ne umutsuzluğu yaygınlaştıralım ne de doğruları birbirine karşı kullanalım. Bugün Kudüs'te ve Mescid-i Aksa'da Filistinlilerin "devlet terörü" ile öldürülmesini sorumlularının sıralaması şu şekilde:
- Hiçbir hukuk tanımayan İsrail devleti ve Başbakan Netanyahu.
- Her zulmünde İsrail'e destek veren ABD.
- Uluslararası düzenin kurumları ve bunların güçlü aktörleri: BM Güvenlik Konseyi üyeleri ve AB.
- Kudüs ve Mescid-i Aksa sebebiyle kurulduğunu unutan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve üyeleri; Arap rejimleri ve önde gelen bölge ülkeleri.
- Zulüm yoğunlaştığında bile bir araya gelemeyen Filistinli yöneticiler.
- Kudüs'ün hem Müslümanların hem Hıristiyanların hem de Musevilerin kutsal mekânlarını barındırdığını görmezden gelen dünya kamuoyu.
Elbette sorumluluk sıralaması İsrail zulmünü durdurmaz, acılarımıza da derman olmaz. Ancak meseleye doğru açıdan bakmayı ve gereksiz savrulmaları engeller. Bugün İsrail'i hizaya çekebilecek tek merci başta ABD olmak üzere Güvenlik Konseyi'ndeki beşli. Bunlar ortak bir kararla İsrail'i zorlamadıkça Tel Aviv bu işgali ve zulmü bitirmez. Unutmayalım hem BM hem de ABD yönetimlerinin hazırladığı barış planlarının hepsini çöpe atan İsrail apartheid rejimi oldu. Geçmişte Arap ülkeleri birkaç defa İsrail ile savaştı. Her defasında Tel Aviv'in yardımına koşan ABD ve Batı sayesinde yenildiler. Arap rejimlerinin nükleer güce sahip bugünkü İsrail'i askeri olarak dize getirmeleri mümkün değil. Bunu, İsrail ile hizalanarak birbirlerinin kuyusunu kazan Arap yöneticileri aklamak için söylemiyorum. İslam ülkelerinin dağınıklığı ve çaresizliği çok ciddi şekilde can sıkıcı. Ancak mevcut uluslararası düzenin hâkim güçleri İslam ülkeleri değil. Yine Osmanlı Devleti'ni yıkan sömürgecilerin ürettiği ve İkinci Dünya Savaşı sonrasının süper gücü ABD'nin sahiplendiği "İsrail sorununu" çözebilecek güçte değiller. Bu sebeple sorumluluk silsilesindeki yerine göre her aktörü eleştirelim.
"Ümmetin beklentisi" var oldukça...
Seküler kesimin Kudüs meselesinde ikide bir de "İslam ümmeti nerede?" çıkışı yapmasını da haklı bulmuyorum. "Siyasi birliktelik" anlamında İslam âleminin olmadığı açık. Aslında "İslam âlemi" fikri de başından beri "dini ve kültürel aidiyet" anlamında kullanıldı. Bugün İİT'nin ataleti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan haricindeki Müslüman liderlerin etkisizliği ortada. Lakin Müslüman halkların beklentisinin diri olması değerli bir şey. Yöneticilerini eninde sonunda adım atmaya zorlayacak olan bu beklentinin gücüdür. Hatta Avusturya Başbakanı gibi insani değerlerini ırkçılığa feda etmeyen tüm dünya halklarının "Filistin, Kudüs hakkında bir şeyler yapılmalı" beklentisi güçlü tutulmalı. Bu beklenti güçlü oldukça Filistin'deki murabıt ruhu da ayakta kalacak.
[Sabah, 15 Mayıs 2021].