Lice’de başlayan gerilimin çatışmaya dönüşmesi ve KCK’nın ölçüsüz-sert açıklamaları, çözüm sürecini destekleyen kesimlerde haklı bir tedirginliğe yol açtı.
Ancak, Öcalan’ın gerilime karşı duran kararlı açıklaması, toplumda infial uyandıran bayrak provokasyonu ve İŞİD’in Musul’u ele geçirmesiyle siyasi odağın kayması, Lice merkezli huzursuzluğu paranteze aldı.
Öte taraftan, şimdilik, gerilim kontrol altına alınmış görünse de, bu vesileyle, PKK’nın çözüm sürecindeki performansını değerlendirmekte yarar var.
Çözüm süreci, en basit şekliyle, siyasetin silah, diyaloğun çatışma yerine geçmesini ifade ediyor. Siyaset ve diyaloğun, 30 yıldır en etkili enstrüman işlevi gören silah ve çatışma karşısında rüştünü ispatlaması için, siyaset üzerindeki silah tehdidinin ortadan kaldırılması gerekiyordu.
Tam da bu nedenle, üç aşamalı olduğu deklare edilen çözüm sürecinin ilk aşaması silahlı unsurların sınır dışına çekilmesiydi. Nitekim Öcalan, süreci benimsediğini ilan ettiği 2013 Nevroz mesajında, siyasetin silahın yerini alması gerektiğini söyledikten sonra, “Artık silahlı unsurlarımızın sınır dışına çekilmesinin zamanı gelmiştir” demişti. Silahlı unsurların sınır dışına çekilmesinin ardından devreye girecek ikinci aşama demokratikleşme, üçüncü aşama da silahsızlanma olacaktı.
Hatırlanacağı üzere, PKK, Gezi eylemlerinden hemen sonra, Öcalan’la yürütülen görüşmelerin nitelik değiştirmesi talebinin karşılanmamasını gerekçe göstererek, çekilme sürecini durdurmuştu.
Lice merkezli gerilim, çatışma ve provokasyon, diğer aşamalara geçilebilmesi için ilk aşamanın ne kadar hayati olduğunu bir kez daha gösterdi. Lice üzerinden gündem bulan bütün gelişmeler, eninde sonunda gelip, silahlı unsurların Türkiye’deki mevcudiyetine dayanıyor.
Silahlı unsurların varlığı, bir yandan devletin kalekol yapımına ve güvenlik tedbirlerini arttırmasına gerekçe olurken, öte yandan da PKK’nın yol kesme, araç yakma, rakip siyasi oluşumları taciz etme, dağ kadrosunu genişletme gibi çözüm sürecinin siyaseti ve diyaloğu önceleyen perspektifine uymayan birçok hamlesine kaynaklık ediyor.
PKK’nın silahlı unsurlarını çekmeyi durdurması, kalekol yapımına itirazları meşruiyet açığıyla karşı karşıya bırakırken; Kürt hareketini de, çözüm sürecinin ritminden duyduğu rahatsızlığı çözüm perspektifine uygun enstrümanlarla ortaya koyma kabiliyetinden yoksun bırakıyor.
PKK, silahlı unsurlarını ülke içinde bulundurdukça, namlunun ucunu göstermek, çözüm sürecinin gidişatına yönelik rahatsızlığı dışa vurmanın tek yolu haline geliyor.
3 milyona yakın oy alan, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı coğrafyada belediyelerin çoğunu yöneten HDP, çözüm sürecinin ruhuna uygun sivil-siyasi eylemlerle rahatsızlığını göstermek yerine, kenara çekilerek PKK’nın en iyi bildiği şeyi yapmasına yol veriyor.
Çözüm sürecinin yol aldığı bir buçuk yılı aşkın sürede, Kürt hareketi, defalarca çözüm sürecinin gidişatından duyduğu rahatsızlığı dışa vurdu. Ancak her seferinde, bu rahatsızlığın dışa vurumu, çözüm sürecini sırtlanan bir siyasi partiye-harekete yakışacak kitlesel sivil eylemler yerine, KCK ve PKK’nın bilindik asayiş sorunu üretme tehdidine bırakıldı.
Oysa asayiş sorunu üretme tehdidi, çözüm sürecini hızlandırmadığı gibi sürecin zeminini aşındırmaya, silahın siyaset üzerindeki gölgesinin büyümesine yol açıyor. Lice’de başlayan gerilimin kontrol dışına çıkarak can kaybına ve bayrak provokasyonuna varabilmesi, bunun en önemli kanıtını oluşturuyor.
Silah ve çatışma çözüm sürecine müdahil oldukça, siyaset ve diyalogun zemini zayıflıyor. PKK, silahı bir tehdit unsuru olarak kullandıkça, çözüm sürecinde yol almak zorlaşıyor, hatta imkânsızlaşıyor.
Lice vesilesiyle, Kandil’in silahlı unsurlarını Türkiye’de tutma kararını ve Kürt hareketinin çözüm sürecinin gidişatından duyduğu rahatsızlığı gösterme tarzını yeniden ele almakta ve sorgulamakta yarar var.
[Akşam, 12 Haziran 2014]