Bugün Kürt meselesi adına tekrara giren söylemlerin inanarak dile getiremedikleri tek husus PKK’nın silahsızlanmasıdır.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan isyan dalgası diktatörlükleri tek tek vurmaya başlayınca, bölgede yaşananların Türkiye’ye etkisi konusunda zihin egzersizleri yapılmaya başlandı. Türkiye’de bazı yorumcular siyasi ve toplumsal fay hatlarımız üzerinden acemice rol çalmaya kalkıştılar. Üzüm yemekten ziyade bağcıyı dövmeye niyet etmiş olan bu yaklaşım, uzunca bir zamandır kendi gündeminden başka hiç bir maslahatı gözetmez durumda.
Kürt meselesinden bahsediyoruz. Kürt meselesinden bahsederken artık müstakil bir sorun haline gelen Kürt siyasi aktörlerden bahsediyoruz. Bu aktörlerden bahsederken adeta Kürt sorunundan bağımsız bir düzeye ulaşmış olan şiddet ve terörle karşı karşıyayız. Adeta 22 Temmuz 2007, 29 Mart 2009 ve 12 Eylül 2010 öncesine benzer bir şekilde şiddet ve terörün yükselmesi için siyasi ve sosyal zemin çalışması yapılmakta. Hatta bu sefer, uluslararası bir izleyici kitlesinin oluşması ihtimalinin kabarttığı iştahlar çok daha kanlı bir ortama ermekten de hiç rahatsız olmayacaklardır.
Siyasetten kopuk analizler
Serinkanlı bir analiz yapıldığında geldiğimiz noktada aktörlük meselesinde siyasal bir şizofreni yaşandığı açıkça görülüyor. Kürt meselesinin çözümü konusunda yapılan düzenlemeler PKK’nın silahsızlanması meselesi karşısında adeta anlamsız birer sürece dönüşmüş durumda. ‘PKK nasıl silah bırakır?’ sorusu her geçen gün biraz daha anlamsız bir suale dönüşüyor. Tüm bu kırılmaların içerisinde, sadece Kürt meselesi adına siyaset yapan BDP de tarifi zor bir siyasi çizgiye oturmuş durumda. Çaresizliklerini, siyasaldan her geçen gün kopuşlarını, milyonlarca seçmenden aldıkları oyların sorumluluğunu bir üniversite gençlik hareketi düzeyine çekilerek kamufle etmeye çalışıyorlar. Otuz yıllık kanlı mücadele birikimi akil bir siyasi çizgi üreteceğine Kürtler maliyetine ham bir siyasi kısır döngüyü yeşertiyor. Elbette, bu kısır döngünün korunmasında Türkiye’nin demokratikleşme sancıları da var. Ne var ki, bu kadar yoğun ve uzun süren kısır döngüyü sadece demokratikleşme sancılarıyla açıklamak mümkün değil. BDP değişebilir mi? Türkiye’de Cumhuriyetle başlayan bir milletleşme sorunu var. Milletleşme meselesi içerisinde jakoben resmi ideoloji uygulamaları var. Jakoben yaklaşımın içerisinde vesayet sorunu var. Vesayet meselesi içerisinde hukuksuzluk var. Ne var ki Türkiye’nin demokratikleşme döngüsünün hikâyesi son yıllarda oldukça hızlı, hatta devrimci bir kırılmaya maruz kaldı. Yaşanan değişim artık ‘Eski Türkiye-Yeni Türkiye’ denklemiyle anlatılır oldu. ‘Eski Türkiye’den ‘Yeni Türkiye’ye geçiş süreci oldukça sancılı oldu/olacak.Eski Türkiye’nin horlanan muhalif aktörleri akil bir siyasi akıl üretmemiş olsalardı bugün Yeni Türkiye’yi konuşmamız neredeyse imkânsızdı. Bu aktörlerin başında elbette AK Parti gelmektedir. Tek parti yıllarından başlayarak sürekli sistem dışı tutulan muhafazakâr gelenek her müdahaleden, her bedelden yeni bir siyaset üreterek çıkmayı başardı. Yıllarca sürecek olan yüzde 5 oy tabanı etrafındaki siyaseti sürekli meşru zeminlerde tutarak iktidara yürüyen yolculuktan vazgeçmediler.
28 Şubat darbesine daha fazla yenilik ile cevap vererek sistemin arzuladığı sonuçların tam tersinin doğmasını sağladılar.Müesses nizamın devamı için... Buraya kadar aktardığımız siyasi tarihin çok daha ağır şartlar altında var olmaya çalışan bir diğer aktörü de Kürt siyasi hareketidir. Ne yazık ki, bugüne kadar kurduğu bütün partiler kapatılan bu siyasi gelenek her yeni partisinde bir öncekine göre daha fazla keskinleşti ve eski Türkiye’ye yöneldi. Adeta, müesses nizamın devamı için PKK’dan ve Kürt siyasi hareketinden ne bekliyorsa, onu hatasız yerine getirdi. İnsan hakları mağduriyetlerinin zamandan münezzeh bir şekilde dillendirilmesi gereken talepler olmasıyla siyasi bir özne olmak için gerekli olan dili sürekli birbirine karıştırdılar. En akil aktörlerinin siyasi dil düzeyi ile taş atan çocukların; dağdaki PKK’lı ile meclisteki vekilin; 25-30 yıldır Türkiye’ye her yönüyle yabancılaşmış diasporadaki bir aktivistle, nüfusu 2 milyona yaklaşan şehrin belediye başkanının reaksiyonlarını aynı formata sokan trajik bir durumla karşı karşıyayız. Bu kelimenin tam anlamıyla siyasi ve sosyolojik zamanın, eski ve yeninin, statüko ve değişimin anlamsızlaştığı düzeye denk gelmektedir. Hal böyle olunca da konuşmanın, tartışmanın, müzakere etmenin pek bir anlamı kalmayıp her seferinde kanlı kısır döngüye mahkûm olmaktayız.
Yeni Türkiye’de Kürt meselesi Yukarıda aktardığımız kısır döngünün yaslandığı bir sanal, bir de reel iki dinamiği bulunmaktadır. Birincisi, ‘kaybedecek hiç bir şeyimiz yok’ şeklinde özetlenebilecek anakronik sol pesimizmidir. Bu kötümser ruh hali ve siyasal dili yapılabilir olanı ideal olanla, yapılanı yapılmayanlarla, tartışmayı usul sorunlarıyla sürekli makasa alarak mağduriyet algısına yaslanmayı şahsiyet kazanmaya tercih etmektedir. İkincisi ise PKK’nın varlığını ilânihaye sürdüreceği algısıdır. Bugün Kürt meselesi adına tekrara giren söylemlerin inanarak dile getiremedikleri tek husus PKK’nın silahsızlanmasıdır. Irak işgali sonrası bambaşka bir denkleme oturan ve ciddi anlamda silahsızlanma veya teröre başlama kararlarının salahiyeti bile elinden alınmış tarifi zor bir örgütle karşı karşıyayız. Kürt meselesi-PKK ilişkisini nesh eden bir ‘PKK’nın sorunu olarak PKK’ önümüzdeki dönemin en yakıcı başlığı olmaya devam edecektir. Kim çözümden yana? Bütün bu kısır döngülerden çıkış mümkün mü? Türk ulusçuluğundan isyanlara, isyanlardan geri kalmışlığa, ekonomik sorunlardan siyasi sorunlara, siyasi kırılmadan toplumsal gerilime ve nihayet Türk/Kürt ulusçuluğuna geri dönen ilkel bir kısır döngü ile karşı karşıyayız. Cumhuriyet tarihimizde bu ilkel döngünün nasıl kırılabileceğini göstermiş olan başarılı bir AK Parti örneği bulunmaktadır. Müesses nizamın bir diğer ilkel laiklik-İslam gerilimini kırmayı başarıp eski Türkiye’nin sıradan bir unsuru haline getirmiş olan AK Parti, Kürt meselesinde de normalleşmenin ve çözümün en güçlü aktörü konumundadır.
Bundan 14 yıl önce, laiklik-İslam geriliminin AK Parti geleneği eliyle ortadan kaldırılacağını dile getirenler hayalcilikle itham edilirlerdi. Bugün demokratik açılım marifetiyle müdahale edilen sorun alanına dair yapılanlar da benzer bir ithamla karşı karşıya. BDP, sadece Kürt meselesinin partisi olduğu sürece Yeni Türkiye’nin kurucu bir unsuru olmaktan uzaklaşmaktadır. Normalleşmeye katkı vermek için, Yeni Türkiye’de Kürt meselesine yer olmadığını fark etmek yeterlidir.
Star Açık Görüş, 3 Nisan 2011.