Fethullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) gerçekleştirdiği darbe girişiminin başarısız olmasında ve milletin bu darbe atmosferinden çıkartılmasında en büyük pay Erdoğan’ın siyasi liderliğindedir. Türk toplumunun destansı direnişi, emniyet teşkilatı ve MİT’in olağanüstü savaşı, TSK içindeki milli unsurların direnci, medyanın, siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve yerel yönetimlerin topyekun çabasının sonuç vermesi bu siyasi liderliğin bir sonucudur. Hem 15 Temmuz gecesi hem de darbe süreci boyunca Erdoğan’ın siyasi liderliğinin oynadığı rol iki düzlemde analiz edilerek anlaşılabilir.
Birincisi 15 Temmuz’da darbe girişiminin haber alınmasının ardından Erdoğan’ın halkı havalimanları ve meydanlara çıkmaya davet etmesinin zamanlamasıydı. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken ve ne yapması gerektiği konusunda tereddütlüyken, Erdoğan’ın görüntülü çağrısı milyonlarca insanın kritik mekanlara akın etmesini sağlayarak darbecilerle fiili mücadeleyi başlattı.
Bu hamle darbecilere karşı psikolojik üstünlük sağlamasının yanında darbe karşıtı cephenin özgüveni açısından da hayati önemdeydi. Erdoğan’ın, çağrısında kararlı ve tereddütsüz bir tutum sergilemesi bu özgüveni pekiştirdi. Erdoğan’ın gece boyunca tüm camilerden sala ve ezan okutması gibi taktik hamleleri ve can güvenliği konusunda güvencesi yokken bile başkomutan olarak Atatürk Havalimanı’na gelebilmesi, cephede savaşın kazanılmasında kritik eşiklerden biriydi. Sala ve ezan okutulması Kurtuluş Savaşı’nı çağrıştıran bir semboldü. Böylece darbe ile mücadelenin bir “kurtuluş savaşı” olarak kodlanması topyekun bir mücadelenin başlatılmasını sağladı.
Toplumsal Dönüşümün Etkisi
Darbenin engellenmesinde rol oynayan ikinci faktörün kökenleri ise Erdoğan’ın 2002 sonrası dönemde göstermiş olduğu siyasi liderlikle doğrudan ilgilidir. Erdoğan, 2002 sonrası Türkiye’de toplum ve siyasetin dönüşümünü mümkün hale getiren bir siyaset izledi. Toplum antidemokratik vesayet yapılarına karşı mücadelede özgüven kazandı. Geçmişte askeri darbeleri destekleyen siyasal partileri, bürokratik yapıları ve medyayı dönüşüme zorladı. Şimdiye kadar darbenin “meşruluk” fetvasını aydınlar yazar, bazı siyasi partiler savunur ve basın topluma anlatırdı. Yargı bürokrasisi başta olmak üzere sivil bürokratik yapılar askeri cuntacılarla işbirliğine giderek darbe sonrasını cunta lehine tanzim ederlerdi. Böylece askeri darbeler olağanlaştırılır ardından da siyaset dar bir alana hapsedilirdi. Bu ortam aynı zamanda toplumu suskunlaştırır ve geniş halk kitleleri askeri darbelere itiraz edebilecek bir özgüvenden yoksun bırakılırdı.
15 Temmuz darbesinde siyasi partiler çok önemli bir sınav vererek darbeye “amasız” karşı çıktı. Mecliste tüm siyasi partiler direnişe geçerek bombaların altında TBMM’nin açık kalmasını sağladı. Medya son on yıllık süreçte çoğullaşmıştı. Dolayısıyla darbecilerin TRT’ye el koymasının fazla bir etkisi olmayacağı aşikardı. Eski darbe dönemlerinden farklı olarak sosyal medya darbe karşıtı cephenin örgütlenmesinde ve darbecilerin cephelerdeki mevcut durumunun aktarılmasında çok önemli bir rol oynadı. Halk direnişi ve emniyet birimlerinin çabasıyla bazı kritik bölgelerde darbecilerin başarısız olmasının hızlı bir şekilde sosyal medyada paylaşıma sokulması, toplumun direnç motivasyonunu artırdı.
27 Nisan e-muhtırasında Erdoğan’ın gösterdiği siyasi liderlik de 15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla doğrudan ilgilidir. Söz konusu muhtıraya sert bir karşılık verilerek başarısızlığa mahkum edilmesi darbeler tarihi açısından bir kırılma noktasıydı. Bu süreç, AK Parti’nin yüzleştiği diğer büyük meydan okumalarla birlikte değerlendirildiğinde, AK Parti bu krizleri aşmada bir “siyasal öğrenme” deneyimi kazandı. Her krizden yeni tecrübeler elde etti ve özgüveni daha da pekişti.
FETÖ ile Mücadele Edilmeseydi Kalkışma Sonuca Ulaşabilirdi
Bu darbe girişiminin önlenmesinde Erdoğan liderliğinin en önemli unsurlarından biri de FETÖ’ye karşı yürüttüğü mücadeledir. Erdoğan, 17-25 Aralık darbe girişiminin ardından FETÖ ile mücadeleyi devletin bekası açısından bir ölüm kalım meselesi olarak gördü. Paralel Devlet Yapılanması’nı halka anlatarak Gülen Örgütü’nün tehlikesini ve bizatihi Gülen’in sapkın din anlayışını halka anlattı. Toplumun geniş kesimlerini bu mücadelenin yapılması gerektiğine inandırdı. Erdoğan, diğer muhalefet partilerinden destek görmediği halde ve hatta kendi siyasi hareketi içinden bile tehlikenin büyüklüğünü yeterince anlayamayanlara rağmen mücadeleyi sürdürdü.
Eğer Erdoğan’ın FETÖ ile mücadelede bugüne kadarki kararlılığı olmasaydı darbe gecesi mücadele yetersiz kalabilirdi. Erdoğan FETÖ’nün ülkenin geleceği açısından ne denli tehlikeli olduğunu toplumun geniş kesimlerine inandıramasaydı darbe karşıtı cephe daha güçsüz olabilirdi. Özellikle yargıda ve emniyette bu örgütün yapılanmasının, en azından yönetici kadrolarının önemli bir kısmının dağıtılması darbenin önlenmesinde kilit konumdaydı. Ayrıca Erdoğan medyada bu örgüte destek verenlerle mücadele etti ve gördükleri desteği azalttı. Bu yapının ekonomik kaynaklarını yok etmek için birçok tedbir aldı. Böylece FETÖ’nün gücüne darbe vurarak zayıflamasını sağladı. Bu adımlar atılmamış olsaydı Türkiye’de bu darbe girişiminin başarılı olma ihtimali daha yüksekti.
[Kriter, 1 Ağustos 2016].