El birliği ile atlattığımız 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi şimdiden Türkiye’nin önemli bir dönüm noktası hâline geldi. Bu tür dönüm noktaları müstakil önemlerin yanında daha önceden birikmeye başlamış olan enerjiyi ortaya çıkarıp ete kemiğe büründürme işlevine de sahiptir. FETÖ’cü darbe girişimini müteakip atılan birçok adımın 15 Temmuz öncesinde de var olan büyük ve güçlü Türkiye yürüyüşünü destekleyen ve tamamlayan mahiyette olduğu ortada. 15 Temmuz sonrası yapılanlar, 15 Temmuz öncesinde güçlü ve büyük Türkiye ideali için yapılanları da görünür hâle getirdi. Darbe başarılı olsaydı eski Türkiye’yi mezarından çıkartıp hortlatacaktı. Başarılı olamadı, büyük ve güçlü Türkiye yolunda adımlarımızı sıklaştırma, tempomuzu arttırma imkânı sundu.
15 Temmuz girişiminin bu yönünü anlayanlar ve anlamayanlar var. Batı kamuoyu Türkiye’ye karşı çifte standartlı tutumunu devam ettirerek anlamayanlar arasında yer alıyor. Batılılar Türkiye’yi hâlâ bir operasyon alanı olarak görüyorlar. Çeşitli enstrümanları kullanarak rotasını tayin edebilecekleri, kendi çıkarlarına göre yönlendirebilecekleri bir ülke zannediyorlar. Türkiye ise ısrarla eşit ve adil bir ortaklık öneriyor. Tarafların birbirini yönetmeye, teslim almaya kalkmadığı ve ajanda dayatmadığı rasyonel bir ilişki.
Ülke içi siyaset ise genel hatlarıyla olumlu bir yerde duruyor. Örneğin Devlet Bahçeli son grup toplantısında yaptığı açıklamalarla büyük ve güçlü Türkiye yürüyüşünde yer alacağını net bir şekilde ortaya koydu. Bahçeli partisinin, temsil ettiği ideolojinin ve toplum kesimlerinin hem eleştirilerini hem de yeni süreçten beklentilerini ifade etti. Hükümete desteğini açıklamanın yanında taleplerini de aynı açıklıkta ortaya koydu. Bahçeli siyasetin yeni zemininde var olacağını, kenarda durup mızıkçılık yapmayacağını, gerekirse eleştirerek gerekirse destekleyerek siyasi bir aktör olmaya devam edeceğini beyan etti. Kemal Kılıçdaroğlu’nun zihni ve tutumu Bahçeli kadar net olmasa da, o da siyasetin zemininin değiştiğini ve yeni zeminde eski siyasi usul ve yığınağı ile yol alamayacağını anlamış gözüküyor. Kılıçdaroğlu’nun da zamanla tutumunu netleştireceğini ve temsil ettiği toplum kesimlerinin talep ve beklentilerini yeni zeminde savunacağını ümit ediyoruz. Çünkü büyük ve güçlü Türkiye birilerini oyunun dışına iterek, başkalaştırarak, tek sesli hâle getirerek değil kendi kimlikleri ile oyunun içine çekerek daha fazla yol alabilir.
Bürokrasi cephesi ise parçalı bulutlu. “Memur”luğun her işi yokuşa sürmek, iş yapmamak için mevzuatın arkasına saklanmak değil millete hizmet için bir fırsat olduğunu bürokrasimizin bir kısmı 15 Temmuz öncesinde zaten kavramıştı. Bunun en güzel örneğini “yönetim artık bende” diye kendisini arayan darbecilere ağzının payını veren valiler, kaymakamlar, belediye görevlileri ve diğer bürokratlar 15 Temmuz gecesi gösterdi. Bir kısım ise yılların ataleti nedeniyle 15 Temmuz öncesinde anlayamadıkları bu değişimi ancak 15 Temmuz sonrasında fark etti. Geç de olsa önemli bir gelişme. Ancak son bir grup var ki ne 15 Temmuz’u ne öncesini ne de sonrasını anladılar. Herhangi bir unvan, titr veya görevle değil darbeyi püskürten şerefli Türk milletinin bir ferdi olarak yapılan uyarıları da maalesef eski dar-kadrocu anlayışla tehdit olarak algılayıp, yine eski usul ve üslupla “karşı atak”a geçiyorlar. Temennimiz en kısa sürede bu tutumdan vazgeçerek büyük ve güçlü Türkiye yolculuğunun ayak bağı değil bir parçası olmaları.
[Türkiye, 28 Temmuz 2016]