Pazartesi günkü yani Brüksel saldırıları henüz yapılmadan önceki son yazım şu cümlelerle başlıyordu: "Terör küresel bir sorun. Sadece kendi ülkenizde aldığınız tedbirlerle çözüme kavuşturamadığınız, belli dönemlerde attığınız adımların diğer dönemlerde sizi garanti altına almadığı, her zaman teröristten bir tık yukarıda düşünmenizi ve ona göre bir strateji kurmanızı gerektiren bir sorun." Brüksel saldırıları yaşandıktan sonra daha da fazla anlam kazanan bu ifadeler aslında teröre ilişkin sorunun kaynağına bir atıf yapmaktaydı. Terörle nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda uluslararası toplum tarafından uzlaşılan bir metot olmadığı gibi terörün ne olduğu konusunda da uzlaşılan bir tanım maalesef yok. İşte terörle mücadele konusundaki en büyük zafiyetimiz tam olarak bu.
Terörün Avrupa’daki son kurbanı Belçika’ya dair yine terörle ilişkili iki tane önemli konu var ki bunlar yukarıdaki ifadelere sağlam dayanak teşkil etmekte. Birincisi bir önceki yazımda da bahsettiğim Brüksel’in ortasındaki PKK çadırı. Terörün tanımı veya daha doğrusu terörün prensiplerden ziyade siyasi mülahazalara göre tanımının en bariz örneğidir o çadır. AB tarafından da terörist olarak listelenen PKK’nın militanlarının bu çadırı kurmasına izin verilmesi bile terörle mücadele konusundaki zafiyetlerden birisidir. O an itibarıyla elinde silah bulunmaması, bir teröristi terörist olmaktan azat etmez. Tıpkı DAİŞ militanları gibi PKK’lıların da öldürmeyi, intihar saldırılarını kutsayan, ırkçı, radikal ideolojilerini o çadırda kusmasına izin vermek, başlı başına ölümcül bir yanlıştır. Bu yanlış terör örgütlerini palazlandırırken, birbirinden operasyonel açıdan ilham alan terör örgütlerini de benzer stratejiler izleme konusunda cesaretlendirmekte.
İkinci konu ise terörle mücadele konusundaki en hafif ifadeyle lakaytlığın bariz bir göstergesi olan Belçika’nın Brüksel bombacısı El-Bakraoui’ye muamelesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Brüksel saldırısından sonra sarf ettiği şu sözler Belçika gündemini sarsacak cinsten: ''Brüksel'de saldırganlardan biri daha önce Haziran 2015'te Gaziantep'te yakalayıp sınır dışı ettiğimiz kişidir. Sınır dışı işlemini 14 Temmuz 2015'te notayla Belçika Büyükelçiliği’ne iletmişiz. Belçikalılar adı geçeni serbest bırakmıştır. Bu kişinin yabancı terörist savaşçı olduğu yönündeki uyarımıza rağmen Belçika terörizmle bağlantısını tespit edememiştir. Kendi isteği üzerine, Hollanda'ya da iade etmişiz. Nota ile oraya da bildirilmiştir." Bu alıntıyı özellikle kullandım çünkü tarihe not düşmek gerekiyor.
Türkiye DAİŞ’in peyda olduğu günden beri kendi imkânlarıyla DAİŞ’le mücadele ediyor ve sürekli DAİŞ üzerinden operasyon yiyor. Düşünün El-Bakroui Belçika’dan hareket ediyor, Türkiye’ye varıp Gaziantep’e geçiyor. Belçika hükümetinden yapılan hiçbir uyarı yok. Buna rağmen Türkiye kendi imkânlarıyla El-Bakraoui’nin DAİŞ militanı olduğunu tespit ediyor. Yakalayıp, Belçika hükümetine de nota geçtikten sonra sınır dışı ediyor. Terör dışı bir suçtan hapis yatıyor ve şartlı tahliye ediliyor. Sonrasında ise Brüksel’deki terör saldırısını gerçekleştiriyor. El-Bakraoui hapiste radikalleşmiyor. Hapis öncesi zaten DAİŞ’le irtibatı var. Fakat Belçika hükümeti bu bağlantıyı tespit edemiyor.
Son acı saldırı bize terörle mücadelede ayrım yapmadan, siyasi mülahazalara girmeden ve ciddi bir şekilde uluslararası işbirliği yapmanın zaruretini bir kez daha gösterdi. Terörü gerçekten hakkıyla tanımlayanlar, terör ve teröristi ayıklamanın ahlaksızlığı bir yana bu ahlaksızlığın oluşturduğu stratejik zafiyeti de açıkça görebilirler. Terör sınır aşan bir olgu; bu da terörle mücadeleyi gerçekten isteyen uluslararası aktörlerin bir masada oturmasını ve empati kurmasını zorunlu kılıyor. Yoksa terör daha çok can yakacak.
[Akşam, 25 Mart 2016].