SETA > Yorum |
Kalkınmanın Bankacılığı

Kalkınmanın Bankacılığı

Kalkınma finansmanı, ticari kar yerine sürdürülebilir kalkınmaya destek vermeye odaklanır ve geleneksel finans sisteminden hakkıyla faydalanamayan belli başlı alanlara kaynak sağlamakla iştigal eder.

Hükümetin büyüme hedeflerimiz doğrultusunda son dönemde adını andığı planlardan biri de, kalkınma bankacılığına yeni bir soluk getirmek… Bu vesileyle ben de bugün, “ulusal” kalkınma bankacılığı konusuna bir miktar değinmek istiyorum. Nedir, ne değildir, ne olmalıdır? Buyurun birlikte bakalım.

Sıfırdan alacak olursak, öncelikle basit bir tanımlamayla başlayalım. Kalkınma finansmanı, ticari kar yerine sürdürülebilir kalkınmaya destek vermeye odaklanır ve geleneksel finans sisteminden hakkıyla faydalanamayan belli başlı alanlara kaynak sağlamakla iştigal eder. Söz konusu sektör ya da projeler neden hakkıyla faydalanamıyormuş ki derseniz; aklımıza, az bilindik, yoğun belirsiz ve/ya uzun soluklu olmaları gibi özellikler geliyor. Haliyle de, riskten kaçınan ticari bankalar, bu unsurlar çerçevesinde daha yüksek riskli buldukları ve geleceğini pek öngöremedikleri bu tip adayları, kollarını açarak beklemiyor.

Dolayısıyla diyebiliriz ki; kalkınma bankaları tipik olarak, bir ülkedeki klasik finansman gidişatı ile kalkınma hedefleri ihtiyaçları arasındaki uyumsuzluktan doğan “piyasa başarısızlığına” cevaben hizmet vermeyi amaçlıyor.

Ve bu hizmetin, dünya çapında ta 1800'lerden (ve dahi öncesinden) beri izlerine rastlanıyor. Bilhassa sanayi yoluyla kalkınmayı merkeze aldığı gözlenen kalkınma bankacılığının, Avrupa ve Japonya başta olmak üzere bugünün gelişmiş dünyasının o günlerde sanayileşerek serpilmesi hikâyesinde başrolde oynadığı biliniyor.

Örneğin, en eskilerden Société Générale des Pays-Bas pour Favoriser l'Industrie National, kayda adıyla sanıyla geçirdiği “milli sanayiyi teşvik etmek amacıyla” 1822'de Hollanda Birleşik Krallığı'nın Belçika'sında hayata gelmişti.

19. asırda Fransa'dan Meksika'ya bu konuda çeşitli güçlü örnekler görüyor olmakla birlikte, sonraki yüzyılda her iki cihan harbini de takiben Batı'da ve Japonya'da kalkınma bankacılığının şaha kalktığını söylemek mümkün. Sonrasında daha az gelişmiş ülkelerin de artan bir ilgi duyduğu kalkınma finansmanı konusu, şöyle bir geriye bakıldığında, tarihinde başarılı olduğu kadar başarısız örnekler de barındırıyor. Bu noktada, Latin Amerika'dan Afrika'ya gelişmekte olan sayısız lokasyonda, gelmiş geçmiş geçmemiş yüzlerce ilgili finans kurumuna rastlıyoruz diyerek meramımı ima edeyim.

NASIL BİR BANKA?
Demek istediğim şu ki; eldeki kalkınma bankacılığı vakaları, konuya sorgulayıcı bir şekilde yaklaşmanın kritik önemine işaret ediyor. Nitekim düzgün kurgulanmayan ya da yönetilemeyen örneklerin, kaş yaparken göz çıkardığına nesiller şahit…

O halde en temeldeki soru, bu bankaların set ettikleri amaca hizmet etmekte nasıl başarılı olabilecekleri… Bu noktada ise, evrensel bir kural ya da model olmadığını hatırlatarak başlamak gerek. Zaten yerel dinamikler de, kilidin anahtarı…

İşte buradan hareketle, ilgili bankalar için çerçeveyi çizerken cevaplanması gereken soruların başında, kalkınma hedefleri kapsamında üstlenilen roller/sektörler ve buna yönelik gayelerin “net” içeriğinin geldiği kanaatindeyim. Zira kalkınma bankalarının çıktılarının ağırlıklı performans ölçütünün de, ilgili alanlar doğrultusundaki “ekonomik gelişime katkı” olduğu ifade edilebilir.

Dolayısıyla, evvela kafaların net ve odaklanmış olması şart…

Tabii doğru tohumları atmak bir yana; meyveleri verimli bir şekilde toplayabilmek için ise, kalkınma bankalarının ideal sermayeyi temin etmesi, güçlü insan kaynağına sahip olması, etkin yönetilmesi, düzgün risk değerlendirmesi yapabilmesi ve ayrıca şeffaflık meselesine itinayla yaklaşması gerekiyor.

DOĞRU CEVAPLAR
Ve yapılan performans araştırmaları da, dünya çapında bayağı bir kalkınma bankasının kendisine çeki düzen vermesi gerektiğini ortaya koyuyor. Başarıya ket vuran unsurlar arasında ise, yönetim kurullarında bağımsız üye olmaması ve denetim standartlarındaki uyumsuzluklar/gevşeklikler gibi hususlar göze çarpıyor. Kalkınmayı temel alan finans kurumları için finansal sürdürülebilirlik de kuşkusuz hayati gerekliliklerden olurken, “sistemdeki” pozisyonu doğru belirlemenin ehemmiyeti de inkâr edilemez.

Sonuç olarak kalkınma bankaları, stratejik değerde orta ve uzun vadeli krediler temin etmenin yanı sıra, ekonominin problemli dönemlerinde kredi kıtlığının imdadına koşma hikâyeleriyle de kahramanlık potansiyeli taşıyor. Ayrıca sağladıkları nispeten düşük maliyetli krediler, teknik destekler ve sermaye piyasasıyla irtibatları doğrultusunda, ulusal ekonomi için oldukça anlamlı roller üstlenebiliyor.

Öte yandan bunları başarabilmek, yukarıdaki sorulara mümkün olduğunca doğru ve net cevaplar vermeyi başarabilmekten geçiyor.

[Yeni Şafak, 23 Eylül 2016].