Bizim neslin dindar çocukları bu nakaratı iyi bilirler: “Bayramsa bayramınız mübarek olsun!”
Bugünden bakınca anlamlı bulur musunuz, bilmem.
Ama bizlerin dilindeydi şu sözler.
“Hiçe sayılıyor hak dini İslam
Kan gölüne döndü bak Afganistan
Bayram mı olurmuş gözyaşlarından
Bayramsa bayramınız mübarek olsun
Onulmaz yaralar merhem beklerken
Ayasofya mahkûm feryat ederken
Kudüs boynu bükük masum bakarken
Bayramsa bayramınız mübarek olsun.”
Bir tür haykırıştı bu.
Bir tür dua.
Ama en çok da İslam dünyasının içinde olduğu duruma yönelik bir tür isyan hali.
Bir yandan bayramı eda ederken, diğer taraftan İslam dünyasındaki cereyan eden acıların verdiği keder hep bizimleydi.
Afganistan’dan Çeçenistan’a, Filistin’den Bosna’ya İslam coğrafyasında akan kan, Müslümanlara yönelik katliamlar bizlerin “bayram sevinci”ni daima gölgeledi.
Bugün de bayram sevincimizi gölgeleyecek onlarca hadiseyle karşı karşıyayız.
Benim oğlum da Filistin için, Suriye için, Irak için, Müslümanlara yönelik dünyanın farklı bölgelerinde yürütülen zulümler için üzülüyor.
Belki aynı kavramlarla ifade etmiyor duygularını.
Ama o da aynı üzüntüyü hissediyor.
Müslümanlara yapılan zulümlere öfke duyuyor.
Kahredici bir devamlılık var burada.
Ne var ki bugünü ve dünü karşılaştırdığımızda bence çok temel bir farklılaşma var.
Evet, biz bayramı gerçek anlamda hissedemiyorduk.
Etrafımızdaki zulümler içimizi kanatıyordu.
Ancak bizim içimizi kanatan bir başka şey daha vardı.
Bayramımızı bayram gibi yaşamamızı engelleyen habis bir hal.
İçeride, kendi memleketimizde yaşadığımızı düşündüğümüz zulüm.
Daha açık bir söyleyişle kendi memleketimize ilişkin yaşadığımız yabancılaşma hali.
Hiç de yabana atılır cinsten bir yabancılaşma hali değildi bu.
Aynı zamanda bir hiddet hissiydi.
Necip Fazıl’ın “öz yurdunda garip” metaforu hepimizi sarıp sarmalıyordu.
Bugünden geriye dönüp bakıyorum da, bayramlarımızı bayram gibi eda edemememizde bu hissiyat çok merkezi bir yer işgal ediyordu.
Bugün farklı bir noktadayız.
Kim ne derse desin, farklı hem de çok farklı bir noktadayız.
1990’ların dünyasından bahsediyorum.
O dönemle bugünü karşılaştırıyorum.
Akıl, izan sahibi her Müslümanın kolaylıkla fark edeceği ciddi mahiyet değişimleri yaşandı bu ülkede.
Evet, artık daha rahat bir biçimde “Bu Ülke” diye bir şeyden bahsediyoruz.
“Bizden adam olmaz” psikolojisiyle başlamıyoruz her cümleye.
Türkiye’nin normalleşmesi, Türkiye Müslümanlarının kendi ülkesine yabancılaşma hissinden kurtulması anlamına da geliyor.
Bayram ancak bu yabancılaşma hissinden kurtulduğumuzda hissettiğimiz bir şeydi aslında.
Çevremiz kan ağlamaya devam ediyor, evet.
Bu kez Türkiye’de devlet, çevresiyle sahici bir ilişki kuruyor.
Çevresindeki zulümlerde taraf oluyor.
Kendisini yapay sınırlarla çevresinden ayırmıyor.
Misak-ı Milli fetişizmi yapmıyor, bir “mutluluk adası” masalı anlatmıyor vatandaşına.
Bugün Türkiye toplumu, Irak’ın, Filistin’in, Suriye’nin ve hatta Afrika’nın kendisini ne denli ilgilendirdiğini çok iyi biliyor.
Bu sadece ticaret üzerinden, ekonomik büyüme ve istikrar üzerinden ilerleyen bir ilgi değil.
Bu bir kader ortaklığı.
Kader ortaklığı hissiyatı.
Bayramı anlamlı kılan, ümmeti tahayyül etmeye imkân tanıyan bir hissiyat bu.
Bayram, bize Müslüman dünya için, zulümler için dertlenme imkânı sunuyor.
Elbette bayram bundan ibaret değil.
Gündelik hayattaki birçok güzelliği yanında bir de bu var.
Bayramınız mübarek olsun...
[Akşam, 05 Ekim 2014]