İran, 1979'daki devrimden bu yana ABD dış politikasının iç politikada en çok yankılanan alanlarından biri. Özellikle seçim dönemlerinde mesele dış politika olduğunda, İran adaylar için bir anda en hassas unsurlar arasında yer alabiliyor. Yaklaşan ABD başkanlık seçimlerinde de bu durum bozulmayacak gibi. Herhangi büyük bir uluslararası kriz yaşanmadığı takdirde Kasım ayında başkan adaylarını karşı karşıya getirebilecek en önemli dış politika meselesinin İran olacağına artık kesin gözüyle bakılıyor.
Cumhuriyetçi adaylar şimdiden İran'ın nükleer programı ve İsrail- İran ilişkilerinin niteliği ile ABD dış politikasının bu iki alanda son dört yıl içindeki icraatlarını kampanyalarındaki dış politika unsurunun odağına yerleştirmiş durumdalar. Buna karşın Obama yönetimi Cumhuriyetçilerin eleştirilerine karşı bir yandan seçimlere kadar durumu kontrol altında tutup diplomatik baskıyı sürdürmeyi planlarken, öte yandan da İran ile ilgili meselelerin devrimden bu yana ABD başkanlarına yaşattığı zor anları da hatırda tutarak tüm sürprizlere hazırlıklı olmaya çalışıyor.
Bundan yaklaşık 32 sene önce Başkan Carter ile Reagan'ın yarıştığı 1980 seçimlerinde İran'daki devrimciler Carter'a başkanlık kariyerinin en zor günlerini yaşatmış ve birçoklarına göre yeniden seçilememesinde büyük rol oynamıştı. Devrilen İran Şahı'nın tedavi için ABD'ye kabul edilmesi üzerine Tahran'daki ABD elçiliğini kuşatıp elçilik görevlilerini rehin alan devrimciler seçimlere kadar Carter'ın tüm çabalarına ve yapılan tüm görüşmelere rağmen rehineleri salıvermemişti. Üstüne üstlük bu sırada ABD'nin rehineleri kurtarmak için gerçekleştirmeye çalıştığı operasyon da bir kum fırtınası yüzünden başarısız olunca Carter'ın İran meselesini idare ediş biçimi Cumhuriyetçi aday Reagan'ın en önemli dış politika eleştirisi haline dönüşmüştü. Carter'ın kasımda seçimleri kaybetmesinden sonra görevi Reagan'a devredeceği ocak ayına kadar çözmeye çalıştığı bu mesele o iki ay içinde de İran'daki devrimcilerin ayak diremesi sebebiyle çözüme ulaşamamıştı. Devrimciler Carter'a başkan olarak rehinelerin serbest bırakıldığını açıklama şansını vermediği gibi, ellerinde tuttukları ABD'li rehineleri 444 gün alıkoyduktan sonra Carter'ın görevi Reagan'a devretmesinden beş dakika sonrasında serbest bırakmışlardı.
Daha sonrasında 1980'lerin ortasında İran ile ilişkilerde yaşanan bir skandal İran konusunda Carter'ı yeterince sert olmamakla suçlayan Başkan Reagan'a başkanlığının en çetin günlerini yaşatmıştı. İddialara göre ABD bu dönemde İran'la ilişkili bir grubun elindeki altı ABD'li rehineyi kurtarmak için İran'a İsrail üzerinden silah satmış ve dahası silah satışından elde edilen kaynakla Nikaragua'daki kontrgerilla gruplarını desteklemişti. İran- Kontra vakası olarak bilinen ABD tarihindeki en önemli dış politika skandallarından biri sonucunda Reagan'ın popülaritesi ABD tarihinde bir başkanın yaşadığı en hızlı ve en büyük düşüşü yaşayarak kısa zamanda 20 puan kadar gerilemişti. Skandaldan habersiz olduğu konusunu sonuna kadar sürdüren Reagan'ı kurtaran, birçoklarına göre skandalın patlak verdiği dönemde Reagan'ın ikinci dönem başkan olmasıydı. İran meselesi bu olaydan sonra bu sefer de 1988 seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti'nin adayı olan George Bush için en büyük problemlerden biri haline geldi. Demokratların adayı Dukakis İran-Kontra olayını sürekli gündeme getirip o dönemde başkan yardımcısı olan Bush'un bu skandaldaki payını tartışmaya açarak Bush ile arasındaki dış politika tecrübe uçurumunu kapamayı denemişti. Bush kampanya dönemi boyunca bir yandan Dukakis'in eleştirilerine cevap vermeye çalışırken İran konusunda ABD medyası ile de sık sık karşı karşıya gelmişti. Bush'un seçimi kazanması İran meselesini ortadan kaldırmadı. Bu dönemde Lübnan'da tutulan bir grup ABD'li rehine Bush yönetimi için önemli bir sorun haline gelebilirdi. Carter'ın tek dönem başkan olmasının arkasındaki sebeplerden birinin rehine sorunu olduğunu iyi bilen Bush'un seçimi kazandıktan sonra başkanlık yemini sırasında yaptığı konuşmada İran'a zeytin dalı uzatmasının arkasında da bu sorun yatıyordu.
Her ne kadar 1980'lerin sonundan, özellikle Humeyni'nin ölümü sonrasından 2000'li yıllara kadar geçen sürede, ABD iç politikasında İran'ın işgal ettiği konumu Irak ve Saddam Hüseyin devralmış olsa da bu yıllarda da özellikle seçim dönemlerinde İran konusu sıklıkla gündeme geldi. Özellikle 1990'ların ortasında bazı ABD'li petrol şirketlerinin İran ile iş yapmaya kalkışması ABD seçimlerinde İran'ı yeniden önemli bir başlık haline getirmişti. Clinton yönetimi olayın Cumhuriyetçiler tarafından kullanılması ihtimalini göze alarak başkanlık seçimlerinin yapılacağı 1996'da İran ile ticari ilişkiler konusunda yasal önlemler alarak durumu kontrol altında tutmaya çalışmıştı.
İran meselesi Bush'un 11 Eylül olayları sonrasında yaptığı "şer ekseni" konuşması ile ABD dış politikası gündemine yeniden en önden giriş yaptı. ABD El-Kaide ile birlikte terör örgütlerine destek veren devletleri de hedef almaya karar vermiş ve İran'ı da 11 Eylül sonrasında ABD'ye verdiği desteğe rağmen olağan şüphelilerden biri olarak ilan etmişti. Daha sonrasında 2005 seçimlerinde Ahmedinejad'ın başkan seçilmesi ve sert söylemi meselenin ABD iç politikasında yankılanmasının önünü açtı. Bu süre zarfında İran'ın Irak'taki Şii gruplara destek verdiği yolundaki bilgiler ve ABD kamuoyunda artarak kullanılmaya başlanan Lübnan anolojisi ile İran'ın nükleer programı, İran'ı ABD savunma ve dış politikasının öncelikleri arasında soktu.
Bu durum 2008 başkanlık yarışında oldukça açık bir şekilde ortaya çıktı. Demokrat aday Obama ile Cumhuriyetçi aday McCain arasında en sık tartışılan unsurlardan biri İran'a karşı izlenecek politikaydı. Obama meseleyi diplomatik yollarla çözmekten yana olduğunu söyledikçe McCain Obama'nın İran tehlikesini yeterince anlayamadığını savunarak İran'a karşı fazla yumuşak olmakla suçlamıştı. Seçimleri kazanan Obama 1989'da Bush'un yaptığı gibi başkanlık yemini sonrasında yaptığı konuşmada İran'a seslenerek yeniden zeytin dalı uzatıyor ve sıkılan yumrukların diyalog için gevşemesi gerektiğinin altını çiziyordu.
Obama'nın göreve başlamasından bu yana, özellikle Irak'tan çekilinmesiyle, İran yeniden ABD iç politikasında adından en çok bahsedilen dış politika meselesine dönüştü. 2012 başkanlık seçimi yaklaştıkça Obama yeterince sert ve kararlı olduğunu göstermek için sürekli tüm seçenekler masada mesajı verdi, Cumhuriyetçi aday adayları ise güç kullanımı ile ilgili seçenekleri kullanmadığı için Obama'yı eleştirmeye devam etti. Kampanyaların yavaş yavaş söylem ve slogan belirlemeye başladığı bu günlerde Demokratlar seçimlerde İran'ın sebep olabileceği yol kazalarının önünü almaya çalışıyor. Ortaya çıkabilecek yeni bir gizli nükleer tesis veya Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun yayınlayabileceği olumsuz bir rapor, Cumhuriyetçi adayın eline önemli bir koz verip Obama'ya zor günler yaşatabilecek. Dahası krizin bu şekliyle uzaması sonucunda yükselecek petrol fiyatları Obama'ya olan desteği düşürüp ikinci kez seçilmesini tehlikeye sokabilecek. İran'ın bu durumun farkında olduğu ve izleyeceği politikaların ABD'deki izdüşümünü göz önüne alacağı muhakkak. Ancak bu siyasi denklemin sunacağı fırsat veya riskleri ne şekilde değerlendireceği henüz bir muamma. Bilinen o ki, ABD'deki seçimler yaklaştıkça iki ülkenin iç ve dış politikaları daha bir iç içe geçecek ve bu durum belki de 2013'teki İran başkanlık seçimlerine kadar daha girift bir hal alacak.