15 Temmuz'un birinci yıl dönümü yaklaşıyor. Hummalı bir çalışma var, yıl dönümü programları, etkinlikler ve anmalar planlanıyor. Bu vesileyle geriye dönüp öncesi ve sonrası ile o günleri tekrar yaşıyoruz.
15 Temmuz'un yıldönümünde SETA'nın yayınlayacağı bir raporun hazırlıkları için uzun süredir batı basınındaki 15 Temmuz haberlerine tekrar bakıyorum. Zaten bildiğim bir gerçek bütün yakıcılığı ve cüssesi ile tekrar tekrar gözümün önünde beliriyor. Batılı basın yayın organlarının büyük çoğunluğu 15 Temmuz'u bırakın Türkiye'ye destek olmayı, tarafsız bir gözle bile yayınlayamadı.
Basın ilkelerini ve etik değerlerini ayaklar altına alırcasına çarpıtmalar yaptılar. Modern zamanların gördüğü belki de en büyük, en görkemli, en şerefli hak mücadelesi olan 15 Temmuz destanını gölgelemek için ellerinden geleni yaptılar.
O çok övdükleri, başka kimseye bırakmadıkları demokrasinin kendilerinden saymadıkları bir ülkenin insanları tarafından ölümüne savunulabilmesini kabullenemediler.
Diktatör dedikleri Cumhurbaşkanı'nın kendi halkı tarafından canları pahasına desteklendiği gerçeğini içlerine sindiremediler.
Üzerine ölü toprağı serpilmiş halinde bile Türk milletinin neler yapabileceğini hatırlamaktan memnun olmadılar.
Bu nedenle 15 Temmuz gerçeğini çarpıtmak için ellerinden geleni yaptılar.
Önce 15 Temmuz girişiminin vahametini ve Türk milletinin şanlı direnişini küçümsediler.
Batı'da çıkan haberlere baktığımızda ne helikopterlerden açılan ateşle şehit olan sivillere ne de tankları çıplak elleri ile durduran insanlara yer verildiğini görüyoruz.
Hemen her haberde Boğaz köprülerinin darbeci askerler tarafından trafiğe kapatıldığı anlatılıyor ama köprüde şehit olan insanlardan bahsedilmiyor. Ama köprüden aşağı atılan, kafası kesilen, linç edilen asker hikâyelerinden geçilmiyor. Yani halka ateş açan asker haberlerde hiç yer almazken halkın askerleri linç ettiği iddiası köpürtüle köpürtüle anlatılıyor.
Şüphesiz bu bilinçli bir tercih.
Batı basını bu yayın politikası ile mağdurla zalimi yer değiştiriyor. Darbenin mağduru olan sivilleri askerleri linç eden zalimler, darbenin zalimi olan askerleri ise halk tarafından linç edilen mağdurlar haline getiriyor.
Buna da yayıncılık diyorlar, bunu yapanlar sonra gelip Türkiye'de basın özgürlüğü yok diyebiliyorlar...
Maalesef daha vahimi de var!
Türkiye'nin ana muhalefet lideri de adını adalet yürüyüşü koyduğu yürüyüşte verdiği mesajlarla aynı şeyi yapıyor. Şimdiye kadar 15 Temmuz'u hakkıyla andığını görmediğimiz Kılıçdaroğlu, kontrollü darbeden, o da yetmeyince 20 Temmuz darbesinden bahsediyor. 15 Temmuz gecesi ülkesi için canını veren şehitleri hatırladığını, hatırlattığını görmediğimiz Kılıçdaroğlu, tıpkı Batı basını gibi, linç edilen harp okulu öğrencisinden bahsediyor.
Bir muhalefet lideri düşünün, adaletten bahsetsin, haktan hukuktan bahsetsin ama ülkenin yakın tarihinde görmüş olduğu en büyük adaletsizlik hakkında söyleyecek sözü bunlar olsun. Milletin destansı direnişini, darbecilerin cinayetlerini, FETÖ'nün emellerini hiç gündeme getirmesin.
Varsa yoksa kontrollü darbe, 20 Temmuz darbesi, linç edilen asker lafları etsin, FETÖ'cü gazetecileri mitinglerde alkışlatsın.
Olacak iş değil. Bunu siyasetle, rekabetle, Kılıçdaroğlu'nun siyaset tarzıyla açıklamak mümkün değil. Bu işin içinde başka bir iş var.
[Takvim, 22 Haziran 2017].