Politik yer tutuşların dış politikayı anlama biçimini şekillendirdiği bir ortamda nasıl sağlıklı bir Türk dış politikası okuması yapılabilir? Bu sorunun uzantılarını ‘eksen kayması’ tartışmasından Türkiye-İran ilişkileri ve İsrail’in Gazze filosuna yaptığı saldırı sonrasındaki tartışmalara kadar birçok temel dış politika meselesinde görmek mümkündür.Türkiye’de her zaman iç (politik) gündem dış gündemin önünde gelmektedir ve bu manzarayı yazılı ve görsel basında da görmek mümkündür. Türkiye’nin de içinde olduğu ve tüm dünyanın gözünü diktiği çok önemli konular dahi bir iç gündem maddesi öne çıktığında birkaç günde unutulabilmektedir. Bu bakımdan, Türkiye’nin giderek küresel ölçekte önemli roller oynadığı bir süreçte Türk basınındaki dış haberciliğin ne durumda olduğu derinlemesine incelenmesi gereken bir konudur.
Bu perspektiften yola çıkarak geçtiğimiz günlerde SETA olarak “Türk Basınında Dış Habercilik” başlıklı bir araştırmayı kamuoyu ile paylaştık. Mücahit Küçükyılmaz ile birlikte yürüttüğümüz araştırma İstanbul, Ankara ve Washington’da yapıldı. Alanında ilk olan araştırmanın çarpıcı sonuçları var; bunlardan biri Türk basınında ciddi bir uzman gazetecilik sorunu olduğu, bir diğeri de basının fazlaca Türkiye merkezli dış habercilik yaptığıdır. Buna dış habercilikte magazinel bakış sorunu ile ajanslara bağımlı bir dış habercilik gerçeğini de eklemek lazım. Elbette daha birçok çarpıcı başlık var araştırmada; ancak genel anlamda bakıldığında Türk basınının son dönemdeki proaktif Türk dış politikasını takip etmede ve kavrayıp anlamada kısmen yetersiz kaldığı sonucuna varılmaktadır.Çoğunluğu yine medyanın mutfağında yer alan dış habercilerle gerçekleştirilen 60’a yakın mülakattan çıkan sonuçlar bunlar.
Basında politik kutuplaşma
Dışarıdan bakan birçok göz, durduğu konuma göre farklı değerlendiriyor Türk dış politikasını.
Kimileri yüzünü Batı’dan Doğu’ya dönmüş bir Türkiye resmi çizerken kimileri de çok boyutlu bir dış politika gördüklerini söylüyor. Sonuçta varılan çıkarım ne olursa olsun ortak tespit, Türk dış politikasının son yıllarda ciddi bir ivme kazandığı, eskiden olduğu gibi Batı’nın bir uç karakolu olmak istemediği, kendisine yeni yaşam alanları arayışında olan aktif bir ülke olmaya doğru ilerlediği şeklindedir. Peki içeride Türk basını bu tartışmaları nasıl sürdürmektedir?
Esasen araştırmada da öne çıkan ana başlıklardan birinde olduğu gibi, Türk siyaseti politik (ve kısmen ideolojik) anlamda polarize olduğu ölçüde medyada da benzer bir polarizasyon süreci yaşanmaktadır. Politik yer tutuşların dış politikayı anlama biçimini şekillendirdiği bir ortamda aslında nasıl sağlıklı bir Türk dış politikası okuması yapılabilir ki? Bu sorun, başlı başına derin ve keskin bir sorundur. Bu polarizasyonun uzantılarını eksen kayması tartışmalarından Türkiye-İran ilişkilerine, Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın söylemlerinin değerlendirmesinden İsrail’in Gazze filosuna yaptığı saldırı sonrasındaki tartışmalara kadar birçok temel dış politika meselesinde görmek mümkündür.
Uzman gazeteci sıkıntısı
Dolayısıyla Türk basınındaki politik kutuplaşma dış haberciliğin kalitesini de maalesef olumsuz etkilemekte; esas işi haberi doğru ve tarafsız bir biçimde vermek olan medya unsurları durduğu yere göre haber yapabilmektedir.
Araştırmada sık