SETA > Yorum |

Türkiye Bölgede Düzen Kurucu Rol Üstleniyor.

SoÄŸuk SavaÅŸ sonrası yeni dünya düzeninde pasif aktör olmayı kabullenmeyen Türkiye, dış politikasını kendi inisiyatifiyle belirlemeye baÅŸladı.

Siyaset, ekonomi, eÄŸitim, hukuk ve saÄŸlık gibi hayatımızı doÄŸrudan ilgilendiren alanlarda kabuk deÄŸiÅŸtiren, bölgesel ve küresel geliÅŸmelere seyirci kalmak yerine müdahil olmaya baÅŸlayan Türkiye, dış politikada kendi gündemini oluÅŸturmaya ve bölgedeki geliÅŸmelerde etkin olmaya çalışmakta. Dış politika tercihlerinde küresel hegemonik güçlerin yörüngesinden kurtulmak, kendi istikametini belirlemek, geleneksel müttefikleri küstürmeden yeni ittifaklar kurmak cesaret, zekâ ve manevra alanına sahip olmayı gerektirir. Ancak cesaret ve zekâ bağımsız bir dış politika kurgulamak ve sürdürmek için yeterli deÄŸil. Bunlara ilaveten bir ülkenin sert ve ince güce, bunları akıllı güce (smart power) dönüÅŸtürebilecek siyasi lider ve kadrolara da ihtiyacı vardır. Son dönemdeki dış politika aktivizmine ve etkilerine bakıldığında Türkiye'deki siyasi kadronun ülkemizin sahip olduÄŸu sert ve ince gücü ideoloji ve romantizm kıskacına kapılmadan gerçekçi ve akılcı bir ÅŸekilde yönettiÄŸini görüyoruz. 

Ä°ç politika gibi dış politika da normalleÅŸiyor 

Türkiye'nin demokratikleÅŸerek açık ve saydam bir ülkeye dönüÅŸmesi, üretiminin artması, ekonomisinin büyümesi ve yeni pazar arayışları güvenlik perspektifini etkisizleÅŸtirdi. Bunun yerine akılcı, gerçekçi, pragmatik ve aynı zamanda moral deÄŸerleri de önemseyen bir dış politika vizyonu benimsendi. Türk dış politikasındaki yeni açılımlar, özellikle OrtadoÄŸu ülkeleri ile kurulan yakın iliÅŸkiler her ne kadar bazılarında eksen kayması biçiminde yorumlansa da aslında bir özgüvenin ve yukarıda iÅŸaret edilen geliÅŸmelerin yansımasıdır. Bu noktada, BaÅŸbakan Recep Tayyip ErdoÄŸan'ın Kuveyt'teki Türk-Arap Ä°liÅŸkileri Konferansı'nda yaptığı konuÅŸmada "Dış politikamızı kendimiz tayin eder, rotamızı kendimiz belirler, dış politikada gündemimizi kendimiz oluÅŸtururuz" mealindeki sözleri, Türkiye'nin dış politikasının en önemli parametrelerinden birinin kendine güven olduÄŸunu göstermesi bakımından anlamlıdır. Türkiye'nin uluslararası sistemde sözüne kulak verilen bir aktör olmasında, BM, AB, Ä°KÖ ve NATO'da saygınlığının artmasında özgüveni kadar moral ve etik deÄŸerleri dış politikasının merkezine yerleÅŸtirmesinin de büyük bir payı var. Uluslararası sistemin etkin aktörlerinin özeleÅŸtiri yapmalarına da öncülük eden ilkelere dayalı bu tercih, Türkiye'yi küresel vicdanın sesi olma yolunda ön plana çıkarmıştır. 

Moral deÄŸerleri dış politikaya taşımak 

Barış, istikrar, insan hakları ve adalet gibi deÄŸerler yanında savaÅŸ ve çatışma yerine diplomasi ve müzakereyi önceleyen bir yaklaşımı benimseyen Türkiye, dış politikadaki etki alanını insani kaygılarla daha da geniÅŸletme imkânı bulmuÅŸtur. Türkiye'nin geleneksel dış politika tercihleri ve iliÅŸkileri ideolojik kaygılarla ve kuÅŸkusuz SoÄŸuk SavaÅŸ dönemine damgasını vuran güvenlik anlayışı ile ÅŸekillenmiÅŸ, daha çok Batılı müttefikler ile iliÅŸkiler geliÅŸtirilmiÅŸtir. Bunun doÄŸal bir sonucu olarak tarihi ve kültürel zemin hazır olmasına karşın Balkanlar, Kafkasya, Afrika ve OrtadoÄŸu'ya hak ettiÄŸi önem verilmemiÅŸtir. Türkiye'nin bugün izlediÄŸi dış politika aslında iç politikadakine benzer bir normalleÅŸme ve restorasyon dönemini baÅŸlatmıştır. Bir taraftan AB ile üyelik müzakereleri sürdüren, Kıbrıs ve Ermenistan gibi dondurulmuÅŸ sorunları masaya yatıran, tek ülkeye bağımlı kalma riskini ortadan kaldırmak için enerji kaynaklarını çeÅŸitlendirme adına Rusya ve Ä°ran ile iliÅŸkileri geliÅŸ