SETA > Yorum |
Milli Şuur Eksikliğiyle Nereye

Milli Şuur Eksikliğiyle Nereye?

Tarihinin en acı terör saldırılarından biri karşısında bile dayanışmayı sağlayamayan bir milletin ve temsilcilerinin, istikrara kavuşup kalkınmayı hedeflemesi ne kadar mümkün olabilir?

“Toprak sarsılıyor. Hep birden esfel-i safiline yuvarlanmak istemiyorsak, gözlerimizi açmalıyız.”

Cemil Meriç'ten miras bu sözlerle, bugün ekonomi yazılarıma bir köşelik ara veriyorum. Zira bu ülke birlik olmaktan bihaber olmaya devam ettikçe, ekonomiye dair gelişmeleri ve sorunları konuşmak, sisli bir yolda vizyon çizmekten farksız hissettiriyor.

Tarihinin en acı terör saldırılarından biri karşısında bile dayanışmayı sağlayamayan bir milletin ve temsilcilerinin, istikrara kavuşup kalkınmayı hedeflemesi ne kadar mümkün olabilir? Hafta sonunda, ekonomi ajandamdaki konuları bir yana bırakıp, hep bunu düşündüm: Milli şuur eksikliğiyle nereye varılabilir?

VURULDUK

Cumartesi günü kalbimizden ve beynimizden vurulduk. 100'e yakın can gitti, onlarca yaralımız var. Bizlerin izlemeye dahi yüreğimiz ve gözlerimiz dayanmazken, bir de ateşin düştüğü ocakları düşünün. Dehşet, acı, yıkım… Milletçe yıkıldık. Yastayız.

Bununla birlikte, yaslarımıza yenilerini ekletmemek için acilen toparlanmamız ve gözlerimizi açmamız gerekiyor. Devletin ve istihbaratın yüksek derecede teyakkuzda olması ve sorumluluk sergilemesi şartken, kendini bu vatanın evladı bilen herkesin de gözlerini sonuna kadar açması gerekiyor.

Zira görüyoruz ve yaşıyoruz ki; böylesi bir ortamda dahi polemikler acımasızca birbirini takip ediyor. Provokatif açıklamalar, nefret kökenli kör ithamlar birbirini kovalıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu, korkunç katliam karşısında dayanışma çağrısı yaptığında Kılıçdaroğlu makul bir hareketle davete icabet etti derken, toplantı sonrası demecini heyecanla beklediğim CHP liderinden, seçim sath-ı mailinde siyasi mesajlar duymak (sadece bugüne değil geleceğe dair de) ümitlerimi yerle bir ediyor. Öte yandan, milliyetçi kimliği sahiplenen Bahçeli'nin, milli birlik çağrısını trajik bir üslupla reddetmesi de, beni kara kara düşündürüyor. O değilse kim, şimdi değilse ne zaman?

Birileri ise, bırakın birlik mesajlarına katılma ihtimalini, ortamı fırsat bilip fitne tohumları saçmaya devam ediyor. Kalbimizden henüz vurulduğumuz saatlerde milletçe kan kaybederken; halkın meclis çatısı altına soktuğu ancak katil bir örgütle flört etmekten kendini alıkoyamamış bir partinin lideri nasıl oluyor da “Katil devlet” iftirasını atma sığlığını, yüzsüzlüğünü ve fütursuzluğunu üstlenebiliyor?

Bir Fransız yazarın işaret ettiği şu toplumsal gerçekten güç alarak mı?

“Bir teröristin bombasının en büyük tehlikesi, onun kışkırttığı akıl tutulması patlamasındadır.”

Evet, tam anlamıyla bundan güç alarak! Zira çok net görüyoruz ki; HDP'nin, acımız karşısında soğukkanlılıkla gösterdiği bu zehirli yaklaşım, medyanın da tahrikiyle, halkımızın bir kesimini, aklın donup kaldığı şu dönemde, o tehlikeli cepheye çekmeyi maalesef başarıyor.

ZAMAN DÜŞÜNME ZAMANI

Oysa gün, halkımız için; şokun verdiği şaşkınlıkla, kışkırtmalarla hareket etmemek için en kritik gün. Zaman, düşünme zamanı. O halde, zehirli mihraklara yönelmeden, hep birlikte düşünmemiz gerek. Ve kendi irademizle, en temel sorudan başlarsak, en esaslı cevaba kolayca erişebiliriz: Terörün amacı nedir? Terörizmin amacı, korku ve belirsizlik yaratmak, dikkat dağıtmak ve toplumun davranışlarını bu yollarla manipüle etmektir.

Adı üzerindedir. Terörün sözlük anlamı; korkudur, dehşettir. Ne diyor Melekler ve Şeytanlar'da, Profesör: “Ölüm, terörizmin yan ürünüdür. Asıl gaye, korku yaratmaktır. Zira korku, düzene olan inancı zayıflatır. Toplumda kargaşaya sebep olur. Hükümetin sarsılmazlık görüntüsünü sildiğinizde, insanların inancını da silersiniz”.

Evet, en derinde inanç kaybıdır terörün amacı. Milletin birbirine ve devletine olan inancının zedelenmesidir. Ve bu da, insanoğlunun psikolojik zaafını kullanarak, öne sürülen temelsiz/temeli zayıf iddialara düşünmeden inanmasına yol açar. Kapsamlı düşünmeyi engeller.

İşte bugün Türkiye'nin birliği için parti menfaatleri ötesinde kenetlenme zamanıyken şahit olduğumuz siyasi tutumlar da, ne yazık ki alışageldiğimiz “tehlikeli mantık kurguları” aracılığıyla bu zaaflara yön verir cinsten.

Bu bağlamda; dayanaksız suçlamalardaki “çamur at, izi kalsın” yaklaşımları karaktersizliğin boyutlarını ifşa ederken, asıl sebep terörü es geçip yan unsurlar üzerine kurularak 1 Kasım'a bağlanan söylemler ise, milli birlik olgusuna hizmet etmenin ucundan bile geçemiyor.

Ve siyasi amaçlar uğruna “düşünce silsilesinde bilinçli olarak kurgulanan” bu yanlışlar, şu ortamda dahi neden dayanışma olamadığının en açık göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Sunulan çarpık silsilelerle halkın içine çekildiği yanılgılar ise, terörizmin amaçladığı “kaos planlaması”na hizmet etme potansiyeli taşıyor. Şahit oluyoruz ki mevcut söylemler; meseleyi, ana sebep ve müsebbip olan terör ve terörist zihniyetlerden çok daha uzak bir uca çekmeyi ustaca başarıyor.

PUSULA: ŞUUR

Cemil Meriç ile başladık. Onunla bitirelim.

“İdeolojiler siyaset dünyasının haritaları. Haritasız denize açılınır mı? Ama harita, tehlikeli bir yolculukta tek kılavuz olamaz. Pusulaya da ihtiyaç var. Pusula: Şuur. Tarih şuuru, milliyet şuuru, kişilik şuuru… İdeolojilerin peşine takılanlar, pusulasızlardır.”

Topraklarımızın sarsıldığı, vatanımızın saldırı altında olduğu, yanı başımızda geleceğin şekillendiği, kısacası hayati öneme sahip şu hassas dönemde pusulasız hareket etmeye devam edersek, kayalara çarpmamız kaçınılmaz olacak.

İşte bu yüzden Türkiye için zaman; parçadan bütüne, ideolojiden milli şuura geçişin tam zamanıdır.

“Türkiye'nin” her ideolojiden evlatları olarak, hem gözlerimizi, hem de şuurumuzu sonuna kadar açarak birbirimize kenetlenme zamanıdır.

Sözüm, nifak meclislerinden dışarıdır.

[Yeni Şafak, 13 Ekim 2015]