SETA > Yorum |
Geleceğin Haritası Çizilirken Türkiye

Geleceğin Haritası Çizilirken Türkiye

Yanı başımızda yeni haritalar çizilirken ve gelecek şekillenirken, parçadan bütüne geçmekten, milli şuurla kenetlenmekten başka şansımız yoktur.

Bugünkü köşemizi, gazetemiz Yeni Şafak'ın anlamlı toplumsal dayanışma çağrısı “Başka Türkiye Yok” kampanyasına bir katkı vererek açmak isterim. Aslında yeni bir söylem sarf etmeyeceğim. Son aylarda kaleme aldıklarımın ana fikrini iki maddede yazmam kâfi gelecek.
1. Yanı başımızda yeni haritalar çizilirken ve gelecek şekillenirken, parçadan bütüne geçmekten, milli şuurla kenetlenmekten başka şansımız yoktur.
2. Kenetlendikçe koruyacağımız ve kazanacağımız güç, dünyanın güçsüzüne el uzatma mücadelemizin/sorumluluğumuzun da vazgeçilmezidir.
“İşte bunun en yakın ve canlı örneği mültecilerdir” diyerek, yukarıdaki iki hususa da destek verecek günün konusuna geçiş yapayım.

GİDECEK YERİMİZ YOKTU

We Had Nowhere Else To Go: Gidecek Başka Yerimiz Yoktu.
Uluslararası Af Örgütü Amnesty International tarafından geçtiğimiz hafta dünya kamuoyuna sunulan rapor… Konu, Suriye'nin kuzeyinde göçe zorlanan halk ve yapılan yıkımlar. Baş aktörler, bölgede palazlanan PYD-YPG ikilisi.
“Ya bize katılıp kalırsınız, ya da bu toprakları terk edersiniz dediler / Köyü terk etmezsek, ABD'ye IŞİD tarafında olduğumuzu söyleyip hava saldırısına tabi tutmakla tehdit ettiler / Ertesi gün evimizi yakmaya geldiler / Gidecek yerimiz yok dedik, cehenneme gidin dediler”.

Şiddete maruz kalanların çoğu, Türkmen ve Arap… İçlerinde az da olsa Kürt de var. Sultan'ın, Hasan'ın, Maha'nın ve diğerlerinin bu ve benzeri söylemleri, koca bir bölge ve sayısız insan için geçerli. Onların tüm varlıkları, YPG güçlerince yakıldı. Yurtlarında kalmaları yasaklandı. Gidecek yerleri olmasa da, merhametli bir el vardı. Önemli bölümü Türkiye'ye sığındı.

SAVAŞ SUÇLULARI

Amnesty Raporu'nun açıkladığı bu gerçekler, Türkiye açısından kritik mesajlar veriyor. Bunlardan ilki, raporun ilanı olduğu üzere, PYD ve YPG tarafından bölge insanına uygulanan şiddetin “savaş suçu” olması. Amnesty, elde ettiği bulgulara istinaden, PYD ve YPG'ye “suç işlemeyi durdur” mesajı verirken, ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin içinde ya da dışında olup bu ikiliye destek veren ülkelere de, “aksiyona geçin” çağrısı yapıyor.

Kimse kılını kıpırdatmıyor o başka ancak; bu bağlamda raporda da geçen ve altı çizilmesi gereken hususlardan biri, köylerin yerle bir edilip boşaltılması sırasında IŞİD ile herhangi bir çatışmanın olmaması. Buradan hareketle bir diğer husus ise, PYD'nin ilgili yerleri askeri bölge ilan etmesi. Dolayısıyla, raporda ifade edildiği gibi, bölgedeki yakıp yıkmanın hukuken geçerli bir mazereti yok.
İşte PYD'nin askeri bölge yayılımına dair verilen bilgiler de, Türkiye'nin endişelerini doğrulayan ciddi bir mesaj niteliğinde. PYD IŞİD'den boşalan yerleri doldururken, Tel Abyad'ı yeni kanton ilan edeceğine dair iki gün önce gelen haberler de malumunuz. Hedef, yekpare bir koridor…

PKK İTTİFAKI

İşin bizim açımızdan kritik tarafı ise; PKK'nın, PYD'nin K. Suriye'deki yayılımından güç alması. Bu doğrultuda çeşitli uluslararası yayınlarda da, PKK-PYD ittifakı çerçevesinde nasıl bir etkileşim olduğuna ve/veya umulduğuna dair bolca ipucuna rastlıyoruz.

Dolayısıyla, Türkiye IŞİD belasından korunmaya çalışırken, PKK-PYD/YPG işbirliğine karşı da güvenliğini sağlamak zorunda. Ve bu yüzden, Suriye'de bu güçlerin destek almasından haklı bir şekilde tedirginiz. Başbakan Davutoğlu'nun belirttiği gibi; kimse YPG'ye verilen silahların, PKK'nın eline düşüp Türkiye'ye doğrultulmayacağının garantisini veremez.

Tabii ABD ise, IŞİD'e karşı kullandığı PYD-YPG kanadının Türkiye'de yarattığı tedirginliğe bir gözünü kapıyor. Amnesty raporuna da haliyle kulaklarını tıkadığını varsayabiliriz ancak PYD-YPG'nin bölgede etnik temizliği sürdürmesinin, mülteci dalgasını tetiklemeye devam edeceğini de belirtmeliyiz. Bu noktada aslında, ABD'nin Ortadoğu sahnesinde artık nasıl bir role bürünmek istediğini de, en temelden sorgulamak gerektiği kanaatindeyim.

Ve şimdi denkleme yeni bir dinamik olarak giren Rusya faktörü ise, daha önce kaleme aldığım gibi, IŞİD'i bahane olarak kullanıp fiili bir Ortadoğu aktörü olmayı çok uzun zaman sürdürecek. Bu gerçeğin; yanı başımızdaki ilgili olumsuzlukları, yoğunluk, süre ve komplikasyon açısından artıracağını beklemek pek makul olur. Kısacası, sınırımızdaki riskler değişen bir kompozisyonla büyürken, her zamankinden hassas politikalar geliştirme ihtiyacımız da zirveye tırmanmakta.

SIRTIMIZI KOLLAMAK

Ve üzerimize terör ve envaı tehdidin musallat edildiği böylesi bir devirde, HDP ise sırtını PYD'ye dayadığını ısrar ve gururla belirtiyor.
*Savaş suçlusu ilan edilmiş PYD'ye…
*Sınır ötemizde federal yapı arzusundaki PYD'ye…
*Ve en önemlisi de, bu ülkede babalara evlatlarını gömdüren PKK ile göbek bağı olan PYD'ye…

Bu üç bagajı bir arada alarak vardığımız o ağır noktada, HDP Eş Başkanı Yüksekdağ'ın, “Türkiye Cumhuriyeti'nin de, halkının da, sırtını PYD-YPG'ye dayadığına/dayaması gerektiğine” dair söylemlerde bulunmasının (öne sürdüğü argümanın ispatlanmış çürüklüğü de göz önüne alındığında) çok düşündürücü olduğunu da eklemeden geçmeyelim.
Nitekim Türkiye'nin geleceğini inşa etmede söz sahibi olmaya talip “samimi” ve “milli” aktörlerin;
*Maruz kaldığımız riskleri pasifize etmek için, Rusya'sından ABD'sine, Suriye'sinden İran'ına çok bilinmeyenli karmaşık denklemi çözme mücadelesi verdiğimizin/vereceğimizin müthiş şuur ve azminde olması;
*Bunu yaparken ise, söz konusu uzantılara sırt dayamak şöyle dursun, onlar dâhil tüm ilgili tehditlerden sırtımızı “kollamanın” hayati önemini bilerek davranması beklenir.

Türkiye'nin toprağına vatan deyip, onun her karışını ve üzerindeki her canı korumayı kutsal bilenler için bu böyledir.
Çok net. Nokta.

[Yeni Şafak, 23 Ekim 2015]