SETA > Yorum |
Kudüs Provokasyonu Ve Sonrası

Kudüs Provokasyonu Ve Sonrası

Bölgede Türkiye hariç sesini yükseltebilecek, diplomasiyi yürütecek ve en nihayetinde Filistin halkının haklarını etkili bir şekilde savunacak aktör kalmadı.

Trump, ABD Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınma ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararının provokasyon anlamına geldiğinin farkındaydı.

Zaten bu karar imzalanırken aynı anda, ABD Dışişleri Bakanlığı tüm diplomatik misyonlarına talimat göndererek, “20 Aralık’a kadar Kudüs ve Batı Şeria’ya zorunlu olmadıkça seyahat yapmayın” uyarısında bulunmuştu.

Bu provokasyonla, Orta Doğu’da devam eden kaos ortamının daha da derinleşeceğini Trump ve İsrail yönetimi biliyorlardı.

Açıklamada çokça “barış”tan bahsedilmesi ise, ileriki günlerde İsrail’in pozisyonunun “barış anlaşması” olarak dayatılacağı anlamına gelmekteydi.

Trump’ın bahsettiği “barış planı”, İsrail’in pozisyonunun kabul ettirilmesine dair yol haritasına dayanıyor.

Söz konusu planın medyaya sızan ayrıntıları, İsrail’in işgal ve şiddet yoluyla kazanımlarının garanti altına alınmasını içeriyor.

Trump’ın damadı ve başdanışmanı Yahudi Jared Kushner’in sorumluluğunda yürütülen “barış planı”, İsrail’in 1967 sınırlarına çekilmesini müzakere etmek bir yana, bugüne kadar işgal ettiği hiçbir yerleşim yerinden çekilmeyeceği, mültecilerin geri dönmesinin söz konusu bile olmadığı ve Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul edildiği bir yaklaşıma dayanıyor.

***

Trump’ın daha bir senesi bile dolmayan başkanlık döneminde, uluslararası sorunlara nasıl yaklaştığı artık biliniyor.

Onun için “diplomasi”, “arabuluculuk”, “uluslararası kurumlar” ve “uluslararası hukuk” gibi enstrümanlar “saçmalık”tan başka bir şey değil.

Sorunlara yaklaşırken, “tarihî geçmiş”, “tarafların pozisyonları”, “yeni sorunların ortaya çıkma ihtimali” ya da “kalıcı çözüm” gibi hususlar, Trump için göz önünde bulundurulacak kriterler değil.

Söz konusu açıklamasında bugüne kadar ortaya konan çabaları “başarısız olmuş ve geride bırakılması gereken stratejiler” olarak nitelendirmesi bu bakış açısının tam bir yansıması.

Trump’ın İsrail sorununa nasıl bir çözüm planı düşündüğünü anlamak için Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine para cezası keserek ve tehdit ederek onlarla anlaşma yoluna gitmesine bakmak yeterli. Ya da Suriye’de bir terör örgütü ile mücadele için başka bir terör örgütüne, herhangi bir devlete yapmadığı kadar, silah yardımında bulunması yeterince açıklayıcı.

***

Trump başkan olmadan önce ne söz verdiyse, verdiği sözleri yerine getirmek için bugüne kadar birçok karara imza attı. “Buna da cesaret edemez” denen ne varsa sonucunun olumlu ya da olumsuz olacağına bakmadan bu kararları aldı.

Trump’ın sorunlara çözüm yaklaşımında iş adamı mantığı ve kendi bakış açısıyla tanımladığı ABD çıkarı var. Bu anlamda, attığı adımlarla kaos ve krizlerin derinleşmesi ve yeni çatışmaların çıkması onun ilgilendiği bir konu değil.

Bu açıdan bakıldığında Trump, İsrail sorunu için kendi zihnindeki planını, önümüzdeki günlerde “barış anlaşması” olarak dayatması kaçınılmaz.

Bölgeden bu plana itiraz edebilecek ülkelerin çoğunu bugüne kadar hizaya getirdi. İslam dünyası, tarihinin en parçalanmış hâlini yaşıyor. Bu parçalanma, mezhep ayrışması üzerinden giderek derinleştiriliyor.

ABD çıkarlarına uygun ve İsrail’in lehine olacak şekilde Mısır, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri dizayn edildi. En son Suud Müftüsü, İsrail ile iş birliği yapılabileceğine dair fetvayı bile vermişti!

Suriye ve Irak istikrarsızlık içinde ve Arap Baharı sonrası yaşanan bölgesel çatışmalardan en kazançlı çıkan ülke İsrail.

Diğer taraftan, bölgede İsrail politikalarına karşı çıkacak Arap sokağına etki edecek kanaat önderleri, entelektüeller, gazeteciler ve medya sindirilmiş durumda.

Yani, bölgede Türkiye hariç sesini yükseltebilecek, diplomasiyi yürütecek ve en nihayetinde Filistin halkının haklarını etkili bir şekilde savunacak aktör kalmadı.

Dolayısıyla Trump ve İsrail yönetimi İsrail’in yeni kazanımları için en uygun zamanın geldiğini düşünüyorlar. Trump ve ekibi iç politikada sıkışmaya devam edeceği düşünüldüğünde Yahudi lobisinin desteğini almak için benzer adımları maalesef atmaya devam edecektir.

Bölge, mevcut statükoyu korumak bir yana, krizlerin daha da derinleşeceği yeni bir istikrarsızlık dalgasıyla karşı karşıya.

[Türkiye, 9 Aralık 2017].