Türkiye’nin 9 Ekim tarihinde başlattığı Barış Pınarı Harekâtı (BPH), üzerinden geçen iki haftanın sonunda Suriye’de devam eden yerel-ulusal ve bölgesel-küresel rekabeti yeniden hızlandırmakla kalmadı aynı zamanda rekabetin ve çatışmanın yönünü de önemli ölçüde değiştirdi. İki hafta önceye göre Suriye’nin kuzey hattı boyunca, muhtemelen ülkenin geleceğini de şekillendirecek ölçüde yeni bir askeri-politik durum oluştu. Anlık bir resim çekerek mevcut duruma dair bir analiz yaptığınızda, Türkiye’nin operatif ve stratejik düzeyde kazanımları olduğunu görmek mümkün. Harekât, öncelikle YPG-PYD’nin kontrolünde bulunan Suriye’nin kuzeyini iki ana parçaya bölerek YPG’nin toprağa bağlı sürekliliği olan siyasi ve askeri bir entite olmasını engelledi. Fırat’ın batısını sınır hattı boyunca zaten kontrol eden Türkiye böylelikle Fırat’ın doğusunu iki ana parçaya bölmüş oldu. Bu yönüyle stratejik bir kazanım elde eden Türkiye, YPG’yi yaklaşık 30 km güneye itmesiyle de kendisine yönelebilecek tehditleri operatif düzeyde minimize etme imkânına kavuştu.
Türkiye’nin kazanımları
Bu itme işi epey karmaşık olsa da ABD ile yaptığı anlaşmayla harekât bölgesinden YPG’yi çıkarmayı başardı. Rusya ile yaptığı anlaşma ile de geri kalan bölgelerden çıkarmaya çalışacak. Öte yandan BPH ile Fırat’ın doğusunda Tel Abyad ile Resulayn arasına askeri olarak yerleşmesi ile birlikte bu bölgede kendisine askeri olarak manevra yapabileceği bir sıçrama bölgesi elde etmiş oldu. ABD’nin sınır hattından ayrılarak ya da ayrılmak zorunda bırakılarak YPG’yi tahkim etmesinin engellenmesi de ayrıca Türkiye’nin önemli kazanımları arasında yer aldı.PYD-YPG ekseni
Bu anlık resmin orta ve uzun vadeli stratejik bir kazanıma dönüşmesi ise zaman alacak. Zira Suriye haritası yeniden çok renkli bir hal aldı. Bu renklerin tek renkli bir haritaya dönüşmesi ise daha fazla zaman alacak gibi görünüyor. Bununla birlikte YPG’nin geleceğini ve Türkiye’nin bundan sonraki yol haritasını belirleyecek üç eksen olduğunu görüyoruz: YPG-PYD ekseni, Türkiye-Rusya ekseni ve Türkiye-ABD ekseni.BPH’nın en önemli sonuçlardan birisini PYD-YPG’nin “topraksal hilafetinin” fiziki olarak sona ermiş olması oluşturuyor. PYD projesinin Bağdadi’nin sözde hilafet projesinden tek farkı sahip olduğu seküler ideolojisiydi. 2012 yılında rejimle muvazaalı bir şekilde yer değiştirerek rejimin bıraktığı bölgelere yerleşerek fırsatı değerlendiren PYD-YPG, daha sonra DEAŞ’ın ortaya çıkmasıyla kendisine tarihsel bir fırsat yakaladığını düşünmüştü. Aynı anda rejim, DEAŞ, PYD ile savaşan ÖSO, DEAŞ’a hızla alan ve mevzi kaybederken DEAŞ’ın aldığı yerler hızla YPG’nin eline geçiyordu. PYD ise bu arada kendi seküler halifeliğini inşa etmek ile meşguldü. Kobani sonrasında ise PYD hızla Suriye’de en fazla kabul gören aktörlerden biri haline dönüştü. DEAŞ radikalliği ve aşırıcılığı Suriye devrimini boğarken, PYD Suriye’nin kuzeyini tek parti zihniyetinin hüküm süreceği temel coğrafi alan olarak belirlemişti. Girdiği yerleri önce Kürtleştiriyor, bu projeye karşı olan muhalefeti ya hapsediyor ya öldürüyor ya da Suriye dışına sürüyordu.
Ner var ki Rojova projesine ilk darbeyi Fırat Kalkanı Harekâtı ile aldı ve devamında gelen Afrin operasyonu ile Fırat’ın batısını Türkiye ve Türkiye destekli milli orduya terk etmek zorunda kaldı. BPH ile birlikte ise YPG-PYD projesi için yeni bir durum oluşmuş oldu. Harekat öncelikle Fırat’ın doğusunu iki ana kara parçasına böldü ve YPG’nin siyasi iddiasını sürdüreceği ana kütleyi ortadan kaldırdı. İkinci olarak, askeri gücünü kendi demografik derinliğinden Arap nüfusunun çoğunlukta olduğu güneye çekmek zorunda kalarak askeri gücünü daha zor bir alanda sürdürmek zorunda kaldı. Üçüncüsü, askeri olarak hayatta kalmak için daha fazla taviz vererek uzun vadede aktör olarak kalma ihtimalini zamanla zayıflatacak bir müttefiklik ilişkisine girmek zorunda kaldı. Aynı anda hem ABD ile hem de Suriye rejimiyle anlaşma yapmaya çalışmak böylesi bir meydan okumayı en açık şekilde ortaya çıkarırken, aynı anda hem ABD hem de Rusya tarafından zayıflatılmak YPG-PYD’nin hilafet projesine büyük bir darbe vurmuş oldu.
Sonuç olarak YPG-PYD ekseni ortadan kalkmadı ancak bu eksen üzerinden kurgulan stratejik hedeflere yakın ve ortada vadede ulaşma imkânı ortadan kalktı.
Rusya-Türkiye ekseni
PYD-YPG ve ABD ekseni önemli bir kayıpla karşı karşıya kalırken Türkiye-Rusya eksenindeki ilişkilerde de eski olmayan ama muhteva itibarıyla yepyeni bir başlık ortaya çıkmış oldu. Suriye dosyasında farklı alt dosyalara sahip olan iki aktör şimdi PYD-YPG dosyasının birlikte paylaşmak durumunda kaldılar. ABD-Türkiye ilişkilerinin bir parçası olan Fırat’ın doğusundaki YPG dosyası bundan böyle daha fazla Türkiye-Rusya dosyasına dönüşmüş durumda. Yeni oluşan durumun ise Rusya için dört anlamı var.Birincisi bu dosya değişikliğini Putin, ABD’ye karşı yeni bir mevzi kazanımı olarak gördü. Öyle ya da böyle ABD’yi Suriye’nin kuzeyindeki belirli alanlardan geri çekilmeye ve kendini yeniden konumlandırmaya zorlayan Türkiye’nin yarattığı jeopolitik boşluğu Rusya kendisi doldurdu. İkinci husus ise bu yeniden konumlandırmayı Moskova’nın Suriye rejimi adına bir kazanım olarak değerlendirmiş olması. Böylece rejimi Fırat’ın batısına hapsedilmiş olmaktan kurtardığı gibi, sembolik olarak 2011 öncesi konumuna yeniden getirmek için büyük bir ilerleme sağladı. Üçüncü husus ise Türkiye ile ilişkisinde hem Ankara’ya karşı YPG üzerinden yeni bir manivela kazandı hem de Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki varlığını Adana anlaşması bağlamına oturtmak suretiyle Suriye rejimi ile Türkiye arasında bir tür ilişki zemini oluşturdu. Son olarak ise PYD’nin ABD’den alamadıklarını Suriye rejiminden alabilmesi için muhatabın kendisi olduğunu gösterdi. 22 Ekim mutabakatından bir gün sonra Rusya Federasyonu Savunma Bakanı Şoygu’nun Ferhat Abdi Şahin ile görüşmesi bu muhataplık meselesini açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Buna karşılık Türkiye-Rusya ekseninin Suriye’nin geleceği konusunda daha konsolide olduğu söylenebilir. Bu konsolidasyonun kendisini gösterdiği en az dört temel alan var. Birincisi, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi egemenliğinin Moskova ve Ankara tarafından korunması yönünde ortaya koyulan irade. Hattı zatında söz konusu irade Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasındaki uzlaşı zemininin en önemli sütununu oluşturuyor. İkinci konu ise Suriye’deki siyasi geçiş dönemi için yürütülen anayasa komisyonu çalışmalarının iki ülke için ortak bir zemin oluşturması. Siyasi çözüm iki tarafında da en çok istediği konuların başında geliyor. Üçüncüsü İdlib, dördüncüsü ise bizatihi YPG-PYD meselesi.
Bunlardan en önemli olanı şu anda kuşkusuz YPG’nin Türkiye sınırından 30-32 km güneye indirilmesi. Bu sürecin önümüzdeki günlerde tamamlanmasının ardından Tel Abyad-Rasulayn hattının dışında kalan bölgelerde nasıl bir siyasal ve güvenlik düzeninin oluşturulacağı Türk-Rus konsolidasyonun nereye doğru gideceğini daha net bir şekilde gösterecek. Bu konuda Moskova’nın tavrının “YPG’yi ilga PYD’yi dönüştürme” şeklinde olması iki ülke arasındaki PYD-YPG dosyasını yönetmenin ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Ancak buradaki temel muamma YPG’nin Suriye ordusuna hangi statü ve şekilde entegre edileceği. ABD’nin SDG ile ilişkilerini devam ettireceği sözünü verdiği bir düzlemde YPG’yi Suriye ordusuna entegre etmek ya da tamamen elimine etmek pek de kolay görünmüyor. Dolayısıyla Rusya-Türkiye ekseninin bundan sonra temel sınaması, İdlib ya da Anayasa yapım süreci değil büyük ölçüde PYD-YPG olacak gibi görünüyor.
ABD-Türkiye ekseni
Türkiye-Rusya ekseni yeniden konsolide olurken, Türkiye-ABD ekseninin ise BPH ile birlikte bazı tıkanıkları aştığı ancak yeni bir döneme girdiği görülüyor. Bununla birlikte, Türkiye’nin harekâtını kabul etmek zorunda kalan ABD’nin güneyde PYD-YPG’ye yeni bir statü oluşturmaya çalışması ilişkileri yeniden krize sokabilir. YPG güneye çekilse de elindeki silahların ne olacağı konusu hala büyük bir soru işareti olarak ortada duruyor. Dolayısıyla topraksallık iddiasını kaybeden PYD-YPG şimdi siyasi olarak Türkiye’den uzakta olmanın avantajını çıkarıp çıkaramayacağını büyük ölçüde ABD’nin tavrı belirleyecek. Bu tavır aynı zamanda Türkiye-ABD ekseninin Suriye bağlamında yeniden tanımlanmasını da beraberinde getirecek.Birinci konu elbette YPG’nin elindeki ağır silahlarının toplanıp toplanmayacağı. ABD açısından bu yönde Türkiye’ye verilmiş açık bir yol haritası olmadığı gibi YPG’nin Fırat’ın doğusunda ve Suriye’de İran’ı sınırlandırmak için kullanılacak bir güç olarak görülmesi silahtan arındırma sürecinin işlemesinin yakın bir zamanda pek mümkün olmadığını gösteriyor. Ağır silahları olan bir YPG’nin Suriye ordusuna katılmasının ise ABD tarafından istenmeyeceği oldukça açık görünüyor. Dolayısıyla YPG’nin askeri kapasitesinde güç merkezini değiştirmesi dışında bir değişiklik olmadığı anlaşılıyor. İkinci önemli husus ise PYD-YPG’nin siyasal kabul sürecinde 9 Ekim gününe nazaran ciddi bir değişiklik olduğu. ABD Başkanı Trump’ın bir tarafta Türkiye ile krizi YPG’yi güneye çekmek suretiyle aşarken öte yandan Mazlum Kobani’den “general olarak” bahsetmesi, PYD’nin temsilcisi İlham Ahmed’in Amerikan Kongresi’nde boy göstermesi siyasal kabulün bir adım ileriye gittiğinin göstergesi. Muhtemeldir ki ABD, PYD’yi Cenevre’deki en büyük Truva atı olarak kullanmak isteyecek ve bu yolla PYD’yi Suriye’ye siyasal olarak entegre edecek bir formül peşinde koşacak.
Bütün bu gelişmeler Türkiye’nin hem Suriye hem de PYD-YPG sorununu daha kapsamlı bir mesele olarak ele alması gerektiğini gösteriyor. YPG silahlı bir yakın tehdit olmaktan çıkarılsa ve topraksal bir kara gücü olmak durumu zayıflatılsa da bir sorun olarak varlığını biçim değiştirerek sürdüreceğe benziyor. Türkiye’nin de adımlarını buna göre atması gerekiyor. Üç harekât, iki mutabakat ile büyük kazanımlar elde eden Türkiye sahada zorlukları aşıyor ancak saha dışında daha büyük bir mücadele ile karşı karşıya.