Ne zamandır bir “ekonomik kriz” safsatasıdır gidiyor. Seçim döneminde ise iyiden iyiye ayaÄŸa düÅŸtü. Oysa oluÅŸturulan bu bilinçli algının, gerçekle uzaktan yakından alakası yok. Evet, bugün her ekonomide olduÄŸu gibi, bizde de toparlanması gereken ve tatmin edici olmayan göstergeler var. Ve dolar kuru gibi, dünyayla birlikte ithal ettiÄŸimiz dış kaynaklı geliÅŸmeler de var. Ancak bugün yaÅŸadığımız durumun adı kriz deÄŸil, orası kesin…
MALÄ° SABIKA
Malum, Türkiye ekonomisinin mazisi krizlerle dolu... Kriz veya türevlerinin tellallığını yapanlar da, bu eski alışkanlıktan besleniyor olabilirler. Bununla birlikte insan, kriz kültürümüzün 2000'lerde saÄŸlam bir dönüÅŸüm yaÅŸadığının farkındalar mı diye merak etmiyor deÄŸil. O halde, ülkemizin yaÅŸadığı son krizlere çok kısaca bir bakıp hafızaları tazeleyelim ve nereden nereye geldiÄŸimizi anlayalım.
Öncelikle, 90'lardan 2000'lerin başına kadar olan döneme uzanırsak, Türkiye'de yaÅŸanan krizlerin “mali sabıkalı” olduÄŸunu görebiliyoruz. Tabii mali krizin yanısıra, ödemeler dengesi patlamaları da bir baÅŸka faktördü. Ayrıca hatırlatmak gerekir ki; 2001 Krizi'ne giden yolda, önümüze bir de dev bir bankacılık harabesi yığılmıştı. Söz konusu krizlerin faturası ise, milli gelirde daralma baÅŸta olmak üzere, ekonomiye ve topluma enva çeÅŸit zarar olarak karşımıza çıktı. Ayrıca o dönemlerde öne çıkan bir diÄŸer meselenin ise, IMF programlarına muhtaç kalınarak iÅŸleri düzeltmeye çalışmak olduÄŸunun da altını çizelim.
SON KRÄ°Z FARKLIYDI
En yakın geçmiÅŸe geldiÄŸimizde ise, 2008-2009 global krizi var. Ancak Türkiye ekonomisinde 2001 sonrasında hissedilen bu tek kriz, malum küreseldi. ABD'de doÄŸup dünyanın dört bir yanına bulaÅŸan virüs, özellikle Avrupa'ya geçirttiÄŸi sıtma sonucu bizi de ister istemez etkiledi. Bu ise, büyüme hızımızda 2009'da bir düÅŸüÅŸe ve iÅŸsizlik oranında artışa sebebiyet verdi. Bununla birlikte, hemen sonrasında 2010 yılı itibariyle ciddi bir sıçrama yaparak, grafikte bir V harfi çizmeyi baÅŸardık. Ä°stihdam dostu güçlü bir büyüme sergileyerek durumu kurtardık.
Ä°ÅŸte bu noktada altını çizmemiz gereken birkaç husus var:
1- Tekrar etmek gibi olmasın ama bu kriz, eskide yaÅŸanan “kendi ürettiÄŸimiz krizlerden” farklı olarak, dış kaynaklıydı. Ödemeler dengesi veya kamu borcu veya bankacılık krizi deÄŸildi.
2- Söz konusu krizden, dünya geneline ve özellikle geliÅŸmiÅŸ ülkelere nispeten daha düÅŸük bir ÅŸiddette ve az sürede etkilenerek hızla sıyrılmış olmamız dikkat çekiciydi.
3- Bunu baÅŸarabilmenin arkasında ise, kriz sonrası politikaların yanısıra, 2000'li yıllarda uygulanan ve ÅŸoklara dayanıklılığı artıran ekonomik tamir ve reform süreci yatıyordu. ÖrneÄŸin, bu tamir iÅŸleminde duvarları saÄŸlam örülen bankalarımız, deprem gelip çattığında çökmeden ayakta kalmayı baÅŸardı.
4- Ve ayrıca, krizden kaçışın reçetesini bu kez IMF'e yazdırmayıp kendi kendimizin doktoru olmayı tercih etmemiz ise, ekonomimiz için ayrı bir kendini ispatlama ve özgüven kazanma hikâyesi oldu.
NÄ°YET SORGULANIR
Bugüne dönelim: Dünya ekonomisi pek keyifli deÄŸil ancak bir krizin içinde de deÄŸil. Ä°çeriye bakacak olursak da, geçmiÅŸten bugüne mali sabıkayı çoktan sildik, disiplinimiz herkesten çok yerinde. Ödemeler dengesi krizinde deÄŸiliz, bankacılık deseniz kapı gibi… Velhasıl, kriz tellallarına hatırlatalım: O krizler eskide kaldı.
Öte yandan, dedim ya, elbette bizde de bazı göstergeler arzu edilen seviyelerde deÄŸil. Bunlara zaten zaman zaman deÄŸiniyor ve hem nedenini hem de ne yapmak gerektiÄŸini tartışıyoruz. Nitekim eleÅŸtiri her zaman yapılmalı ve yanlış giden ÅŸeylere dikkat çekip kafa yorulmalı. Bunu baÅŸaramazsak, zaten saÄŸlıklı ilerlemekten de, geliÅŸmekten de hiç bahsetmeyelim.
Ancak ÅŸu da var ki; dünya yüzünde memleketini seven, ekonomisini güçlendirmek isteyen hiç kimse ve kuruluÅŸ, “Bizde kriz var” ve benzeri ağır ifadelerle avazı çıktığı kadar bağırıp cümle âleme ülkesini ÅŸikâyet etmez. Hele de ülkede kriz yoksa. Hele de bahsi geçen, geliÅŸmekte olan bir ülkeyse ve sermaye giriÅŸlerine ihtiyacı varsa.
Zira söylem sahipleri bu iÅŸlerden biraz anlıyorsa, bilmeleri beklenir ki; ekonomide güven aşılamak en kritik faktördür. Yok, eÄŸer anlamıyorlarsa, zaten sükût etmeleri altından deÄŸerli olur. Yok, hem anlıyor hem de acımasızca dövüyorlarsa da, iÅŸte orada niyet sorgulanır.
Nitekim bu iÅŸ; parti, hükümet, siyaset meselelerinin de ötesinde, katıksız memleket meselesidir. Bu nedenle de, “her kesimden” ilgili herkese büyük sorumluluklar yükler. EleÅŸtiriyi muhakkak yapmamız gerektiÄŸini ancak bunun uydurma deÄŸil gerçekçi; yıkıcı deÄŸil yapıcı olması gerektiÄŸini unutmasak iyi olacak.
[Yenişafak, 29 Mayıs 2015]