İçinden geçmekte olduğumuz çözüm süreci, "Türkiye tekrar eski Türkiye'ye dönmesin" çabasının bir meyvesi. Çözüm sürecine artık bir trajik hal alan söylem ve tavırlarla direnenlerde aslında eski Türkiye'nin konforlu siyasi dünyasını özlüyorlar. Eski Türkiye'de siyaset, askeri-yargı vesayet düzeninin müsaade ettiği kimliksiz alanda, üç beş anlamsız tartışma ile senelerin geçirilebildiği yerdi. Kurumsal vesayet sisteminin gerilediği yeni Türkiye'de ise kurucu aktör olmayı göze alamayan bir siyasetin kendi gettosu dışında var olma şansı her geçen gün daralıyor. Buna en açık delil son üç genel seçimde ortaya çıkan tablodur. Bugünlerde eski Türkiye denilince yaşadıklarımız hemen aklımıza gelmeyebilir. Hızlı bir hafıza tazelemesi yapmak gerekirse sadece son otuz yılda yaşadıklarımızı hatırlamamız bile nasıl bir felaketten bugünlere geldiğimizi görmemiz için yeterlidir. Darbe sonrası dayatılan anayasanın kalitesi paralelinde mahkûm olduğumuz Türkiye'de, son otuz yılda onbinlerce kişi Kürt meselesi ve terörden dolayı hayatını kaybetti. 1990'larla başlayan ağır ekonomik istikrarsızlık milenyumla ülkeyi bankacılık sisteminin iflasına kadar götürdü. Aynı dönemi 28 Şubat darbesi, 27 Nisan muhtırası, darbe planları, binlerce faili meçhul, kapatılan partiler ve bol bol yasaklar doldurdu. Şimdi tekrar bu manzaraya bakınca bugünlerde aklımıza gelen yakın örneklerden birisi Irak'tan başkası değil. Şimdilerde dillere pelesenk olmuş olan "en az otuz bin kişi öldü, on yedi bin kişi faili meçhule kurban gitti" ifadeleri bizlere Irak manzaralarından başka ne hatırlatabilir ki? Merkez medyanın olabilecek en derin oryantalist bir krizle ele aldığı Irak manzaralarından ne farkı vardı 1990'ların. Kayıp yıllar olarak kayda geçmedi mi? Irak'ta da bir gün geçmiyor ki bir Şii veya Sünni mekânı bombalanmasın, faili meçhul ve katliam gelmesin ya da yoğun tutuklamalar yaşanmasın. Maliki yönetimi, seçimlerle kazanmadığı iktidarını korumak için Irak'a büyük bir maliyet ödetiyor. Bugünkü Türkiye'ye bakıp Irak sahnelerinin bir daha yaşanmayacağını düşünebilirsiniz. Lakin 2013 Kürt meselesi çözüm sürecinde Irak'tan hâlâ çıkarılacak çok önemli dersler bulunmaktadır. Özellikle son aylarda iyice gerilimin derinleştiği Kerkük'teki çatışmaların yeni çözüm sürecinde nelerin yapılmaması gerektiğine dair altın bir rehber konumundadır. Ortadoğu'da olup da Irak'ta olmayan siyasi, etnik, mezhebi ve ekonomik bir unsur bulunmamaktadır. Benzer şekilde Irak'ta olup, Kerkük'te olmayan siyasi etnik, mezhebi ve ekonomik bir unsur bulunmamaktadır. Kısaca Irak Ortadoğu'nun, Kerkük de Irak'ın mikrokozmozudur. Bu yönüyle Kerkük'te barış Irak'ta düzen anlamına gelmektedir. Bu kadar hassas bir konumda olan Kerkük'te çatışmalar niçin dinmemektedir?
KERKÜK ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ
15 Ekim 2005 halkoylamasıyla kabul edilen Irak anayasasının 140. maddesi Kerkük meselesini çözmek için yazılmıştı. ABD işgalinin en kanlı senesi olarak kayda geçen 2005, yaratılan de facto siyasi durum marifetiyle siyasi katılım ve normalleşme kabul edilebilir bir safhaya ulaşmadan, hızlı bir şekilde anayasa metni referanduma sunuldu. Düşük bir katılımla geçen referandum, anayasa oylamasından ziyade Irak'ta "siyasetin anlamsızlaştığı ve etnik-mezhebi şablonun" ilk kez kurumsallaşması olarak kayda geçti. 2005 sonrasında, Irak'ta siyasi mücadele büyük ölçüde etnik-mezhebi alan kazanma mücadelesine dönüştü. Bu durumun en trajik örneği ise 2010 seçimlerinde, Irak'taki farklı etnik ve mezhebi unsurları içinde barındıran tek parti olan Irakiyye hareketi, seçimleri kazanmasına rağmen, iktidarı Amerika ve İran'ın zımnen desteklediği Maliki'ye bırakmak zorunda kaldılar. Artık Irak'ta seçim yapmanın anlamsızlaştığının ya da siyasalın yok edildiğinin ilanıydı. Seçim sonuçları ne olursa olsun, iktidar unsurları belli etnik ve mezhebi bir şablona göre dağıtılmaya başlanmıştı. Mezkûr şablonun rehberliğinde Irak'ın mikrokozmozu Kerkük derin bir kriz dönemine gömülmüş oldu.
Oysa 140. madde müthiş batılı çatışma çözümlerinin büyülü sorun çözme unsurlarını içinde barındırıyordu. Anayasaya göre Kerkük'te önce normalleşme sağlanacak, ardından nüfus sayımı yapılacak ve son aşmada da halkın nasıl bir yönetim ve nasıl bir model istediğine karar vermesi için seçimlere gidilecekti. Kerkük çatışma çözüm süreci yazılı hale getirildiği anda aslında çözümsüzlük de ilan edilmiş oldu. Bütün aktörler, aktif bir şekilde, ikinci aşamaya renklerini vermek için can havliyle yarışmaya başladılar. Sonuç elbette felaket oldu. İkinci aşamada güçlü bir pozisyon elde etmek için uğraşmak, birinci aşamanın, yani normalleşmenin bitmesini engelliyor, normalleşme sağlansa bile nüfus hareketlerine yatırım yapıldığı için hukuki tartışma bitmez bir hal alıyordu. 2005 anayasa referandumu sonrası 140. madde ile Kerkük sorununun çözüleceğini iddia eden aktörler ile bugün Türkiye'deki çözüm sürecine dair resmi mühür, imza ve aşamalı yol haritası olmazsa olmaz diyenlerin rasyonalitesi birbirine çok benzemektedir. Kürt meselesinin çözümü ve PKK'nın silahsızlandırılması sürecinde yapılabilecek en büyük felaket muhtemel aşamaların yasal güvence veya yazılı şartname altına alınmasıdır. İçeriğinden bağımsız olarak böylesi bir adım sürecin "al-ver" dünyasına hapsolmasına yeterli olacaktır. Şu an işlemekte olan sürecin istisnalar ve geleceği beraberce inşa arzusu temelinde devam etmesi en hayırlı metottur. Kerkük'te gelinen nokta itibariyle muhtemelen ilk yapılması gereken ya 140. maddenin iptali ya da tamamen göz ardı edilmesiyle yeni bir barış süreci başlayabilecek durumdalar. Türkiye'nin en son arzulayacağı şey çözüm sürecinin bir Kerkük tuzağına kurban gitmesi olmalıdır.
[Sabah Perspektif, 5 Mayıs 2013]