Doğrudan başlıktaki sorunun cevabını vererek başlayalım.
Türkiye’nin küresel ve bölgesel güçlere yönelik politikasını şekillendirirken dikkate aldığı üç temel parametre var.
Bunlardan ilki ve en önemlisi, Türkiye’nin kendi ülkesi ve halkının çıkarları, refahı ve istikrarıdır. Yani Türk dış politikası belirlenirken ABD’nin, Rusya’nın, Almanya’nın, Çin’in, İran’ın ya da Suudi Arabistan’ın çıkarları değil, Türkiye’nin çıkarları esas alınır.
İkinci olarak Türkiye’nin parçası olduğu Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya’nın istikrarı ve barışı Türk dış politikasının hedefleri arasında yer alır. Zira bu bölgelerde barış ve istikrar tesis edilmeden Türkiye’nin refah ve istikrarını sürdürmesi mümkün değildir.
Üçüncü önemli parametre ise, Türk dış politikasının şekillenmesi sırasında muhatap olunan devletlerle söz konusu olan ilişkinin Türkiye’nin bağımsızlığına halel getirecek tarzda bir ilişki olmamasıdır. Yani Türkiye ile yolu kesişen küresel ve bölgesel aktörlerin ülkemizin bağımsızlığına müdahale anlamına gelecek tavırlardan kaçınmalarının temini esastır.
Bu temel parametreler çerçevesinde Türkiye’nin yolunun sıkça kesiştiği küresel ve bölgesel güçlere yönelik politikasını değerlendirelim.
ABD, Rusya, İran, Almanya, BAE, İsrail ve Suudi Arabistan Türk dış politikasında yoğun bir şekilde karşımıza çıkan proaktif ülkeler.
Suriye, Yunanistan, Irak ve Libya gibi ülkelerin de Türk dış politikasında sıklıkla gündeme geldiği görülüyor, ancak bunların ilk gruptaki ülkelerden temel farkı, küresel ya da bölgesel güç kategorisinde sayılabilecek askerî ve ekonomik kapasiteye sahip olmamalarıdır. Bu yüzden bu ikinci gruptaki ülkeler, proaktif değil, daha çok başka aktörler arasındaki güç mücadelelerine sahne olan ya da Türkiye’nin içişlerine müdahale kapasiteleri zayıf ülkelerdir.
Türkiye’nin ilk grupta saydığımız ülkelerle ilişkileri açısından yapılması gereken ilk tespit, Orta Doğu’da oldukça aktif olan bu ülkelerle belirli alanlarda çıkar çatışmaları yaşadığımız gerçeği ve bunun uluslararası ilişkiler açısından doğal olduğudur.
Devletler kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederken zaman zaman karşı karşıya gelebilirler ve bu durum onları doğrudan ya da dolaylı silahlı çatışmalara da sürükleyebilir.
Türkiye ile ABD, Rusya ve İran’ın Suriye topraklarında temsilciler üzerinden yürüttükleri çatışma buna örnek olarak gösterilebilir. Çıkarlar farklılaşıyorsa ve farklılaşan bu çıkarları diplomasi masasında uzlaştırma imkânı olmuyorsa sahada çatışma kaçınılmaz olabiliyor.
Dünya tarihi bu tür çatışmaların sayısız örnekleriyle doludur.
Ancak bu noktada sorulması gereken soru şudur:
Türkiye’nin yukarıda saydığımız küresel ve bölgesel güçlerle ilişkilerinde yaşadığı sorunlar geçici çıkar çatışmalarından mı yoksa bu ülkelerin doğrudan Türkiye’nin egemenliğini hedef alan politikalarından mı kaynaklanıyor?
Eğer söz konusu olan Suriye, Libya ya da Doğu Akdeniz konusunda yaşanan çıkar çatışmalarıysa, bu sorunların çözülüp söz konusu ülkelerle Türkiye arasında iş birliği odaklı rasyonel bir ilişki kurulmasının yolu her zaman açıktır.
Ancak sorunların asıl kaynağı, bu ülkelerin Türkiye’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü hedef almaları ise bunlarla sağlıklı bir ilişki kurulması mümkün olmayacaktır.
Şimdi sormak gerek.
ABD, Türkiye’nin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı gösteren bir politika izliyor mu? Ankara’ya yönelik politikasında “içişlerine karışmama” ilkesine riayet ediyor mu?
Rusya, Türkiye’nin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı gösteren bir politika izliyor mu? Ankara’ya yönelik politikasında “içişlerine karışmama” ilkesine riayet ediyor mu?
Aynı soruları İran, Almanya, İsrail, Suudi Arabistan ve BAE açısından da sormak gerekir.
Bu ülkeler, zaman zaman ya da sürekli, doğrudan ya da dolaylı olarak, Türkiye’deki iktidarı devirmeyi hedef alan aktiviteler içerisinde oluyorlar mı?
Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan ya da halkının huzur ve refahını hedef alan terör örgütleriyle iş birliği yapıyorlar mı, onlara destek oluyorlar mı?
Türkiye’de, kendileriyle iş birliği yapan veya yapmaya hazır, Türkiye’nin değil de kendilerinin çıkarlarını önceleyen etki ajanlarına sahipler mi?
İşte, hangi ülkeler için bu sorulara “evet, bunları yapıyorlar” cevabı veriyorsak, o ülkeler bu tavırlarından vazgeçmediği sürece onlarla Türkiye arasında sağlıklı bir ilişkinin kurulması mümkün olmayacaktır.
[Türkiye, 8 Şubat 2020].