SETA > Haber |
Yeni Sistem İle Egemenlik Tam Manasıyla Milletin Olacak

Yeni Sistem İle Egemenlik Tam Manasıyla Milletin Olacak

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, SETA’da düzenlenen “Cumhurbaşkanlığı Sisteminin Anayasal Tasarımı” başlıklı konferansta konuştu.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, SETA’da düzenlenen bir konferansta “Cumhurbaşkanlığı Sisteminin Anayasal Tasarımı” konulu konferans verdi. Bakan Bozdağ’ın konuşmasından bazı bölümler şu şekilde:

Tek Başlı Yönetim Sürekli Konuşuldu Ama Yapacak Güç Yoktu

Türkiye’de hükümet sistemi tartışmaları bugünün tartışması değil. Benim üniversite yıllarında yaşadığım tartışmalar var, benden önceki büyüklerin lise, üniversite yıllarında yaşanan tartışmalar var. Esasında Türkiye’nin sürekli gündeminden biri olmuştur. Merhum Necmettin Erbakan ve merhum Alpaslan Türkeş siyasal hayatlarının daha ilk adımlarını atarken Türkiye için hükümet sistemi değişikliğini, tek başlı ve güçlü bir yürütmeyi arzu ettiklerini ifade etmişler. Ama yeterli güce kavuşamadıkları için bunu gerçekleştirememişler. Merhum Demirel ve merhum Özal ise devleti yönetmek ve hem başbakan hem de cumhurbaşkanlığı tecrübelerinden sonra bu tecrübelerin kendilerine öğrettikleriyle beraber Türkiye’nin parlamenter sistemle yoluna devam edemeyeceğini, yeni bir hükümet sistemine ihtiyaç duyulduğunu ve tek başlı bir yürütmenin şart olduğunu en üst düzeyde ifade etmişlerdir. Bunlardan durumu en zor olanı merhum Demirel’dir. Çünkü rahmetli Özal bu konuyu dile getirdiğinde ona en ağır eleştirileri yönelten, “Şahsa göre sistem istiyor, kendine sistem istiyor” eleştirilerini yapan merhum Demirel’in kendisi. Daha sonra yaşadıkları üzerine Türkiye için parlamenter sistemin değişmesi gerektiğini çok çarpıcı örnekler üzerinden vurgulamıştır. Ama hem merhum Demirel hem de merhum Özal’ın bu sistem değişikliğini yapacak siyasal gücü yoktu. Fakat ülke menfaati bunu gerektiriyordu. İfade ettiler, daha sonraki kuşaklara bu gerekliliği karşılama konusunda büyük bir altyapı bıraktılar.

AK PARTİ Gücünün Zirvesinde İstiyor 

Sayın Cumhurbaşkanı’mız daha işin başında konunun gerekliliğini vurguladı. AK Parti gücünün zirvesinde, bunu yapabilecek kudrete sahip olduğu bir dönemde. Hem parlamentoda çoğunluk elinde hem hükümet AK Parti’de hem de AK Parti’nin kurucu lideri Sayın Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin Cumhurbaşkanı. Bütün bu imkanların elinde olduğu ortamda diyor ki, “Yasama böyle, yürütme böyle, Cumhurbaşkanı böyle. Ama Türkiye için sistem değişikliğini istiyorum.” Diyorlar ya, “Şahsı için mi istiyor veya neden istiyor?” Mevcut durum bunun şahıs için değil Türkiye için istendiğinin en somut göstergesidir.

Zayıf İktidar ve İstikrarsızlıklarla Türkiye Hep Kaybetti

Eğer şahsi nedenle bir talep olsa bu talep gündeme gelmez. Peki AK Parti neden bunu arzu ediyor? Bir defa Türkiye’nin yaşadığı parlamenter sistem tecrübesi ve Türkiye’nin bulunduğu coğrafya bu ülkenin ve bu milletin bekası, güçlü olması her an söz sahibi, kudret sahibi olması için güçlü bir siyasal iktidarın ve sürekli bir istikrarın varlığını şart koşmaktadır. Zayıf iktidar ve istikrarsızlıklarla Türkiye hep kaybetti. 93 yıllık Cumhuriyet döneminde 65. Cumhuriyet Hükümeti’ni kurmuşuz. Yasamada bir istikrar yok, yasama istikrarı yok. Çünkü yasama beş yılda bir ya da dört yılda bir seçim demiş. Seçimlerin çoğu süre dolmadan yapılmış. Yürütmede de bir istikrar yok, güçlü iktidar da yok.

Mevcut Sistem Ahlak ve Hukuk Dışı Operasyonlara Açık

AK Parti 280 ile iktidar olmuş olsa Türkiye’yi dönüştüren büyük reformların altına imza atabilir mi? Atamaz. Bazı vekilleri rahatsız eden kararlar alabilir mi? Alamaz. Vekil gelip diyebilir ki bu karardan rahatsızım bunu bir daha düşün. Düşünmezsen benim gibi düşünen beş, altı arkadaşım daha var. Medya, sermaye, güç odakları ve bazı menfaat çevrelerinin rahatsız olduğu ama milletin menfaati olan kararların altına cesurca zayıf bir iktidar imza atabilir mi? Atamaz. Transferler yapabilirler. Para, tehdit ve şantajla iktidar değişiklikleri yapılabilir. Çünkü bu sistem güç merkezlerinin mevcut iktidarlara her türlü ahlak ve hukuk dışı operasyonlar yapmasına izin verecek bir yapıya da sahip. 12 Mart, 28 Şubat süreçlerinde bunu gördük. Güneş Motel olayında onu gördük. En son merhum Ecevit’in yaşadığını gördük. Büromda oturuyorum, bakanın biri istifa ediyor, o daha bitmeden ikinci bir bakan istifa ediyor, son dakika veriliyor. Merhum Ecevit’e operasyon çekiyorlar.

Operasyonlara Kapalı ve Milletin İradesini Korunaklı Kılan Bir Yapı

Bu sistemde güç odakları iktidarları indirme ve bir şekilde değiştirme noktasında çok büyük hukuk ve ahlak dışı yöntemlerle güç devşirme fırsatı buluyor. Türkiye bu kapıları açık tutarak ve iktidarları her daim operasyonlara karşı korunaksız bırakarak bu coğrafyada yoluna daha fazla devam edemez. Onun için operasyonlara kapalı ve milletin iradesini korunaklı kılan bir yapıya ihtiyaç var. Bu yüzden sistemin değişmesi, değiştirilmesi gerekiyor. Türkiye’de çift başlı yürütmenin doğurduğu çok büyük tartışmalar oldu. Merhum Özal ile Mesut Yılmaz arasında, merhum Demirel ile Tansu Çiller arasında, merhum Ecevit ile Sezer arasında, Sayın Cumhurbaşkanımız ile Sezer arasında çok büyük tartışmalar ve çatışmalar oldu.

Türkiye’nin Kavgaları Bitirecek Bir Değişime İhtiyacı Var

Türkiye, cumhurbaşkanı ile başbakanın veya hükümetin kavgalarıyla önümüzdeki yıllar içerisinde zaman kaybetmemeli, enerjisini buraya harcamamalıdır. Onun için yürütmedeki çift başlılığı ortadan kaldırıp istikrarı sağlayacak güçlü bir yürütmeyi temin edecek sistem değişikliğine Türkiye’nin gitmesi lazım. Sezer Anayasa’yı fırlattı, bedelini kim ödedi? Biz ödedik. Demirel ile Çiller kavga etti, 5 Nisan 1994 ekonomik krizi ile bedelini bütün Türkiye ödedi. Geçmişte de bu kavgaların bedelini bütün Türkiye ödedi. O zaman Türkiye’nin bu kavgaları bitirecek bir değişime ihtiyacı var. En son 2007 yılında Cumhurbaşkanı seçimi sebebiyle büyük bir kavga yaşandı. Anayasa çiğnendi, bir e-bildiri yayımlandı, hükümet ve parlamento olarak biz meseleyi çözemeyince seçime gitme kararı aldık ve millet meseleyi çözdü. Cumhurbaşkanını artık halk seçecek dendi.

Türkiye’de Her Zaman Güçlü Aktörler Yetişmiyor 

Peki 2014’de de Cumhurbaşkanlığı seçimi oldu. Türkiye’de bir kriz, bir kaos oldu mu? Olmadı. “Anayasa Mahkemesi’nden istediğimiz karar çıkmazsa bu kan demektir” diye açıklama yapan ana muhalefet partisi liderleri oldu mu? Olmadı. “Falandan filandan Cumhurbaşkanı olmaz diye ahkam kesenler oldu mu?” Olmadı. Neden çünkü kararı verme yetkisi millete verildi ve millete gidildi. İlk defa Türkiye herhangi bir kriz ve kaosa neden olmaksızın Cumhurbaşkanını seçti. Kim kazandı? Türkiye kazandı. Türkiye’nin yaşadığı gerilimleri, tartışmaları, kavgaları, Türk milleti tarafından seçilen iktidarları hukuksuz bir şekilde iktidardan etme çalışmalarını sona erdirecek, siyasi istikrarı sağlayacak ve güçlü iktidarı kuracak yeni bir sisteme ihtiyaç var. Parlamenter sistem bunu yapıyor mu? Yapmıyor. Şimdi tek başına iktidar var. Doğru. Siyasi bir istikrar var. Bu da doğru. Ama parlamenter sistemin doğasından kaynaklı zorunlu bir sonuç değil, zaman zaman ortaya çıkan sonuç. O da güçlü liderler, milletle buluşan aktörler ortaya çıktığında hep netice vermiş. Merhum Özal gibi, merhum Adnan Menderes, Sayın Cumhurbaşkanımız gibi biri çıkmış. Böylece halk istikrarlı bir döneme geçmiş. Sandıkta istikrara oy vermiş ve güçlü iktidarlar kurmuş. Ama parlamenter sistemde değişikliğe gitmezsek istikrarın tesisi, güçlü iktidarların kurulması için sürekli Tayyip Erdoğanlara, Turgut Özallara, Adnan Mendereslere ve bunlar gibi insanlara ihtiyaç duyacağız. Türkiye’de her zaman böyle güçlü aktörler yetişebiliyor mu? Milletle buluşan böyle liderler çıkabiliyor mu? Çıkmıyor. O zaman öyle bir sistem kurmalıyız ki doğası gereği siyasi istikrarı doğursun, güçlü bir iktidar kursun.

Güçlü İktidar Olmasaydı Türkiye Nasıl Bedeller Öderdi?

Türkiye’de terör var mı? Var. Hem PKK hem DEAŞ hem DHKP-C hem de FETÖ terörü var. Yanı başımızda Suriye’de iç savaş var. Irak’ta çatışma var. Türkiye üzerinde hesabı olanlar var. En son yaşadığımız 15 Temmuz darbe teşebbüsü gösterdi ki bunların hesabı kapanmış değil. Bu coğrafyada zayıf ve her türlü operasyona açık iktidarlar ve siyasi istikrarsızlıklarla Türkiye’nin ve Türk milletinin daha fazla yoluna devam edebilme imkanı yoktur. Her seçimi siyasi istikrar doğurduğu, güçlü iktidar kurduğu, hızlı karar alma ve uygulama mekanizmalarını hayata geçirdiği bir hükümet sistemine Türkiye’yi el birliği ile geçirmek zorundayız. Aksi takdirde etrafımızın yangın yerine döndüğü bir ortamda zayıf iktidarlar ve istikrarsız ortamların Türk milleti ve Türkiye devletine kaybettireceği çok şey vardır. Bunu sadece şu sorumun cevabını kendi kalbinizde vererek bulursunuz: Eğer 2003’de Irak’ın işgaliyle başlayan, Suriye’de yaşananlar, DEAŞ terörü ve bölgemizde olup biten bütün olaylara baktığımızda Türkiye’de milletin sandıkta kurduğu güçlü AK Parti iktidarı yerine zayıf iktidarlar ve istikrarsız ortamlar olsaydı acaba etrafımızda meydana gelen bu yangınlar, çatışmalar Türk milleti ve Türk devletine nasıl bedeller ödetirdi? Türkiye bugün nerede ve nasıl olurdu? Herkesin bunu değerlendirmesi lazım.

Cumhuriyet’in Gerçek Anlamda Hayata Geçirilmesini Sağlıyor

7 Haziran seçimlerinde gördük. İstikrarsızlık çıktı ve terör yeniden gemi azıyı aldı ve Türkiye hemen birkaç ay içerisinde bambaşka bir ülkeye dönüşüverdi. Onun için biz diyoruz ki Türkiye’nin bundan sonra istikrarsızlığa sokulmaması, belirsizliğe itilmemesi, kargaşa ve kaosa maruz bırakılmaması bakımından yetkinin halkta olması ve halkın siyasal istikrarı tesis edeceği yeni bir düzene geçilmesi lazım. Bu yüzden Türkiye’ye özgü bir hükümet sistemi çalışması yapıldı. Mecliste görüşüldü ve milletin huzuruna getirildi. Ne getiriyor bu? Bu Cumhuriyet’in gerçek anlamda hayata geçirilmesini sağlıyor. Cumhuriyet’in tanımı literatürde yapılıyor. Devleti yönetenlerin miras, genetik veya başka bir yoldan belirlenmediği aksine halkın iradesiyle belirlendiği bir yapıyı anlatıyor. Cumhuriyet odur. Halkı seçtiklerinin yönetmesidir. Yönetimin babadan oğula geçmemesi miras, genetik veya çok az seçkinci grup eliyle olmaması demektir.

Cumhuriyet’in Anlamına Tam Uygun

Türkiye’de 1923 yılından beri Cumhuriyet var. 1923 yılından bu yana Türk halkı doğrudan ülke yönetimini yapan kişileri seçme yetkisini kullandı mı, kullanmadı mı? Tek bir kişi bile “65 tane hükümet kuruldu, bu hükümetlerin tamamını halk sandıktan çıkarmıştır” diyemez. Neden? Çünkü Türkiye’de tek seçim yapılıyor. Sadece milletvekilliği seçimi yapılıyor. 24, 61, 82 Anayasaları Türk milletine milletvekillerinin yani milletvekillerinin oluşturduğu yasamanın seçimini yaptırıyor. Yürütme seçimi yapılmıyor. Yürütmeyi kim seçiyor? Yasama kendi arasından seçiyor. Üye tam sayısının salt çoğunluğuna sahip olursa oradan güven alıyor, yürütme meydana getiriyor. Bu tam anlamıyla Cumhuriyet’in ruhuna uygun mu? Cumhuriyet esasında ülkeyi yönetenlerin yetkiyi doğrudan halktan almasını emrediyor.

Şimdi bu Anayasa değişikliği esasında Cumhuriyet’in literatürdeki tam tanımına uygun bir biçimde Türkiye’yi yönetecek, yürütme yetkisini kullanacak hükümetin doğrudan halk iradesiyle sandıkta belirlenmesi, iktidarın halk tarafından seçilmesini ortaya koyuyor. Referandumun özü de bu. Halka sorulacak ana soru: “Siz Türkiye’yi yöneten, yönetecek olan hükümeti doğrudan seçmek istiyor musunuz? İstemiyor musunuz?” Eğer “Hükümeti doğrudan seçmek istiyorum” diyorsa “evet” oyu verecek. “Yok ben hükümeti doğrudan seçmeyeyim. Kardeşim vekiller var. Ben onlara yetki vereyim, onlar seçsin. Ben kendimi bu konuda yeterli görmüyorum” diye düşünüyorsa veya başka gerekçeleri varsa o çerçevede başka birilerini aracı kılıyorsa o da “hayır” diyecektir.

Millete yetki veriliyor şu anda. Yasama seçimi yapma yetkisinin yanına doğrudan yürütmeyi seçme yetkisi veriliyor. Bu da “Egemenlik kayıtsız, şartsız millete aittir” deniyor ya, bu egemenliğin yasama seçiminde verilmesinin yanında hükümet seçiminde de tam anlamıyla millete verilmesidir. Onun için bu düzenleme Cumhuriyet’i yok eden bir düzenleme değil Cumhuriyet’i ruhuna uygun bir biçimde Türkiye’de tam anlamıyla hayata geçiren bir düzenlemedir. Rejim değişikliği ile de alakası yoktur. Rejimin özellikleri Anayasa’nın 2. maddesinde var. Bu düzenlemelerin tamamı bu özellikleri daha da güçlendiren düzenlemelerdir.

Topluma bir korku pompalanıyor. CHP ve “hayır”a çalışan çevreler korkular üzerinden “hayır” devşirmeye çalışıyor. “Aman bu gelirse şu olacak, böyle olacak, şöyle olacak” diye aslı astarı olmadık şeyler söylüyorlar. Bazen yalanların bazen de büyük çarpıtmaların altına imza atıyorlar. Bu millet bugüne kadar korkularla, korkutmalarla oy vermedi, bundan sonra da vermeyecektir. Bunun herkes tarafından görülmesi lazımdır. Bu düzenlemeler Cumhuriyet’i, lafzı ve ruhuna uygun bir şekilde tam anlamıyla hayata geçiren, yaşatan ve güçlendiren bir anlayışla hazırlanmıştır. Bu açıdan da tarihi önemi haizdir. İlk defa Türk halkı bundan sonra hükümetlerini doğrudan sandıkta seçecektir.

Ayrıca kuvvetler ayrılığı ilkesi dediğimiz ilke tam anlamıyla hayata geçiriliyor. Kuvvetler birbirinden tam ayrılıyor ve birbirine karşı bağımsız hale getiriliyor, birbirine karşı güç ve denge sistemleri kuruluyor. Kamuoyuna verilen algı ne? “Kuvvetler birleştiriliyor.” Gözümüzün içine baka baka bu algıyı oluşturuyor ve olay ayrı; yasama seçimini ayrı yapıyorsunuz, yürütme seçimini de ayrı yapıyorsunuz. “Yok siz birleştiriyorsunuz. Yürütmenin yasama üzerindeki etkilerini ortadan kaldırıyorsunuz.” Yasamayı yürütme karşısında güçlendiriyor ki son derece önemli bu ve kuvvetleri tam ayırıyor.

Şimdi TBMM’nin çalışma usulüne baktığımızda hükümet nereden çıkıyor? Üye tam sayısının salt çoğunluğundan çıkıyor. Kanunlar, kararlar nerden çıkıyor? Meclisten çıkıyor. Karar hesabı ne? Çoğunluk. Çoğunluk kimde? İktidarda. Hem genel kurulda iktidarda hem de komisyonlarda iktidarda. Bunun anlamı ne? Bugünkü Anayasa’ya göre komisyonlar veya genel kurulda hükümete rağmen bir konunun karara bağlanmasını bırakın, gündeme alınması dahi mümkün değildir. Sadece gündeme alınma talebi yapılabilir. Yasama sürecini hükümet sevk ve idare ediyor. Kuvvetler ayrı gibi gözüküyor ama esasında iç içe bir yapı var, yürütmenin kontrolünde bir yasama var. Sadece bugün değil bugüne kadar bütün parlamentolar için aynı şey geçerli. Kanunlaşan metinlerin yüzde 99’u kanun tasarısıdır, yüzde 1’i teklif. O da hükümetin verdirdiği teklif ya da onay verdiği teklif. Peki şimdi ne yapılıyor? Hükümet artık kanun tasarısı vermeyecek, kanun teklifi de vermeyecek. Sadece Cumhurbaşkanı bütçe kanun teklifini yapacak. Kanun teklifi verme yetkisi münhasıran milletvekiline ait olacak. Komisyonlarda, genel kurulda teklifleri müdafaa etme, kabul etme, reddetme, değiştirme yetkisi ve bunun her türlü müzakeresi münhasıran milletvekillerine ait olacak. Bakanlar komisyonlarda ve genel kurulda oturmayacak. Milletvekilleri gözüne bakmayacak. Peki bu parlamentoyu güçlendirir mi, zayıflatır mı? Parlamentoyu yürütmenin emrine mi veriyor, yoksa yürütmenin karşısında parlamentoya tartışmasız bir güç ve kudret aktarımı mı yapıyor? Bugün parlamentoyu zayıflatan bir nokta, parlamentoyu güçlendiren ana noktalardan birine dönüştürüyor. Hem ayrılıyor hem de güçlendiriliyor. Bu açıdan da son derece önemli bir konu.

Şimdi bakanların çoğunluğu milletvekillerinden çıkıyor. Hem yasama hem de yürütmenin üyesi. Ama yeni sistemde yasama üyesi aynı zamanda yürütmenin üyesi olamayacak. Yasamadan biri yürütme üyesi olarak atandığı takdirde yasama üyeliği sona erecek. Sebep? Kuvvetler ayrılığı olduğu için. Yasamayı ayırıyor, yürütmeyi ayırıyor dolayısıyla bir kişi iki ayrı sıfatı taşıyarak iki ayrı yerde görev ifa edemez. Yasamadaysan işine bakacaksın, yürütme de işine bakacak. Herkes kendi işini yapacak. Yürütme yasamanın işine, yasama da yürütmenin işine bakmayacak. Herkes ayrı ayrı işini yapacak. Bu da son derece önemlidir.

Cumhurbaşkanının parlamento seçimlerini yenileme yetkisi var. Ama bu yenileme yetkisini kullandığında bunun bir müeyyidesi yok. Parlamentonun ise cumhurbaşkanı seçimlerini yenileme yetkisi yok. Ne getiriliyor? Diyor ki Anayasa değişikliği: Cumhurbaşkanı parlamento seçimlerini yenileyebilir. Ancak seçimi yenilersen sen de seçime gideceksin. 7 Haziran’da yeniledi ve seçime gitti mi Cumhurbaşkanı? Gitmedi. Ama bundan sonra seçimi yenilediği takdirde kendi de seçime gidecek. Bir müeyyide koyuyor. Keyfi kullanılamasın diye. Şimdi deniyor ki: Cumhurbaşkanı haydi seçim derse. Nasıl diyecek? Parlamento seçimiyle eş zamanlı yapılıyor. Seçim olmuş, Cumhurbaşkanı seçilmiş, parlamentoda mensubu olduğu parti yeterli çoğunluğu almamış, yeni seçim ister diyor. Halk daha bir gün önce oy vermiş, bir gün sonra gidince iradesini değiştirir mi? Değiştirmez. Varsayalım değiştirdi. Peki cumhurbaşkanı seçim kararı aldığında neden vazgeçiyor? Beş yıllık bir süreyle seçilmiş, o beş yıldan feragat ediyor. Kendi süresini kısaltıyor. Seçime gittiği zaman seçilebilme ihtimali olduğu gibi seçilememe ihtimali var. Seçilemediği takdirde de cumhurbaşkanlığı gidiyor. Öylesi bir müeyyide varken cumhurbaşkanı bunu keyfi kullanabilir mi?

Parlamentoya da yetki veriliyor. Parlamentoya deniyor ki: “Cumhurbaşkanın seçimini yenileme kararını kendi seçimini yenileme kararı alarak yapabilirsin.” Parlamentoya ilk defa cumhurbaşkanın görevine son verme yetkisi tanınıyor. Bugün meclisin cumhurbaşkanının görevini sonlandırma yetkisi yok. Ama bu düzenleme kendi seçiminin de kararını almak kaydıyla cumhurbaşkanının görevini sonlandırma yetkisi veriyor. Bu parlamentoyu güçlendirir mi, zayıflatır mı? Ayırıyor, dengeyi kuruyor, uzlaşmazlık olduğu zaman bunu çözecek büyük bir mekanizmayı hayata geçiriyor. Son derece önemli bir adım. O yüzden bu sistem kuvvetlerin birbirinden tam ayrı olduğu bir mekanizmayı ortaya koyuyor. Yasama denetimi açısından da aynı şeyi yapıyor ve kuvvetler birliğinin bugünkü fiili yapısını tamamen ortadan kaldırıyor. Böyle bir şeyin yeni sistemde olması mümkün değil. Ayrı seçim, ayrı yetkiler ve ayrı çalışma usulleri var. Bu tamamen birbirinden ayrılıyor. Ama nasıl anlatılıyor? Bir birliktelik meydana getiriliyor şeklinde değerlendiriliyor. Bunun da fevkalade yanlış bir değerlendirme olduğunu ifade etmek isterim.

Cumhurbaşkanı yetkileri üzerinden de çok ciddi tartışmalar yürütülüyor. Cumhurbaşkanının yetkilerine baktığınızda bizim Anayasa’mızda çok ciddi yetkileri var. Yeni düzenlemelerde buna birkaç tane yeni yetki ilave ediliyor. Çünkü bizim Anayasa’mız cumhurbaşkanı üzerinden hükümeti kontrol etme amacı üzerine kurgulanmış geçmişte. Çünkü 1961 Anayasası’nı yapan darbeciler o zihniyeti taşıyan siyasal kadrolar ve halkın iradesinden iktidar yetkisini alamayacağını görünce Anayasa’yı öyle kurguluyorlar ki cumhurbaşkanı vasıtasıyla sandıkta alamadıkları yetkiye Ankara’da ortak olma imkanı buluyorlar. Hani vesayet deniyor ya tam bir vesayet tipi. Bu Anayasa’nın içerisinde var. Çünkü Anayasa’da diyor ki başbakan milletvekilleri arasından cumhurbaşkanı tarafından atanır. Başbakan olmak için sadece vekil olma şartı var. Başka bir şartı yok. En çok oyu alan veya en çok milletvekili çıkaran partinin genel başkanı başbakan atanır demiyor. Cumhurbaşkanı kimi isterse onu atar diyor. Peki bakan kim olur? Başbakanın teklifi, cumhurbaşkanının onayıyla atanır. Nasıl görevden alınır? Başbakanın teklifi, cumhurbaşkanının onayıyla görevden alınır. Ne demek çok açık? Cumhurbaşkanına rağmen Türkiye başbakanlarının bakan seçme ve seçilmiş başkanı görevden alma yetkisi yok. Bu sistem başbakana dilediği bakanla çalışma yetkisini vermiyor. Neden? Çünkü halkın iradesinden istediği iktidarı alamayacağını gören darbeciler ve onun şakşakçı çevreleri ne yapıyorlar? “Halk kime verirse versin önemli değil. Gelecek oturacak Ankara’da, biz de zaten cumhurbaşkanı vasıtasıyla ortaklığımızı kuracağız. Anlaşırsak gül gibi idare ederiz. Anlaşamazsak, o zaman bakarız.” 28 Şubat’ta anlaşılamadı, neler yaşandı Türkiye gördü. Ecevit döneminde de ihtilaf çıktı, neler yaşandı Türkiye bunların hepsini gördü. Onun için de yeni sistemin bu açıdan baktığınızda da çok çok büyük bir değişimi var. Cumhurbaşkanı üzerinden Türkiye’yi kontrol etme durumu artık ortadan kalkıyor. Çünkü yürütme ayrı, yasama ayrı seçiliyor. Cumhurbaşkanına verilen yetkilere baktığınızda, bu çerçeve içerisinde değerlendirdiğinizde, eski yetkileriyle yenileri kıyaslandığınızda şimdi cumhurbaşkanını doğrudan halk seçiyor. Ankara’daki vesayet odakları belirlemiyor. Ankara’daki güç odaklarının temsilcisi değil milletin temsilcisi, milletin dediğini yapacak kişi oluyor.

Cumhurbaşkanının yeni sistemdeki gücüne ve denetim mekanizmalarına baktığınızda ilk defa Cumhurbaşkanı bugünkü sistemde denetime açılıyor. Hesap sorulan bir Cumhurbaşkanlığı ve hesap veren bir Cumhurbaşkanlığı getiriliyor. Hem halk hesap soracak hem de meclis hesap soracak. Şu anda cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemlere karşı yargı yolu kapalıdır. Tamamı yargıya açılıyor. Cumhurbaşkanının re’sen imzaladığı emir ve kararlara karşı yargı yolu kapalı. Yeni düzenlemede tamamına yargı yolu açılıyor. Cumhurbaşkanı sadece vatana ihanet ile suçlandırılabiliyor. Diğer isnat edilen suçlardan dolayı suçlandırılması mümkün değil. Anayasa izin vermiyor buna. Vatana ihanet diye kanunlarımızda da bir suç yok. Belli olmayan bir suçtan dolayı suçlandırılma imkanı yok. Şimdi ne getiriliyor? Cumhurbaşkanının işlediği bütün suçlardan dolayı suçlandırılması, vatana ihanet de dahil suçlandırılma imkanı getiriliyor. 550 milletvekilinin 413 oyu ile Yüce Divan’a sevk varken, şimdi 600 milletvekilinin 400 oyuyla Yüce Divan’a gönderiliyor. Yüce Divan’a gönderilme karar hesabı azaltılarak kolaylaştırılmış oluyor.

Siyasi sorumluluk tam tamına sağlanıyor. Bir yandan sandıkta belediye, milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimleriyle halk tarafından siyasal denetimi yapılıp halka hesap verirken öte yandan bakanlara yapılacak yazılı soruları mecliste yapılacak genel görüştürme, genel meclis araştırması, meclis soruşturması, gündem dışı konuşma, grup önerileri yöntemiyle de bizzat meclis tarafından denetlenecek ve hesap sorulacak siyasi sorumluluğu da devşirilecek. Bütçe müzakereleri veya mecliste yapacağı görüşmeler sırasında da cumhurbaşkanı meclise de hesap verecek. Hem meclise hem de millete hesap verecek. Hem meclis hem de millet hesap soracak. Ama mevcut sistemde cumhurbaşkanının siyasi sorumluluğu yoktur. Vatana ihanet dışında cezai olarak suçlandırılması mümkün değildir. Vatana ihanet suçlandırılmasının da pek fazla bir etkisi yoktur. Çünkü şu anda kanunlarımızda onun da bir karşılığı yok. Şimdi bütün bunlar anayasal güvencelere kavuşturuluyor. Hesap sorulan ve hesap veren bir cumhurbaşkanı ortaya çıkarıyor. Bu durum hukuk devletini de, demokrasiyi de, yasamayı da güçlendiriyor. Bu açıdan da son derece önemli.

Cumhurbaşkanlığı sistemi değişim sistemidir. Değişimi zorunlu ve sürekli kılan bir sistemdir. Bir kişi aday oldu, kaybetti. Kayboluyor, gidiyor. Kazandı, başarısız oldu beş sene sonra gidiyor. Çok başarılı oldu, milletin takdirini aldı, “keşke aday olsa bir daha seçeriz” dediği kadar da güzel işler yaptı, on sene sonra gidiyor. Bu ne demektir? Türkiye’yi yöneten siyasal kadroların azami on senede bir yenilenmesi, değişmesi demektir. Değişimin de Azrail vasıtasıyla değil sandıkta halk vasıtasıyla yapılması demektir. Halkın iradesiyle yapılması demektir. On senede bir değişim oluyor. On senede en güçlü lider, en çok halkla bağ kurmuş biri bile bundan sonra Türkiye’yi azami on senede bir yönetecek. Bu ne demektir? Yasamadaki aktörlerin de değişmesi demektir. Yerel aktörlerin de değişmesi demektir. Bütün siyasetin yenilenmesi demektir. Heyecanın, dinamizmin yeni kuşakların on senede bir Türkiye’nin yönetiminde söz sahibi olması ve Türkiye’nin yenilenmesi anlamına gelir. Değişim büyük bir güçtür. Şimdi değişimin önünü açıyoruz.

Ama şimdi herkes Erdoğancı oldu. CHP’liler de öyle oldu. “Sayın Erdoğan için istiyorsunuz da ondan sonra ne olacak?” diyorlar. Gözlerim yaşarıyor. Sayın Cumhurbaşkanı’mızı düşünür hale geldiler. Bunların tamamı manipülasyon, onu ifade edeyim. Bu bir değişimi getiriyor ve sistemin adı değişmeye yetti. Anayasa Mahkemesine gitmek CHP’nin anayasası gibiydi. Halkoyu var. Halk “evet” ya da “hayır” diyecek. CHP Anayasa Mahkemesine gitmekten vazgeçti. Çünkü 26 “hayır”a yetmiyor, 25 puana ihtiyacı var, diğer seçmenlere ihtiyacı var. Onun için kendi alışkanlıklarından vazgeçiyor. Sistemin adı yetti CHP’yi değiştirmeye. Başörtülü bir hanımefendiye darp oldu, hakaret oldu Sayın Kılıçdaroğlu evine kadar ziyarete gitti. Sistemin adı yetti. AK Parti’ye AKP diyorlardı. Şimdi “AKP demeyelim, AK Parti diyelim” diye tartışmaya başladılar.

Bu sitemin adı siyaseti değiştirecek nitelikte. Yani sistemin kendisi geldiği zaman siyasetin dili değişecek, programı değişecek, toplumla ilişkileri değişecek, her şeyi değişecektir. Neden? Çünkü bu sistemde milletle buluşmayan, milletin inançları, kabulleri, retleri, farklılıklarına saygı duymayan birinin cumhurbaşkanı seçilmesi mümkün olmadığı gibi partiler veya vatandaş tarafından cumhurbaşkanı adayı gösterilmesinin akıldan geçirilmesi dahi mümkün değildir. Düşünün milletin değerlerine sürekli hakaret eden, vatandaşa göbeğini kaşıyan adam diyen, oyunu makarna ve kömürle satan adam diye iftira eden, cahillik ve okuryazar olmamakla suçlayan, kendi başarısızlığını millete hakaretle izah etmeye çalışan birisini herhangi bir parti Türkiye’nin önüne getirip bu sizin cumhurbaşkanı adayınızdır, buna oy verin diyebilir mi? Milletin yaşam tarzı, inançları ve farklılıklarına saygısızlık eden birini aday gösterebilir mi? Gösteremez. Onun için bu sistem tüm farklılıkların teminatını da doğasında barındıran bir sistemdir. Muhafazakarın da, laik olanın da, liberal olanın da, ırkçı olanın da ve aşırı görüşlere sahip olanın da herkesin farklılıklarını doğası gereği ülkeyi yönetenlere korumayı emreden, korumayacak olanları aday dahi yaptırmayacaktır. Bırakın seçimi zaten mümkün değil ama böyle biri bu sistemde aday dahi gösterilemeyecek. Bunun örneğini yaşadık mı? 2014’de yaşadık. Cumhurbaşkanı seçimi oldu, bütün partiler bir araya geldi, AK Parti’den de, başka partilerden de oy alacağını düşündüler ve ortak aday koydular. Toplumla daha iyi buluşur, her çevreden oy alır diye. Niye laikçi birini getirip koymadılar? Niye her gün Türkiye’ye, Türk milletine hakaret eden çevrelerden birini getirip koymadılar. Koyamazlar çünkü halk onu seçmez. Onu koyanlara da eleştiri yapar. Onun için bütün farklılıklar bu sistemde daha büyük bir teminat altına alınacaktır, alınmaktadır. Bu açıdan da bu yeni sistem son derece önemli bir değişikliği getirmektedir.

Bir başka şey o da kutuplaşmaları da ortadan kaldıracaktır. Radikal fikir sahiplerini merkeze doğru itecektir. Bu yapı merkezi güçlendirecektir. Uçlarda olanların iktidar ümidini ortadan kaldıracaktır. Irkçılık yapan bir parti veya bir kişi Türkiye’de cumhurbaşkanı olabilir mi? Olamaz. Bölücülük yapan birisi olabilir mi? Olamaz. Vatandaşların yaşam tarzlarına müdahale eden birisi olabilir mi? Olamaz. Onun için Türkiye’yi yönetmeye talip olan herkes bütün farklılıklara saygı duyacak ve radikal anlayışlardan uzak duran ve merkezi güçlendiren bir siyaset izleyecek. Merkezin güçlenmesi demokrasinin de güçlenmesi anlamına gelir. Milletin iradesinin daima iktidarda olmasını da sağlar. 16 Nisan yeni bir dönemin, yeni ve büyük bir Türkiye’nin halk tarafından temelinin atıldığı gün olacaktır. Büyük bir dönüşümü aziz milletimiz özgür iradesi ile gerçekleştirecektir.

Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi

Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yeni bir anayasal müessese değil şu anda Anayasa’mızda var. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği kurulması görev ve yetkileri cumhurbaşkanı kararnamesi ile tecelli eder. Yeni sistemde hükümet sistemi tamamen değiştiği için yürütmeye dair kısıtlı alanda cumhurbaşkanına cumhurbaşkanı kararnamesi çıkarma yetkisi veriliyor. Ne ile veriliyor? Anayasa ile veriliyor, milletin iradesi ile veriliyor. Ama bu sınırsız bir yetki değil. Tamamen sınırlı bir yetki. Bakıldığı zaman kararname yetkisi verilen konu şunlar: Bakanlıkların kuruluşu, merkez ve taşra teşkilatları görev ve yetkileri, üst düzey kamu görevlilerinin atanması ve görevden alınması ve yürütme ile ilgili bazı konular.

Yani bir ilde il müdürlüğü kurulması, şube müdürlüklerinin kurulmasına karar verilmesi yürütme ile yasamanın birbirinden tam ayrı ve tam bağımsız olduğu bir sistemde gayet doğal olan bir şeydir. Burada herhangi bir sakınca yok. Kaldı ki cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle çıkarılan bu düzenlemelerin tamamı hem AYM hem de TBMM denetimine tabi. Meclis bunları değiştirebilir, kaldırabilir ya da hepsini yapabilir. Ama öte yandan da cumhurbaşkanına sınırlar konuluyor. Deniyor ki siyasi haklar konusunda kararname çıkarılamaz. İnsan hakları konusunda kararname çıkarılamaz. Yasamaya ilişkin konularda kararname çıkarılamaz. Yürütmeye ilişkin konularda kararname çıkarılamaz. Memurlarla ilgili konularda kararname çıkarılamaz. Kanunla düzenleneceği Anayasa’da açıkça yazılmış konuların hiçbirinde kararname çıkarılamaz. Tam 82 ayrı yerde yazıyor. Şu anda kanunla düzenlenmiş konuların hiçbirinde de cumhurbaşkanı kararname çıkaramaz. Ne olacak? Kanunla düzenlenmemiş olacak. Hiç düzenlenmemiş bir alan Türkiye’de ne kadar vardır onu siz düşünün. Bakanlıkların kuruluş görevleri ile ilgili alanda kanunda olsa da çıkaracak. Çünkü bu münhasır bir yetki veriyor. Ama bu da AYM ve TBMM’nin denetimine açık olan bir konudur. Kamuoyuna takdim edilirken, “Sınırsız bir yetki verildi, meclisin yasama yetkisi alındı, tamamen cumhurbaşkanına verildi” deniyor. Geçen bir CHP’li Genel Başkan Yardımcısı canlı yayında diyor ki: “Geçen cinsel istismar tasarısı geldi gündeme, sonra tartışıldı, bu mesele çözüldü. Şimdi cumhurbaşkanı kararnamesiyle hemen bu yapılacak.” Büyük bir yalan söylüyor. Çünkü kanunsuz suç olmaz. Kanunsuz ceza olmaz. Bunların hepsi temel haklarla ilgili. Bütün konular meclis tarafından düzenlenen kararname ile düzenlenmez.

OHAL Kararnamesi

Cumhurbaşkanı başkanlığında kurulan bakanlar kurulu OHAL kararnamesi çıkarabilir. Şu anda Türkiye’de OHAL var mı? Var. KHK çıkarılıyor mu? Çıkarılıyor. Nasıl çıkarılıyor? Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılıyor. Ben burada aziz milletimize açık açık ifade ediyorum. OHAL’in ilan edildiği 20 Temmuz’dan bugüne Türkiye’de çıkarılan KHK’ların hangisinde bu CHP’nin ve CHP sözcülerinin veya “hayır”a çalışanların iddia ettikleri gibi bir düzenleme var? Yok öyle bir şey. Olması da mümkün değil. Kaldı ki yeni düzenlemenin bir farkı var. Şu andaki düzenlemeye göre KHK’ların mecliste görüşülmesi şart değil. Ama yeni sistemde üç ay içinde cumhurbaşkanlığı kararnamesini OHAL döneminde mecliste görüşülmesi şarttır. Mecliste görüşülmezse kendiliğinden üç ay sonra yürürlükten kalkacaktır. Mecliste görüşülürse zaten kanuna dönecektir. Meclisin iradesine dönecektir. Dolayısıyla OHAL döneminde çıkarılacak cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin bugünkünden daha fazla Anayasal sınırları var. Vatandaşımızın lehine bir düzenlemedir ve meclisin iradesini bu dönemde daha etkin hale getiren bir düzenlemedir.

Yargı ile İlgili Düzenlemeler

Bağımsızlığın yanına tarafsızlık konuyor. İlk defa tarafsızlık anayasal güvenceye kavuşuyor. Yargıda da çift başlılık var. Hem askeri Yargıtay hem Yargıtay hem AİHM hem de Danıştay var. Siviller ayrı mahkemede yargılanıyor, askerler ayrı mahkemede. Askerlere ayrı, sivillere ayrı hukuk uygulanıyor. İki ayrı devlet varmış gibi bir görüntü var. Neden iki ayrı hukuk var, niye tek olmuyor? Anayasa herkes eşit ve kimseye imtiyaz tanınamaz diyor. Ama biz tanımışız. Şimdi hukuk devleti ilkesi yapılıyor. Eşitlik ilkesinin gereği yapılıyor. İki ayrı yargı uygulamasına son veriliyor. Hukuk devletinin gereği yargı birliği sağlanıyor. Anayasa’mız büyük bir utançtan kurtarılıyor bu düzenleme ile. Danıştay, Yargıtay ve AYM’de bir değişiklik yok. Sadece 17 olan üye sayısı 15’e düşürülüyor. Ama öyle takdim ediliyor ki Yargıtay, Danıştay ve AYM’de cumhurbaşkanına yeni yetkiler veriliyormuş gibi bir algı oluşturuluyor. Ben de diyorum ki AYM usulü ve seçenlere ilişkin bu Anayasa paketinde tek bir hüküm var mı? Yok. Parlamenter sistem içerisinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Başsavcı vekilleri, Danıştay üyesinin dörtte biri ve AYM’ye belli sayıda üye seçmek hukuk devletine aykırı olmuyor. Yargının bir kişinin eline geçmesi sonucunu doğurmuyor ama hükümet sistemi değişirse birden bire Anayasa’nın hükümleri yargı bağımsızlığı ile çelişir hale geliyor. Bu algı operasyonunun bir parçası.

HSK’ya gelince 22 üyesi var, şu anda 13’e indiriliyor. 3 dairesi var, 2’ye indiriliyor. Bakan ve müsteşarın doğal üyeliği gene korunuyor. Cumhurbaşkanı 4 üye seçiyordu, şimdi yine 4 üye seçecek. İlave üye seçme yetkisi verilmiyor. Meclisin şu anda üye seçme yetkisi yok ve meclise 7 üye seçme imkanı getiriliyor. Nasıl seçecek? 3’te 2 çoğunlukla seçecek. Bunlar temin edilemediği takdirde kura ile belirlenecek. 400 milletvekili olduğu yerde 360 kişi ile bu seçilecek. Bir partinin 360 kişiyi bulması demek Anayasa’yı değiştirebilecek bir çoğunluğu elde etmesi demek. Zaten Anayasa’yı değiştirebiliyor. Bunun tek bir partide buluşması mümkün değil uzlaşmaya gidilmesi lazım. Partiler uzlaşırsa öyle seçilir. Uzlaşılamadığında kura ile seçilecek. Yeni sistemin muhalifleri işlerine nasıl geliyorsa konuyu öyle takdim ediyorlar. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sigortası olan HSK gerçekten tartışmalardan uzak bir şekilde meşruiyetini doğrudan milletten alacaktır. Çünkü cumhurbaşkanını da doğrudan millet seçiyor, hükümeti de millet seçiyor. Ve milletin iradesi HSK’ya yansımış olacak. HSK yargının yönetiminde önemli rol oynuyor ve yargı da millet adına karar veriyor. Millet adına karar veren yargıya ilişkin kararları alan yerin milletin iradesi doğrultusunda belirlenmesi demokratik hukuk devletinin gereğidir. Yargının yürütmenin eline geçmesi mümkün değil bu da algı operasyonunun bir parçası.

Vatandaşa Tercih Serbestliği

Belediye seçimleri oluyor. Vatandaş ne yapıyor? Belediye meclisinde ayrı, başkanda ayrı, il genel meclisinde de ayrı oy veriyor. Vatandaş ayırıyor, adaylara göre ayırıyor, farklı tercihlerde bulunuyor. 1998 seçimlerine bakarsanız başbakan Bülent Ecevit oldu ama partisinin aldığı belediye sayısı çok az. Başka partilere belediyeleri dağıttı ama birinci partiyi de bir başkası yaptı. Şu anda vatandaş seçim yaparken, “İktidara benim parti gelmez ama falan parti de iktidara gelmesin” diyor. “Siyasi istikrar, güçlü iktidar olsun” diyor. Esasında beğenmediği ya da üyesi olmadığı bir partiye de oy verebiliyor. Yasama ve yürütmede ayrı tercih yapma imkanı olmadığı için yürütmenin istikrarını ve güçlülüğünü kendi çıkarına uygun gördüğü için öyle oy veriyor. Ama bakın bu sistemde tam bu noktada vatandaşa bir tercih serbestliği gelecek, kimse zorlanmayacak.

Denge-Fren Mekanizması Daha Güçlü Olsun

Vatandaş yürütmeyi ayrıca seçip istikrar ve güçlü bir iktidar kurduğunda yasamaya gelince diyecek ki: “Yürütmede bir sıkıntı, kriz yok. Burada da ben kendi partime oy vereyim. Yürütmeyi güçlü kurdum. Onu denetleyecek burada daha güçlü bir mekanizma kurayım ki denge-fren mekanizması daha güçlü gitsin.” O yüzden benim bu söylediğimi unutmayın. Eş zamanlı seçim yapılmış olsa dahi cumhurbaşkanı ile parlamento çoğunluğunun bu seçim yapısı nedeniyle farklı farklı olacağı çok aşikardır. Birinci turda cumhurbaşkanı seçilemedi diyelim ikinci tura kaldı. Millet yasamaya ilişkin tercihlerde bulundu. İkinci turda ne yapacak? Herkes oylarını bir cumhurbaşkanı etrafında birleştirecek. Orada meclis çoğunluğunu dikkate alarak farklı bir tercihte de bulunabilecek. Bunun ayarını vatandaşımız verecektir.

Yasama ile Yürütme Uyum İçinde Çalışmaya Mecbur

Cumhurbaşkanı ile meclis yani yasama ile yürütmeyi uyum içinde çalışmaya mecbur bırakıyor bu sistem. Uyum içinde çalışacaksınız; çalışamadınız sıkıntı oldu, o sıkıntıyı aşmak için meclise de cumhurbaşkanına da karşılıklı seçimleri yenileme yetkisi veriyor. Ama ikisine de yetkilerini keyfi kullanmamaları için seçim yenileme kararı aldıklarında kendi seçimlerini de yenilemeyi şart koşuyor. Böyle bir müeyyide koyuyor. O zaman ne yapacak, uzlaşacaklar. Uzlaşmadılar, seçim kararı alacaklar. Hakemliği halk yapacak, halk bunlardan birine faturayı kesecek. Ben bu sistemin bütün taraflara uzlaşmayı mecbur kılacak bir sistem olduğunu düşünüyorum. Uzlaşmaya zorlayacak ve uzlaşmayla yürüyecektir. Seçim kararı alınmadığı zaman da kanunlarımız var. Kanunlarla Türkiye yönetilir. Meclis çalışmaları yine devam eder, onlar da kanunlaşma faaliyetlerini yürütür. Cumhurbaşkanı kendi yetkilerini kullanır, onlar da kendi yetkilerini kullanır.

Sistem Kilitlenmelerini Önleyecek Mekanizma

Biz bugün şu anda kanun çıkarmazsak Türkiye yönetilemez mi? Yönetilebilir. Ama beş sene sonra vatandaş seçimde bunun cevabını verir. Faturasını kim burada yanlış yapıyor ve görevini kötüye kullanıyorsa ve milletin verdiği yetkiyi doğru kullanmıyorsa ona en büyük ayarı sandıkta millet verecektir. Sistem kilitlenmelerini önleyecek en büyük mekanizma bu. Karşılıklı seçimleri yenileme iradesi bugün Amerika’da yok, başka yerlerde de yok. Diyelim ki bütçe ile ilgili sıkıntı oldu. Anayasa’ya o problemi çözecek hüküm kondu. Dolayısıyla orada da bir sıkıntı olma imkanı söz konusu değil.

Bakanların Meclis Dışından Olması Vatandaşın Lehine

Sistemin Türk yapısı olmasının bu sisteme kazandırdığı bir şey var. Başka sistemle mukayese ettiğimizde sizin dediğiniz gibi bir şey olması lazım. Ama bizim sistemimize baktığınızda sizin dediğiniz çıkmıyor. Cumhurbaşkanının partili olması imkanı var. Yani cumhurbaşkanı partili olacak, partinin genel başkanı olacak, milletvekilleri onun milletvekilleri olacak. Tabi yasamada da güçlü olmak isteyecek. Belediyeleri var, belediyede güçlü olmak isteyecek. Kendi seçimi var, kendisi de bir daha seçilmek isteyecek. Şimdi bakanlar meclis dışından olunca halktan kopuk olacakmış gibi bir algı oluşturuluyor. Halktan nasıl kopuk olacak? Cumhurbaşkanı seçime gidiyor, iradeyi milletten alıyor, yeniden seçilme durumu var, partisi var. Böyle olunca bakanlar daha fazla halkın arasında olacak. Şu anda bakanların hepsinin nöbeti var. Her gün birden fazla bakanımız mecliste duruyor. Bundan sonra meclis faaliyetlerine katılmayacağı için bakanların tamamı daha çok halkın arasında olacak, vatandaşın ihtiyaçlarını yerinde görecek, yerinde çözümler üretecek ve hızlı karar alarak bunları hayata geçirecektir. Milletvekilleri de, cumhurbaşkanı da, bakanlar da partili olduğu için bugünkü gibi yine aynı ilişkilerini koruyacaktır. Çünkü sistemin Türk yapısı olmasının bir gereği bu. Ama milletvekillerinden birisi bakan olduğunda bakanlığı düşecektir. Milletvekillerimiz kendi illerindeki yatırımları bugüne kadar nasıl takip ediyorsa bundan sonra da aynı şekilde takip edecektir. Onlardan daha fazla bütün bakanlar takip edecektir. Her ilden bakan yok. Bakanlık görevleri bulunan milletvekilleri vekili olduğu il için bir avantaj sağlıyor. Ama yeni sistemde bütün bakanlar dışarıdan olacağı için bütün illere imkan aktarmak için daha fazla uğraşacaklardır. Bu vatandaşımızın da milletvekillerimizin de lehine olacak.

Üçüncü Dönem Temin Edilmez

Cumhurbaşkanlığı seçimi için üçüncü dönem temin edilemez. Bunu kim yapacak? Meclis. Meclis’in karar nisası nedir? Büyük bir rakam 360. Onu niçin koyuyor? Cumhurbaşkanı son döneminde tekrar seçildi. Diyelim ki “Cumhurbaşkanı görevini sona erdirmesin” diye bir karar aldı sigorta olarak. “Sen bu yetkiyi cumhurbaşkanını sadece görevinden etmek için kullanırsan o zaman sana böyle bir müeyyide getirip koyuyorum” diyor. Yoksa cumhurbaşkanının seçimi yenileme kararı alarak kendi görev süresini üçüncü dönem uzatma yetkisi ve imkanı yok. İkincisi de böyle bir şeyi birisi yaptığı zaman daha seçime gitmeden seçimi kaybetmiştir. Vatandaş bunu yapan meclisi de affetmez, böyle bir işi yapan meclisin iradesine istinaden aday olan birini de asla Türkiye Cumhurbaşkanı seçmez. Bu sadece bir yetkinin kötüye kullanılmasını önlemek için konulmuş bir fren mekanizmasıdır. Yoksa birine imkan ve yol açmak için konulmuş bir düzenleme değildir. Bu Anayasa değişikliği sadece hükümet sistemiyle ilgili bir değişiklik. Yani Sayın Bahçeli ile görüşmelerde hükümet sistemi, bir de yargıya ilişkin sorunlu bazı alanların düzenlenmesini konuştuk. Benim de pek çok açıklamam var. HSK üçüncü bir seçimi kaldıramaz, eğer kaldırırsa yargıya çok büyük bir kötülüğü hep birlikte yapmış oluruz. Lütfen bu seçimi yapmayalım. Sürekli çağrılarımız var. O nedenle burada bir farklı yargı kısmı var. Onun dışında baktığınızda tamamı hükümet sistemiyle ilgili kısım. Dolayısı ile 3. ve 4. maddede hükümet sistemiyle uzaktan yakından ilgili olan bir düzenleme yok. Hükümet sistemi yasama ve yürütmeyi ilgilendiren kısımlarda düzenleniyor. Yasama ve yürütmeyi ilgilendiren kısımlarda düzenlemeler yapıldı, buna göre adım atıldı.

Bir defa şunu açıkça ifade etmekte fayda görüyorum: Bu sistem Tayyip Bey için kurgulanmış ve gündeme getirilmiş bir sistem kesinlikle değildir. Türkiye’nin ve Türk milletinin bekası ve istikrarı için gündeme getirilmiş bir tekliftir. Bir reform paketidir. Çünkü Tayyip Erdoğan da, AK Parti de fanidir. Biz istiyoruz ki Türkiye AK Parti’den sonra da, Tayyip Bey’den sonra da siyasi istikrarın ve güçlü iktidarın olduğu, yürütmenin sadece halk tarafından belirlenip halk tarafından değiştirildiği, her türlü operasyona kapalı ve hızlı karar alıp uygulayan, güçlü yasaması ve güçlü yürütmesi olan, refah düzeyi yüksek, güvenlikli ve barış içerisinde bir millet yapısı, bir devleti olan büyük bir Türkiye olsun derdindeyiz. Onun için de bu parlamenter sistem bunu sağlamıyor. Bu nedenle biz Cumhurbaşkanlığı sistemini istiyoruz. Tam da Tayyip Bey’den sonrası için istiyoruz. Çünkü Tayyip Bey hayattayken bir sorun yok. Milletimiz her girdiği seçimde Tayyip Bey’e duası ve oyu ile en büyük desteği verdi. Bundan sonra gireceği seçimlerde de verecektir.

Bu sistem Tayyip Bey gibi milletiyle gönül bağı kurmuş, milletin değerleri ve medeniyet anlayışı ile barışık, inançlara ve kabullere saygı duyan güçlü liderlik özellikleri olan, samimi ve cesur ve başka pek çok liderlik vasıfları olanların aday gösterilmesini sağlayacak ve ancak onların seçimine imkan verecek. Yani laikçi, her gün milletin başörtüsüyle uğraşan birini CHP aday gösterebilir mi? Irkçılık kokan görüş ve fikirlere sahip olan birisini herhangi bir parti aday gösterebilir mi? Her gün başkalarının yok sayan ve onları farklı noktalara doğru iten birisini herhangi bir grup veya parti aday gösterebilir mi? Hiç kimse aday göstermeyi dahi aklından geçiremez, sistem buna izin vermiyor. Sistemin adı bile CHP’yi değiştirmeye yetti. Mahkeme alışkanlığından vazgeçti. Sistem değiştiriyor çünkü halk karar verecek. “Halk bundan rahatsız oluyor” diyorlar. Bu sistem siyaseti de terbiye edecek ve bir noktaya doğru taşıyacak. Üslupları da düzgünleştirecek, kutuplaşmayı da ortadan kaldıracak. Bütün farklılıklar bu sistemde daha fazla korunacaktır. Her tür farklılıklar. Şimdi CHP’li birisi nasıl seçilecek? Yüzde 26 halk desteğini, yüzde 51’e çıkarmak için gerekli olan yüzde 25’e tekabül edecek oyu kimden alacak? AK Parti’den alması lazım, MHP’den alması lazım, HDP’den alması lazım. O zaman AK Parti seçmenlerini hoplatacak birisini getirip aday koyabilir mi? Ne yapacak? AK Parti’ye gönül vermiş seçmenlerle gönül bağı kurabilecek birisini getirecek. Ya sağdan bir aday ya da soldan ama sağda da çok karşılığı olan bir aday getirecek. İki tarafa da sempatik gelen birini bulup koyacak. MHP de, HDP de aynısını yapacak. Böyle radikal ve sivrilikleri olan kişiler daha başta Türkiye’nin yönetimine partiler tarafından aday gösterilemeyecek. Hayatı boyunca başörtüsü ile mücadele etmiş birisine bu millet oy verir mi? Onu cumhurbaşkanı seçer mi? Öyle birini aday gösterebilirler mi? Mümkün değil. Bu yüzden bütün farklılıklar, bütün renkler, bütün inançlar ve bütün değerler Cumhurbaşkanlığı sisteminde bugünkü sisteme göre bin defa daha teminatlı.

Seçim Sistemi Değişmesi Gerekmez mi?

Ben yeni dönemde bu farklılıkların yasamaya daha çok yansıyacağına inanıyorum. Çünkü yürütme ve istikrarsızlık kaygısıyla kerhen de olsa iktidara oy veren seçmenler olabilir. Aman falan gelmesin, istikrar bozulmasın düşüncesiyle oy veren seçmenler olabilir. Yeni sistemde yürütme ayrı seçileceği için oradaki sorun çözüldü. Yasamaya dönünce herkes gönül bağıyla daha yakın olduğu partilere, adaylara dönecektir. Bağımsızlara dönecektir. Yeni dönemde parlamentoda belki bağımsız isimler de çoğalacaktır. Yanı sıra partiler daha fazla temsil imkanı bulacaktır. Yasama çoğunluğu farkı partilerde olabilecektir. Çok seslilik daha mümkün olabilecektir. Yani bu ihtimallerin hepsi bu sistemin içerisinde var. Tabii yeni dönemde siyasi partiler ve seçim kanunları değişir mi? Değişecektir. Zaten bu konuda hükümetimizin programında bizim milletimize taahhütlerimiz var. Ama bu kanunlar anayasa gibi kanunlar. Yani partiler arasında bugüne kadar seçim kanunlarında yapılmış değişikliklerin tamamına yakını uzlaşma ile çıkmış değişikliklerdir. Yeni dönemde de siyasetin anayasası niteliğinde olan bu kanunların siyasi partilerimizin uzlaşması üzerinde büyük bir oranda yapılacaktır. O yüzden de değişince, “Efendim siyasi partileri dışlayarak bir değişiklik yapılır mı?” gibi değerlendirme yapanlar olabilir, onlar sadece üfürüyorlar. Kaldı ki bu sistemin siyasi partiler kanunu veya seçim kanunlarında değişmesini zorunlu kılan bir şey yok. Hükümet sistemi ayrı bir şey, seçim kanunları ayrı bir şey. Sadece o ülkenin o kanunlara göre tercihlerini yansıtacaktır. Burada tek bir şey var, cumhurbaşkanı istediği zaman partili olabilecektir. Bu sistemin tek bir yansıması o. Onun dışında bu kanunlara zorunlu yansıması olacak bir düzenleme söz konusu değildir. Yapılacak düzenlemeler tamamen “Yeni seçim kanunları ve siyasi partiler kanunu Türkiye için daha iyi nasıl olmalı?” onun üzerinde yürüyen çalışmalardır.

Kişiye Göre Sistem Değil

Kişilere göre sistem kurulmuyor. Bir düzen kuruluyor ve düzen kendi varlığını devam ettiriyor. Anayasal bir düzen. Eğer siz sistemi kişilere göre kurarsanız kişiler değişince sistem değişir. Kişiye göre sistem değil. Biz Türkiye’de tam kamil anlamda bir hükümet sistemi kuruyoruz. Ve bu sistem kişilerle kaim değil. Kendi doğal özellikleri ile ayakta duracak bir sistem kuruluyor. Kişiler değiştiğinde sistem hükmü gereği değişecek. Bu sistem değişimi zorluyor. Merhum Demirel sıhhati el verseydi siyaseti bırakır mıydı? Merhum Ecevit sıhhati el verse bırakır mıydı? Ama bakın bu sistem en güçlü lidere Türkiye’yi on yıl yönetme imkanı veriyor. On yıl sonra kenara çekileceksin. Yani isteğine bırakmıyor. Zorla sistem böyle bir sonuç ortaya koyuyor. Yürütmede görev alan bir kişinin oradaki tecrübesini milletimiz ve devletimizin çıkarları için başka alanlarda hizmete dönüştürme imkanı olacaktır.

Güçlü Türkiye İstemeyenler Sisteme Karşı

Bu referandumda “Sistem değişikliğini kimler istemiyor?” sorusuna cevap aradığımızda herkes kendine göre bir sonuç elde edebiliyor. Güçlü Türkiye, güçlü yasama istemeyen, istikrarlı bir Türkiye istemeyen bütün çevreler bu sisteme karşıdır. Bu yapı içinde iktidar ümidini az ve zayıf görenler, “Aman gelmesin çünkü ara dönemde kriz-kaos ortamında bize bir kapı açılabilir” beklentisi içinde olanların da bir kısmı öyle düşünüyor. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada gerçekten güçlü yasama ve yürütmeye, güçlü iktidara, siyasi istikrara ve etkin yönetime, hızlı karar almaya ve uygulamaya, kriz ve kaosu ortadan kaldıracak çok hızlı hareket etmeye ciddi ihtiyaç var. Bizim bulunduğumuz coğrafya rahat bir coğrafya değil. Milletin ve devletin bekası açısından da bu son derece önemli.

Vicdan Terazisinde Tartılması Lazım

Biz güçlü bir Türkiye olsun istiyoruz. Milletimiz refah içinde huzur ve barış içinde olsun istiyoruz. Bölgemizde etkin olalım. Etrafımızda yangın var. Dumanı, kokusu, ateşi bizi sıkıntıya sokuyor. Yanı başımızda bir sürü işler oluyor, biz orada söz sahibi olalım. Nasıl olacak bu? Gücümüzle olacak. Türkiye’nin bakın üç yılda Gezi Parkı Şiddet Eylemleri, 17-25 Aralık, MİT tırları hadisesi, Mahalli İdareler seçimi, Cumhurbaşkanlığı seçimi, HSK seçimi, 7 Haziran seçimi, arkasından hemen 1 Kasım seçimi, 15 Temmuz darbe teşebbüsü, 3 milyon mülteci Türkiye’de. 2011’den beri Suriye’de bir savaş var. Eğer Türkiye’de siyasi istikrar olmamış olsaydı, güçlü bir iktidar olmamış olsaydı, etkin ve iyi yönetim olmasaydı, Türkiye’nin ekonomisi bugün nasıl olurdu? Türkiye’nin huzuru, güvenliği ve refahı nasıl olurdu? Suriye’deki olaylar Türkiye aleyhine nasıl sonuçlar doğururdu? Pişmiş tavuğun başına gelmeyen bu hadiseler Türkiye’ye ne tür bedeller ödetirdi? Hepimizin bunu objektif bir şekilde vicdan terazisinde tartması lazım. Bütün bu badireleri Türkiye siyasi istikrar, güçlü iktidar, hızlı karar alma, etkin yönetim sayesinde başarmış ve bütün bu badireleri atlatmıştır. Ama Türkiye’nin yaşadığı coğrafya bu tür tehlike ve tehditleri sürekli barındıran bir coğrafya. Onun için de burada biz güçlü iktidarlar olsun istiyoruz. Siyasi istikrar olsun, sürekli Türkiye söz sahibi olsun. Bu sistem onu sağlayacaktır. Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsız olan Türkiye karşıtı çevreler Türkiye’nin bu sisteme geçmesini istemiyor.

Gücünü Halktan Alıyor

Devletin ve milletin menfaatini başka ülkeler düşünüyor, PKK-Kandil düşünüyor, DEAŞ düşünüyor, FETÖ düşünüyor, diğer terör örgütleri de düşünüyor. Bir konu olduğunda bir bakmak lazım, bu ülkenin hayrına, yararına olan bir meselede bugüne kadar PKK terör örgütü Türkiye lehine bir nefes mi aldı? Yok öyle bir şey. Onun için de bizim buna bir bakmamız lazım. Milletin bu reform hayrı ve yararına mı, değil mi? Onu görmek açısından. Zayıf Türkiye isteyenler, kriz ve kaoslarla boğuşamayacak bir Türkiye isteyenler, kolay sevk ve idare edilecek bir Türkiye isteyenler bu sistemin değişmesini istemiyorlar. Tayyip Erdoğan bir fani. Şimdi durur, üç beş sene sonra gider. Ama ondan sonra yerine mevcut sistem gereği yeni zayıf lider ve iktidarlar, istikrarsız dönemler gelir. Biz ara dönemden sonra yeniden aynı duruma döneriz. Ama yeni sistem gelirse Tayyip Bey’den sonra da Tayyip Bey gibi liderleri bu sistem çıkarabilir. Tayyip Bey kadar güçlü olmayabilir ya da ona yakın belki ondan daha güçlü lider çıkarır. Bu sistemde Türkiye’nin güçlü liderler tarafından halkla güçlü bir şekilde yönetilmesini gördüm. Bizimle irtibatı zayıf, halkla irtibatı güçlü biri desteği halktan alacak, onların gözüne bakacak ve onların gösterdiği istikamette yürüyecektir.

O yüzden de Türkiye’nin hayrı ve yararına bir değişim istemeyen bütün çevrelerde bir itiraz olduğunu görüyoruz. Hangisi “Çok iyi olur” dedi şimdiye kadar. “Aman olmasın” diyorlar. Niye olmasın? Türkiye’nin aleyhine ise sizin işinize yarar. Türkiye’nin lehine bir şey olmuyorsa o zaman bırakın olsun. Herkes Türk milletinden daha çok Türkiye’nin menfaatini düşünür hale geldi. Türkiye’nin menfaatini düşünenleri milletimiz çok daha iyi değerlendirecektir.

Tahmin Yürütmek İradeye Sınır Koymak Anlamı Taşır

Referandum sonucu konusunda bir tahminde bulunmayı ve bunu kamuoyu ile paylaşmayı doğru bulmuyorum. Bu milletin iradesine sınır koyma anlamına gelir. Vatandaşımız bu konuda kararı kendi verecek, sandıkları kendi dolduracaktır. Bizim için ne kadar yüksek katılım olursa o kadar makbule geçer. Milletimizin büyük bir çoğunluğu “evet” diyecektir. Konuları istişare ediyoruz, konuşuyoruz. Vatandaşımızın kafası çok net. Vatandaşta bir kararsızlık yok. Kararsızlık sadece belirli elit çevreler içerisinde ben görüyorum. Onlar da esasında kararsız değil de kararlarını tam söylemeden bir kafa karışıklığı içinde. Yoksa herkes bir karar vermiş durumda. Bundan önceki seçimlerde gördük, halk oylamasında da gördük. Kararsız çok az bir kesim kalıyor. Onlar da süreci değerlendiriyor, yapılanlara bakıyor. Sonuçta onlar da kısa bir süre sonra kararını veriyor. Herkes olup biteni siyasetçiler gibi takip ediyor ve değerlendiriyor. Çok da iyi değerlendiriyor. İşin doğrusu çok büyük bir kararsız kitle olduğunu düşünmüyorum.

Cezada İndirim Yok 

Çok etik olmayan, ahlaki olmayan bir haberleştirme yapıldı ve bazı yerler tarafından sanki af çıkarılmış gibi algı oluşturulmaya çalışılıyor. İşin garibi her gün, “Denetimli serbestliği niye artırmıyorsunuz?” diye bize gelenler de var. Yani o çevreler yapıyor bu haberleri, algı operasyonlarını. Bir yıl denetimli serbestlik yetmez, iki yıl yapalım, üç yıl yapalım diye benim yanıma sürekli gelenler şimdi hep beraber olmuşlar, algı operasyonuna çalışıyorlar. Bir af yok. Olan şey nedir? Kapalı cezaevinden açık cezaevine ayrılma şartlarında bazı iyileştirilmeler yapıldı. Oradaki insanlar da cezaevinde duruyor, orada üretime katkı veriyorlar. Kapalı cezaevlerinde olanlar herhangi bir işte çalışmıyorlar. Açık cezaevlerinde bulunan kişilerin tamamı bir imalatta çalışıyor. Bizim Ceza Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü bünyesinde İş Yurtları Daire Başkanlığımız var. Onların içerisinde mobilya, et ve süt ürünleri, ayakkabı, deri mamulleri gibi pek çok iş yapılıyor. Bir yandan içeride bulunan hükümlülere bir meslek ve sanat öğretiliyor; dışarı çıktıkları zaman bir sanat ve iş sahibi olsunlar, toplumla daha kolay daha kolay entegre olsunlar diye. Öte yandan da oradan elde edilen gelirlerle başka işler yapılıyor.

Şimdi oraya çıkanların hepsi böyle bir çalışmanın içerisinde bulunuyor ve dışarı çıkmıyorlar. Orada yatıp kalkıyor, orada çalışıyorlar. Tabii belirli kolaylık ve imkanlar var. Bugüne kadar bu açık cezaevini istismar eden kişiler oldu mu? Oldu. Bunların sayısı da çok az. Bir defa istismar ettiği an açık cezaevine çıkma hakkını kaybediyor. Tekrar kapalı cezaevine konuyor. Yapılan şey budur. Cezaevlerinde disiplin cezası alıyor bu kişiler. O disiplin cezası aldığı için açık cezaevi ayrılma hakkını belli bir süre kaybediyor. Diyelim üç defa hücre cezası alan kişi bir yıl bekledikten sonra açık cezaevine alınıyor. Orada cezaevi içindeki kurallara uymadığı için ceza alıyor. Şimdi diyoruz ki beş defa ceza alırsa o kişiyi bir yıl bekletelim. Yani üç defa ceza alanlara açık cezaevine ayrılma imkanı getirmiş olduk. Yoksa baktığınızda cezada bir indirim söz konusu değil. Ayrıca terör, cinsel saldırı, cinsel taciz, cinsel istismar bu kapsamda değil, bir de bunu açıkça ifade etmekte fayda görüyorum. Ama bunun üzerinde büyük bir algı operasyonu yapılıyor. Kimisi bilerek yapıyor kimisi de haberin doğruluğunu teyit etmeden haberin muhtevasına karşı olduğu için öyle bir anlayışla bunu yapıyor. Çok ciddi bir algı operasyonu.

 

Etiketler »