Amerika'nın eski başkanının eşi ve Obama yönetiminin Dışişleri Bakanı Hilary Clinton, Türkiye'ye ilk ziyaretini gerçekleştirdi.
Clinton, Türk dış politikasının yine şiddetli tartışmalara konu olduğu bir dönemde geldi. Gazze olayları ve Davos sonrasında artık Türkiye'nin “üstünün çizildiği” psikozundan kurtulamayanlar, muhtemelen Clinton'ın ziyaretinin altında da bir bit yeniği arayacaklardır. Amerikan Başkanı Obama'nın Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'ı telefonla araması, ardından Obama'nın Ortadoğu temsilcisi George Mitchell'in Türkiye gelmesi ve şimdi de Hilary Clinton'ın ziyareti, Türkiye'nin üstünün mü yoksa altının mı çizildiği konusunda yeteri kadar fikir veriyor aslında. Fakat “eksenimiz kayıyor” diye vaveyla edenler bir tespit yapmaktan çok bir yerlere mesaj vermeye çalışıyorlar.
TÜRKİYE EKSEN Mİ DEĞİŞTİRİYOR
Türk dış politikasının eksen kaymasına uğradığı tezi, Türkiye'nin içinden çok dışını, yani Türkiye'nin Batılı ve hassaten Amerikalı muhataplarını hedef alan bir tartışma. Bu tartışmayla Türkiye'nin geleneksel Batı ittifakından koptuğu, giderek Doğulu, Ortadoğulu ve İslamcı bir dış politika izlediği, içerde zaten cumhuriyetin bütün kazanımlarının kaybedildiği, bunun en büyük göstergesinin de alkollü içki satışlarındaki düşüş olduğu(!) ileri sürülüyor. En azından Washington düşünce kuruluşlarında ahkâm kesen bazı Türkiye “uzmanları” böyle diyor. Bütün bunlar Avrupalılara ve Amerikalılara “siz Türkiye'de yanlış kişilerle iş tutuyorsunuz...” mesajını vermek için yapılıyor. İlginç olan bu propagandayı yapıp Türkiye'yi her önüne gelen yabancıya şikâyet etme sevdasına kapılanların, bunu “millilik” adına yaptıklarına inanmış olması.
Irak, İran, Suriye, Rusya, Lübnan, Hizbullah, Gazze, Hamas ve Davos derken Türkiye'nin dış politikada attığı cesur ve akıl dolu adımlar, bir müddettir Türkiye'de olduğu kadar yurt dışında da tartışılıyor. Türk dış politikasındaki genişleme ve derinleşme, Türkiye'nin güvenlik ve tehdit algısında olduğu kadar bölgesel ve küresel dengelerde görülen değişimin de bir parçası. “Etrafımız düşmanlarla çevrili” paranoyasını yavaş yavaş aşan politikacılar, askerler, diplomatlar, yargı mensupları, iş adamları, medya ve uzmanlar, bunun yeni bir coğrafi tasavvuru zorunlu kıldığını görmekte biraz yavaş davranıyorlar. O yüzden bu büyük ve hızlı dönüşümü hazmetmekte ve anlamlandırmakta zorlanıyorlar.
TÜRKİYE GERÇEK BÖLGESEL GÜÇTÜR
Milli güvenliğin ulusal sınırların çok ötesinde, Bağdat'ta, Şam'da, Tahran'da, Atina'da, Brüksel'de, Washington'da başladığını ve ulusal çıkarlarımızın birden fazla aktörle ve güç merkeziyle iş yapmayı zorunlu kıldığını kavradığımız ölçüde, bölgedeki ve uluslararası sistem içindeki yerimizi daha iyi anlayacağız.
Nitekim Clinton'ın Ankara'ya gelirken koltuğunun altında taşıdığı kabarık dosya, Türkiye'nin hem bölge ülkeleri hem de ABD gibi küresel aktörler için zaruri bir müttefik olmaya devam ettiğini gösteriyor. İsrail'in eski Dışişleri Bakanlarından Sholom Ben-Ami 5 Mart'ta Todays Zaman'da yayımlanan “Türkiye'nin Yeni Misyonu” adlı yazısında “dünyadaki en büyük ordulardan birine sahip olan Türkiye, gerçek bir bölgesel süper güçtür” diyor. Benzer ifadeleri yakın zamanda George Mitchell'den duyan Türk kamuoyu Hilary Clinton'ın de benzer noktalara vurgu yaptığını görünce şaşırmayacaktır. Irak'tan Afganistan'