“Arap Baharı” ya da İran’da resmi makamların tercih ettiği tabirle “İslami Uyanış”, tüm dünyanın ilgisini çektiği gibi İran’da da yoğun olarak tartışılmaktadır. İran yönetimi, Tunus ve Mısır’daki gelişmelerden büyük memnuniyet duyduğunu gizlemezken, Libya ve Suriye konusunda çeşitli çekinceler dile getirmektedir. Libya’da Kaddafi yönetiminin yıkılmasına itiraz göstermemesine rağmen NATO müdahalesi İran’ı rahatsız etmiştir. Suriye’deki olaylar konusunda çok daha farklı yaklaşıma sahip olan İran, bu ülkeye yönelik uluslararası bir komplonun uygulamaya konulduğunu ileri sürmektedir.
İran’daki resmi söyleme göre bölgede yaşananlar “İslami bir uyanıştır” ve özü itibariyle Batı yanlısı “laik diktatörlükleri” hedef almaktadır. Bununla birlikte İran, Suriye örneğinde olduğu gibi gerektiğinde bu duruşla çelişmeyi göze alarak, kendi açısından reel politiğin gerektirdiği tepkileri göstermekten de çekinmemektedir. Nitekim bölgedeki tek gerçek laik diktatörlük olan Suriye yönetimine karşı, Suriye muhalefetini ve Müslüman Kardeşler’in başını çektiği hareketi Batı’nın taşeronluğunu yapmakla suçlamaktadır. İran’ın Suriye konusundaki bu tutumu başta Tunus ve Mısır’dakiler olmak üzere tüm İslamcı hareketlerde büyük tepki doğurmuştur ve İran’ın söz konusunu yaklaşımını sürdürmesi durumunda bölge ülkeleriyle ilişkilerinde yeni bir sayfa açma arzusu gerçekleşmeyecektir.
Hemen her dış politika konusunda olduğu gibi Arap Baharı hususunda da İran’da kamuoyu kabaca ikiye bölünmüş durumdadır. Çeşitli yetkililerin ve muhafazakar basının, yaşananları “Batı ve İsrail karşıtı İslami bir uyanış olarak görmesine” ve “İran Devrimi’nden etkilenildiğini” savunmasına karşı özellikle reformcu kesimler yaşananları demokrasi ve insan hakları eksenli taleplerin sonucu olarak değerlendirmekte ve bu noktada Tahran yönetimini Tahrir’deki göstericileri desteklerken, benzer sloganları Tahran’da atanları gözaltına almakla eleştirmektedir.
İran yönetimi Arap Baharının İran İslam Devriminden etkilendiğini ileri sürmektedir. Daha çok iç kamuoyuna yönelik olarak dile getirilen bu söyleme göre devrilen yönetimler Batıcı ve İsrail yanlısıdır. Bununla birlikte son seçim sonuçlarının gösterdiği gibi Tahran yönetimi şu an için ülke içindeki muhalefeti etkisiz duruma getirmeyi başarmıştır ve Musevi ve Kerrubi liderliğindeki muhalif hareketin kitleleri harekete geçirme gücü kalmamıştır. Yine de yönetim kapsamlı reform hareketine girişmemesi durumunda kısa süre aralıklarla yoğun protesto dalgalarına maruz kalmaktan kurtulamayacaktır.
TAHRAN-ANKARA İLİŞKİLERİ VE SURİYE MESELESİ
Arap Baharı sürecinde Türkiye’nin öne çıkması ve bölge ülkelerine yönelik aktif bir diplomasi izlemesi İran tarafından dikkatle izlenmektedir. Özellikle Suriye’deki olaylar konusunda iki ülkenin farklı bakış açılarının olması Tahran-Ankara ilişkilerini son yıllarda olmadığı kadar gerginleştirmiştir. Suriye olayları nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın bu yaklaşım farklılığı varlığını sürdürmeye devam edebilir. Suriye meselesinin bundan sonra nasıl bir süreç izleyeceği bir ölçüde İran Türkiye ilişkilerine bağlı olduğu gibi bu ülkedeki gelişmelerin gidişatı da Tahran-Ankara ilişkilerini ciddi biçimde etkileyebilecektir.İki ülkenin Suriye konusunda sıfır toplamlı bir mücadele içine girmeleri Suriye konusunda çözüme ulaşılmasını güçleştirebilir. Öte yandan Suriye konusunun hızlı bir şekilde mezhebi çatışma görüntüsüne bürünme ihtimali tüm bölgenin geleceği açısından ciddi riskler barındırmaktadır. İran ve Türkiye’nin asgari müştereklerde buluşması yalnızca Suriye’deki soruna çözüm bulunmasında değil başta Irak olmak üzere tüm bölgedeki mezhep kaynaklı gerginliği azaltmada rol oynayabilir.