Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile İsrail arasında çok uzun bir müddettir herkesin malumu olan ancak açık şekilde deklare edilmeyen bir iş birliğinin olduğu ortadadır. Arap coğrafyası içerisinde İsrail ile yakınlaşma ve normalleşme adımlarının öncülüğü görevini yürüten BAE ekonomik ve sosyal alanlardaki etkileşimi izhar etmekten çekinmediğini göstermiştir. Gerek İsrail'in attığı her illegal adıma Arap dünyasında meşruiyet sağlamaya çalışması gerekse Tel Aviv yönetimine karşı oldukça sessiz ve tepkisiz duruşu Abu Dabi'nin İsrail pozisyonunu resmeden tutumlardır.
Arap isyanları ile birlikte bölgesel düzlemde birçok başlıkta kapalı kapılar ardında yürüyen iş birliği iki ülkenin aynı eksende hareket etmesini kolaylaştırdı. Tehdit algıları ve tehdit tanımlamalarının benzeştiği bu süreçte ulusal ve bölgesel güvenlik politikalarının da ortaklaştığını söylemek mümkündür. Arap isyanları sürecinde İslamcı hareketlerin Ortadoğu'da kazandıkları etki ve nüfuz Tel Aviv ve Abu Dabi'de alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Keza Obama yönetiminin İran nükleer anlaşmasındaki ısrarı ve nihayetinde P5+1 ülkeleri ile İran arasında atılan imzalar İsrail ve BAE'nin aynı güvenlik endişelerine sahip olduklarını gösterdi. İran ve İslamcı hareketlerin güvenlik tehdidi olarak belirdiği Ortadoğu'da İsrail ve BAE'nin öncelikli hedefi bu tehditleri bertaraf etmek için iş birliği kurmak oldu.
Başkan Trump'ın yeni Ortadoğu politikasının İran karşıtlığı üzerine kurulu olması ve maliyetlerden kurtulmak için sorumluluğu başkasının sırtına yükleme stratejisi tam da bu iki ülkenin istediği konjonktürü meydana getirdi. Trump yönetimi ile birlikte Abu Dabi yönetiminin Ortadoğu'da daha fazla inisiyatif yüklendiğinin ve Ortadoğu'nun bölgesel güçleri hariç neredeyse içişlerine müdahil olmadığı herhangi bir bölge ülkesi kalmadığının bilinmesi gerekir. Elbette BAE'nin agresif dış politikasının hedefi bölgesel statükoyu muhafaza etmek ve ABD'nin askeri olarak bölgedeki sorumluluklarını azaltma politikasından doğan güç boşluğunda bölgesel dahlini ve nüfuzunu artırmaktır. Bununla birlikte BAE'nin diplomatik ve askeri aktivizm sergilediği neredeyse tüm bölgelerin aynı zamanda İsrail'in ulusal güvenliğini yakından ilgilendiren alanlar olması oldukça dikkat çekicidir.
Ne var ki hassasiyetle yürütülen bu iş birliğinden son günlerde alışılmadık tepkiler gelmeye başladı. Önce geçtiğimiz ay içerisinde BAE'nin ABD büyükelçisinin İsrail'in Batı Şeria'daki yasa dışı yerleşim birimleri ve Ürdün Vadisi'ni ilhak hamlesine yönelik "dostça uyarılar"ını kaleme aldığı yazısı ve videosu geldi. (Elbette bunun bir Körfez ülkesi diplomatının tarihte ilk defa bir İsrail gazetesine [Yediot Ahronoth] görüş yazması gibi sembolik bir anlamı olduğunu da vurgulamak gerekir.) Ardından Muhammed bin Zayed'in İsrail ile yirmi beş yıldır çalıştığına dair ifşaat basına yansıdı. Özellikle son dönem ikili ilişkiler göz önünde bulundurulduğunda BAE'nin açıktan pozisyon alması bir hayli şaşırtıcı.
Açıkça söylemek gerekirse BAE'nin Ortadoğu'da son dönemdeki gelişmelerin ardından tam bir hayal kırıklığı yaşadığı kanaatindeyim. Elbette bu hayal kırıklığının başında Libya geliyor. Türkiye'nin verdiği destekle Ulusal Mutabakat Hükümetine bağlı Libya ordusunun Sirte'ye kadar gelmesi –tüm yatırımlarını darbeci Hafter'in Trablus'u ele geçirmesine bağlayan– BAE üzerinde tam bir soğuk duş etkisi oluşturdu. BAE'nin darbeci Hafter'e verdiği devasa finansal ve askeri yardımların boşa düşmesinin yanı sıra bölgede jeopolitik bunalıma sürüklenmesi Abu Dabi yönetimini öfkelendirdi. Bu sebeple Mısır ile İsrail üzerinde baskılarını artırdığını ve Türkiye'ye karşı acil askeri reaksiyon göstermek niyetinde olduğunu tahmin etmek zor değil. Ancak ne Mısır'ın iç ve dış dinamikler bağlamında ne de İsrail'in mevcut ulusal güvenlik öncelikleri halihazırda böylesi bir hamleye müsait görünüyor.
Keza aynı BAE'li diplomatın Amerikan yetkililerine "Türkiye'yi durdurun" mesajını ilettiği e-mailden anlaşılacağı üzere Abu Dabi yönetimi hızlı bir şekilde bölgede Türkiye'nin sınırlandırılmasını sağlayacak adımların peşinde. Bu sebeple Tel Aviv yönetimine de Arap dünyası ile başlayan normalleşmenin sona erebileceğini söyleyerek aba altından sopa gösteriyor.
Başta Libya olmak üzere bölgedeki Türkiye gerçeğini hazmedemeyen BAE gölge oyunundaki rolünü abartmış gözükmektedir. İmkanları ile kabiliyetleri arasındaki ilişkiyi yanlış ve hatalı kurduğunun farkında olmayan BAE'nin belki de bölgedeki jeopolitik gerçekliği bizzat İsrail'den öğrenmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
[Sabah, 4 Temmuz 2020].