"ABD ve Batı, Esad rejiminin yıkılmasını istiyor." Retoriği bir kenara bırakacak olursak, bir yıldır Suriye'de yaşananlar bizlere ABD ve Batı'nın Suriye'de açık şekilde rejim değişikliği istediğini gösteren fiili bir adımları olduğunu söylemiyor. Otuz yıllık Camp David Düzeninin yıkılmaya başlamasıyla, ABD yeni jeopolitik süreci yönetmek için zamana ihtiyaç duymaktadır. Bölgede ardı ardına yükselen isyan dalgası, ABD'nin hem kapasite sorunu yaşamasını hem de süreci özenle planlamasını engellemektedir. Bir taraftan yeni elitler ve aktörlerle konuşmanın ve anlaşmanın yolunu aramakta; diğer taraftan ABD ile halklar arasındaki kuklaların ortadan kalmasıyla, isyan dalgasının doğrudan muhatabı olmasının krizini yönetmeye çalışmaktadır. ABD yeni jeopolitiğini inşa etmeye çalışırken, diğer yandan da İsrail'in "eski Ortadoğu'ya ait" söylem, talep ve baskıları altında yol bulmaya çalışmaktadır. ABD, tıpkı Mısır'da "Mübareksiz bir Mübarekizm" arzuladığı gibi Suriye'de ise "zayıflamış bir Esad'ı" görmek istemektedir. Ama süreç aksini zorlamaktadır. ABD'nin önümüzdeki süreçte açık bir şekilde tavır değiştirmesi de yine kanlı sürecin bir zorlamasıyla mümkün olacaktır.
"Suriye krizi bütün Ortadoğu'yu ateşe verebilecek büyüklüktedir. Dolayısıyla kriz çok hassas bir şekilde ele alınmalıdır. " Doğrudur, Suriye'nin ilk bakışta Ortadoğu'nun birçok krizini içinde barındırdığını söylemek mümkündür. Muhtemel bir askeri müdahale sadece Suriye'ye müdahale anlamına gelmemektedir. Suriye üzerinden hesaplaşmalarını sürdürmek isteyen veya var olmaya çalışan birçok aktöre müdahale anlamına gelecektir. Lakin yaşanması muhtemel gelişmelerin "bütün Ortadoğu'yu ateşe verecek gelişmeler" olacağı tezi, çok abartılı bir kehanetten öteye gitmemektedir. Yüzyıllardır birbiriyle savaşmamış; daha önemlisi bütün jeopolitiklerini savaşmama üzerine kurmuş olan aktörlerin, Suriye üzerinden ilk adımlarının savaş olacağını söylemek sadece içi boş korkutma taktiğinden başka bir şey değildir. Mezhepçi gerilimler elbette tehlikelidir ve yönetmesi zordur. Ama Irak üzerinden çıkmayan büyük savaş, nüfusun ezici çoğunluğunun bir mezhepten olduğu Suriye'de kuvvetli bir ihtimal değildir. Bu elbette bölgesel gerilim olmayacağı anlamına gelmiyor. Bu savaşın tarafları olduğu farz edilen devletlerin tarihsel tecrübesi de felaket kehanetlerini boşa çıkarmaktadır. "İsyan bahane edilerek Batılı (ve İsrail'in istediği) bir dış müdahale yapılmak istenmektedir."
Bu söylem, ilginç bir şekilde, yıllardır, "Suriye Baas rejiminin organik bir parçası" haline gelmiş olan Rusya ve İran tarafından dillendirilmektedir. Halihazırda Suriye'ye doğrudan dışardan müdahil olan bu iki devletin mezkûr tezleri Batı'nın her hangi bir müdahale isteksizliği ile çoktan nesh edilmiş durumdadır. Bu yönüyle bakıldığında, Rusya ve İran'ın neticeleri itibariyle Batı'dan daha farklı bir pozisyonda oldukları da sorgulamaya muhtaçtır. Bir kamp Esad'ı kınayarak, diğer kamp ise açıktan destek olarak Baas rejiminin varlığının devam etmesini sağlamaktalar.
"Suriye'de Esad rejimi devrilerek 'direniş (hattı) kırılmak' istenmektedir." Burada "direniş hattından" kasıt, İsrail'e karşı mücadele veren örgütlerdir. Filistin mücadelesine İslam dünyasından, özellikle de Arap dünyasından verilen desteğin din, mezhep ve ideolojik eğilimlerden bağımsız olduğunu unutmamak gerekiyor. Mısır Hıristiyanlarını da, Irak Şiilerini de, İran ve Suudi devletini de, Lübnan'daki farklılıkları da anlamsız kılan bir destekten bahsediyoruz. Yani, Esad rejiminin karakteriyle Filistin devletine verdiği destek arasında anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Aksine bölgedeki bütün diktatörlükler için Filistin en kestirmeden meşruiyet kazanma aracıdır. Ayrıca "direniş hattı" iddiasının çöktüğünün en basit göstergesi Hamas'ın Baas katliamları karşında Suriye'yi terk etmesidir.
İsrail "direniş hattının kırılması için Esad'dan kurtulmak istemektedir." İsrail, Camp David Düzeninin kalbi olan Mısır'da statükonun değişmesini ne kadar istediyse, aynı düzenin kollarından olan Suriye rejiminin değişmesini de o kadar arzulamaktadır. Hamas'ın terk etmek zorunda kaldığı her yer İsrail'e daha yakın, "direniş eksenine" daha uzaktır.
" Suriye'ye müdahale, Batı'nın İran'a karşı yapılacak öncül bir müdahalesidir." Bu oldukça ilginç analojinin sahada hiçbir karşılığı bulunmamaktadır. İran'ın yakın ilişkide olduğu ve desteklediği her aktöre öncül müdahale olacağını iddia etmek tutarlı bir yaklaşım değildir. Öncelikle "İran'a bir müdahale yapılacağı" kehanetine yaslanan bu varsayım bugüne kadar medyatik birkaç köpürtmenin ve İsrail'in çıkışlarından başka bir temele yaslanmamaktadır. Özellikle ABD'nin seçim yılına denk gelmesinden dolayı gündemde tutulan İran nükleer meselesi hem İran'ı hem de ABD'yi popülist bir şekilde tatmin eden siyasal bir kısır döngüye dönüşmüş durumdadır. Bu kısır döngüden ilk çıkacak şeyin "İran'a bir müdahale" olacağı sadece bir spekülasyondan ibarettir. Ayrıca, yukarıdaki iddia, İran'a yapılacak bir müdahalede Suriye'nin süreci derinden etkileyecek bir aktör olduğu anlamına gelir ki, Baas rejiminin ne siyasal ne de askeri gücü bu ölçekte değildir. Benzer bir şekilde, Irak'ta, İran etkisine rıza gösteren ABD'nin, Maliki yönetimini unutup Suriye'ye odaklanması da izaha muhtaçtır.
"Baas sonrası kaos olacak, azınlıklar katledilecek ve ülke iç savaşa sürüklenecek." Öncelikle bu türden yaklaşımlar bugün yaşanan katliamları gizlemek adına gelecekteki muhtemel felaketlerden bahsetmektedirler. Çeteye dönüşmüş mezhepçi bir aile devletinin on yıllardır kurduğu çarpık sosyal ve siyasal düzeni görmeyip, mezkûr rejim sonrası sosyal harmoniyi sorgulamanın ucuz bir manipülasyondan öte anlamı bulunmamaktadır. "Türkiye, Batı adına Suriye bataklığına çekilmek isteniyor." Bu yaklaşım en temelde, bölgemizde yaşanan gelişmeleri, halkların iradesini yok sayarak, neredeyse tamamını yerli bir oryantalizmle Batıya atfetmektedir. Özünde derin bir komploculuğa ve özgüvensizliğe yaslanan bu yaklaşım tarzı, Türkiye'nin iradesini yok saymaktadır. Benzer bir yaklaşım tarzı Irak işgali için tezkerenin reddi karşısında açığa çıkmıştı. Bu tezin sahipleri ağırlıklı olarak bir tercüme ve komplo faaliyeti neticesinde Türkiye'nin bugüne kadar attığı ve atacağı her türlü adımı başka ülkelerin başkentlerinden okuma alışkanlığına sahipler. Batı'nın, özellikle de İsrail'in Türkiye'nin Suriye'ye müdahil olmasını arzuladığını iddia etmenin izaha muhtaç bir komplodan öte bir anlamı bulunmamaktadır.