İki seneyi aşkın bir süredir Suriye, ülkemizin gündemini tarihte hiçbir zaman olmadığından fazla meşgul ediyor. Haberlerde Suriye’nin şehirlerinin Türkiye’deki bazı şehirlerden daha fazla yer kapladığı bir dönem yaşıyoruz. İdlib, Dera, Rakka, Lazkiye, Deyrizor vs.... Daha önce Türkiye’nin kahır ekseriyetinin ismini duymadığı şehirler artık siyasi gündemimizde. Fakat, Türkiye’nin güney-güneydoğu sınır şehirlerinde yaşayan insanlar için bu yeni bir durum değil. Yüzyıllar boyudur devam eden içiçe geçmişliği resmeder güney-güneydoğu sınırlarımız. Ulus devlet sınırlarının bölemediği birlikteliğin de sembolüdür Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa, Şırnak vs.
Halep’in, İdlib’in, Lazkiye’nin vs. kelime hazinelerine yeni geçtiği kesimlerin aksine bir Samandağlı için Lazkiye, Yayladağlı veya Altınözülü için Lazkiye veya İdlib, Reyhanlılı için Halep ve İdlib, Kırıkhanlı, Kilisli veya Gaziantepli için Halep, Şanlıurfalı için Rakka veya Haseke, Mardinli ve Şırnaklı içinse Kamışlı, “yabancı şehir” kavramının çok dışındadır. Yüzyıllardır süren ekonomik bağımlılık, sosyal birliktelik ve coğrafi yakınlık modern sınırın Türkiyeve Suriye tarafında yer alan şehirleri ulus devlet sınırlarını hiçe sayarcasına doğal “kardeş şehir” kılmıştır. Bu sebepten İdlib’te meydana gelen herhangi bir hadisenin Reyhanlı’ya veya Altınözü’ne, Halep’in yaşadığı bir acının Kilis’e, Lazkiye’nin acısının Samandağ’a sıçramama gibi bir ihtimali yoktur.
Bu içe içe geçmişlik genelde sınır şehirlerimize, özelde ise Hatay’a ayırt edici vasıflar kazandırmıştır. Çok kültürlülük, birlikte yaşama alışkanlığı, etnik-dini-mezhepsel ayrımları zenginliğe dönüştürebilme becerisi, günlük yaşama, ticarete, insanlararası ilişkilere ve bölge insanının dünyayı okuyuş tarzına birebir yansımıştır. Burda Hatay için özel bir parantez açmak gerekmektedir. Türkiye’ye 1939’da ilhak edilen Hatay, erken dönem cumhuriyetin çok kültürlülüğü felç eden homojenizasyon politikalarının mağduru olmayan tek ilimizdir.
HATAY VE SURİYE KRİZİ
Suriye krizini tam da bu sosyo-ekonomik ve tarihi arka plan üzerine karşılayan Hatay, krizin başından beri Suriye’de yaşanan hadiselerden doğal olarak beri duramadı. Bir yandan kamplarda ve şehirlerde yaşayan Suriyeli akımının yarattığı sosyo-ekonomik sıkıntılarla karşılaşırken, diğer taraftan da “ekmek kapılarından” olan Suriye’nin halihazırdaki durumundan ekonomik zararlar gördü. Örneğin, Hatay ekonomisinin can damarlarından olan nakliye sektörü Suriye krizi sebebiyle durma noktasına geldi. Suriyeli akımı, sağlık hizmetlerinden kira fiyatlarına, asayişten bir takım ailevi problemlere kadar bir dizi reel problemi de beraberinde getirdi. Küçük ve geçici işlerde çalışan, parklarda oturan, bodrum dairelerinde yaşayan Suriyeliler ve Suriye plakalı arabalar günlük hayatın sıradan bir parçası haline dönüştü. İroniktir ki “Suriyelileri kabul etmeseydik” argümanını dillendiren kesimlerin aksine Suriyeli mülteci sorununu bizzatihi yaşayan Hatay insanının ekserisi, yukarıda bahsedilen sebeplerden ötürü bu argümanı anlamsız buldu. Diğer bir deyişle Hataylılar, Suriyelileri geri çevirme imkanımızın olmadığını en iyi bilenlerdendi.
Hataylıların Suriyelileri kabulu ile birlikte Hatay’daki bazı fay hatlarını harekete geçirme çabaları da başladı. İki ana noktada kardeş iki halk arasındaki ilişki sınanmaya çalışıldı. Özellikle Antakya’da “şehir efsaneleri” uydurularak, halk Suriyelilere karşı galeyana getirilmek istendi. Bu uğraş amacına tam olarak ulaşmamakla birlikte bu süreçte üretilen sanal gündem Hatay’ın reel sosyo-ekonomik sorunlarının önüne perde çekti. Burda vurgulanması gereken husus, Hatay’ın Alevisi’nden Sünnisi’ne tüm kesimlerinin zaman zaman “şikayet etseler bile” Suriyelilerle birlikte bir ortak yaşam formuna girmiş olmalarıdır.
İkinci kritik nokta ise Reyhanlı saldırısıdır. Daha önce hedeflenen iki halk arasına husumet sokma çabası Reyhanlı ile birlikte kanlı ve somut hale dönüştürüldü. Hem Suriye içine, hem Türkiye’ye hem de bölgeye yönelik amaçlara matuf olarak gerçekleştirilen bu saldırı ile daha önce Hatay’da fitne faaliyeti yürüten küçük ve marjinal grupların ve bu grupların beslendiği Suriye muhaberatının Cilvegözü patlamasından sonra bir kez daha teröre başvurmasına şahitlik ettik.
Reyhanlı’nın acısının merkeze alınmadığı hiçbir analiz bizi Suriye meselesinde vicdanen ve stratejik olarak doğru yola iletmez. Yine de Reyhanlı saldırısından sonra konuşulan çoğunlukla siyasi pozisyonlar oldu. Reyhanlı üzerinden yapılan siyasi hesaplaşmalar ve “fatura kesme” operasyonları, bir taraftan daha önceki gibi reel sorunların önüne perde çekerken diğer taraftan ise Hatay özelinde yoğun faaliyet gösteren grupların operasyon kaabiliyetini de artırdı. Bu sebepten “neden Reyhanlı?” sorusundan hareketle ve siyasi hesaplaşmaları kenara bırakarak Reyhanlı üzerinden Suriye krizi algımızı yeniden gözden geçirmeliyiz.
Reyhanlı neredeyse şehir nüfusu kadar Suriyeli’ye ev sahipliği yapan bir şehir. Coğrafi olarak çatışmaların en yoğun olduğu şehirlerden olan Halep ve İdlib’e yakınlığı Suriyeli akımının en önemli sebeplerinden. Aynı zamanda yukarda bahsedilen bağlar da Suriyeliler’in Reyhanlı’yı tercih etmesinde büyük rol oynadı. Cilvegözü sınır kapısı muhalefete ulaştırılan yardımların ana kaynaklarından birisi, dahası sadece kriz başladığından beri değil on yıllardır gayri resmi birçok Cilvegözü’ne sahip bir şehir Reyhanlı. Bu Cilvegözleri kriz öncesinde “ekmek kapısı” olsalar da daha önce de olduğu gibi şimdi de güvenlik zaafiyetlerine sebep olmakta.
NEDEN REYHANLI?
Arap kökenli nüfus ile birlikte büyük Türkmen aşiretleri etrafında gelişen geleneksel ve güçlü bir milliyetçi damara da sahip olan Reyhanlı, bu damarı istismar etmek isteyen çevreler için sınır hattı boyunca operasyona en açık şehirlerden birisi. Suriyeli akımıyla birlikte artan nüfus ve şehirdeki yabancı simalar, provokatörlerin de nispeten rahat hareket etmelerini mümkün kılmakta. Bu sorunların büyümesinin önündeki en büyük engel ise halihazırda test edilen Reyhanlı halkının feraseti.
Böyle bir zemin üzerine yapılan saldırı, Reyhanlı’nın reel sorunlarından istifade ederek Türkiye’ye “Baas bataklığını” bulaştırma çabası olarak okunmalıdır. İçlerine virüs girmişçesine Suriye krizinin Türkiye’ye her sıçrayışında Suriyeli muhalifleri hedef gösteren kesimlerin iddialarının aksine Reyhanlı saldırısı amacı ve failleri açısından oldukça net bir saldırıdır.
Uluslararası camiada Esedli-Esedsiz çözüm tartışmalarının yaşandığı şu günlerde “benden kolay vazgeçemezsiniz” mesajını bölgesel uzantılarını kullanarak ve alışık olduğu yöntem ile veren Baas rejiminin ateşi Türkiye topraklarına taşıma çabası gözlerden kaçırılmamalıdır. Muhaliflere destek veren kırılgan bölge ülkelerine de Türkiye üzerinden “aba altından sopa gösteren” Baas rejimi, bir taraftan şiddet yoluyla bölgeyi terbiye edeceğini hesap etmekte diğer taraftan ise bölgenin kara kutusu olan Suriye’nin yıkılmasıyla etrafa saçılacak kirli çamaşırlar üzerinden hem bölge ülkelerine hem de global aktörlere mesaj yollamakta.
Suriye krizinin geldiği nokta ve Baas rejiminin iktidarda kalabilmek için göze alabildikleri, Türkiye’nin Suriye politikasını daha da önemli kılmaktadır. İnsani ve vicdani olarak başarılı bir sınav geçiren Türkiye, aynı başarıyı gelecek kurgulama konusunda da göstermek zorundadır. Çokça takdir edilen niyet ve emek bir yana; verimlilik ve kapsamlı vizyon esasları üzerinden hareketle derin bir nefes alıp siyasi hesaplaşma uğruna eleştirilen adımlarını değil siyasi hesaplaşma körlüğüyle es geçilen eksiklerini yeniden gözden geçirmelidir.
Zamanlama ve güvenlik zaafı tartışmaları üzerinden siyaset yapılan bir dönemde, sadece Reyhanlı konuşanlar için önemli olan yitirilen 50 can ve devam eden bir takım toplumsal gerginliklerin ve sosyo-ekonomik problemlerin nasıl çözüleceğidir. Diğer tarafı kaos içinde olan bir sınırda güvenlik sağlamak gerçekten de zordur. Bu konuda atılacak en etkili ve sonuca götürücü adım sınırın Türkiye tarafındaki sorunların ve aksaklıkların zaman kaybedilmeden ve büyük-küçük sorun ayrımı yapılmadan giderilmesidir. Mobese kameralarından start verilebilir...
[Star Açık Görüş, 18 Mayıs 2013]