Ne garip bir dünyada yaşıyoruz! Geçen gün Beşar Esed’in aile fotoğraflarına baktım. Sonra da, Suriye’de işkence ile katledilen kişilerin ceset fotoğraflarına. Esed’in aile fotoğraflarında; göz doktoru bir erkek, bankacı kökenli güzel bir kadın, üç tane mutlu görünümlü çocuk, birbirlerinin gözlerine gülümseyerek bakan karı ve koca, çocuklarına bisiklet sürmeyi öğreten bir baba var. Modern, batılı ve insancıl imajı üretilmeye çalışılmış. Ceset fotoğraflarında ise; açlıktan bir deri bir kemiğe dönmüş bedenler, üzerlerinde yanık ve kesi izleri olan kurumuş deriler, ası, darp ve çeşitli işkence izleri var. Bu iki albüm, sanki iki ayrı gezegenden gelmiş gibi. Halbuki, ikisinin de baş aktörü aynı kişi. Beşar Esed. İşkence izli cesetler, Beşar Esed’in yönettiği ülkeden, onun kontrolündeki bir sitemden geliyor.
İşkence izli kurumuş beden resimleri zihin dünyamı sarstı. Beşar Esed üzerine düşünmeye başladım. Ceset manzaralarının sorumlusu bu adam nasıl biriydi? Çocuklarına bisiklet sürmeyi öğreten, karısının gözüne gülümseyerek bakan bu adam, binlerce insanı kurumuş cesetlere nasıl dönüştürebildi?
Beşar Esed; 49 yaşında, beş kardeşin üçüncüsü. Şam’da Fransız okulundan mezun. Tıp eğitimi alıp, göz doktoru olmuş. Mesleki gelişim için Londra’da iki yıl kalmış. Birçok kaynakta kişilik olarak; çekingen, öne çıkmayan, öğrenmeye meraklı, hastalarına düşkün, siyaseti sevmeyen, askerliğe ilgi göstermeyen biri olarak tanımlanıyor.
BABA, AĞABEY VE ESED
Beşar Esed kişiliğine uygun bir şekilde, gözlerden uzak, tıp eğitimine devam ederken, abisi Basil’in trafik kazasında ölmesiyle hayatı değişti. Abi Basil, Hafız Esed yerine hazırlanmıştı. Basil babasına benziyordu. Askerliğe ilgiliydi. Güce düşkündü. Yönetmeye meraklıydı. Üstelik babası gibi de acımasızdı. Basil ölünce, en büyük erkek olan Esed apar topar Londra’dan çağrıldı. Babası ölene kadar, babanın yerine geçecek şekilde hazırlandı. Cumhurbaşkanı olma yaşı 40’tan 34’e indirilerek, Esed hem Baas Partisi Genel Sekreteri, hem de cumhurbaşkanı yapıldı.
Beşar Esed cumhurbaşkanı olduğunda bile, halk gözünde zayıf biri olarak algılanıyordu. Lider olabilecek kapasitede biri olarak görülmüyordu. Hatta Baas Partililerin bir gösterisinde, “Esed kliniğe, Mahir yönetime!” diye slogan atılmıştı. Baas Parti’sinin eski tüfekleri tarafından da tecrübesiz kabul ediliyordu. Dünyanın liderleri de, onu biraz naif, muhtemelen de etki altına alınması kolay biri olarak görüyorlardı. Esed önce batı görmüş biri olarak, özgürlükleri arttırmaya, reformlar yapmaya yönelik adımlar attı. Muhaliflerin bir kısmını hapishanelerden saldı. Bir yıl sonra bu politikadan vazgeçti. Baskıları yeniden arttırdı. Ülkeyi ekonomik açıdan liberalleştirmeye, internet ve bilgisayar teknolojilerini yaygınlaştırmaya çalıştı. Suriye’nin imajını değiştirmeye yönelik dış politika adımları atmaya başladı. Örneğin Türkiye ile yakın ilişkiler kurdu.
Arap Baharı’nın başlamasıyla her şey çok hızlı değişti. Dara’da Tahrir’de atılan sloganları duvarlara yazan çocuklar, tutuklanıp işkence edildi. Bu duruma yönelik kendiliğinden gelişen protesto yürüyüşleri kanlı bastırıldı. Bu andan itibaren oğul Esed, baba Esed gibi davranmaya başladı. Muhalefete acımasız bir şiddet ve baskı uyguladı. Bugünlere gelinceye kadar, binlerce insan işkence ile öldürüldü, kimyasal silah kullanıldı.
ESED ZAYIF BİRİ Mİ?
Sorumuz tam da bu noktada başlıyor! Mütevazi ve sorumluluk sahibi bir göz doktoru, nasıl oldu da gaddar bir diktatöre dönüştü? Bazıları hala şu soruyu soruyor: Esas karar alıcı Esed mi? Yoksa kararlar, aile ve Baas Parti’sinin yaşlı kurtları tarafından Esed’e dayatılıyor mu? Bence daha kıymetli soru şu: Esed yetersiz, çekingen, utangaç ve insancıl görünmesine rağmen, aslında hesapçı ve iktidar oyunu kurabilen biri mi? Şimdiye kadar Esed’i kişilik düzeyinde analiz edenler yanıldı mı? Yoksa çekingen ve iddiasız görünmekle, strateji kurma becerisinin farklı olabileceği gözden mi kaçırıldı?
Bu soruların cevaplarını bulmada bize yardımcı olabilecek bir kaç teorik çerçeve var. İlk tartışma aktör -ortam tartışması. Bu tartışmanın ana sorusu şu: Büyük tarihsel olayların seyrini liderler mi, şartlar mı belirler? Bu soru halen çözüme kavuşmayan ikilemlerden biri. Artık iki faktörün de, olaya göre, değişen düzeyde etki ettiğini biliyoruz. Nadiren tam olarak liderler, nadiren tam olarak reel politik şartlar belirler. Çoğunlukla liderlerin özellikleri ile reel politik şartların dinamik etkileşimi seyri belirler.
Bu teorik tartışmayı Esed’e uygularsak şöyle bir durum açığa çıkıyor: Olup bitenler Beşar Esed’in psikolojik özelliklerinden ibaret olarak izah edilemez. Aynı zaman da olup bitenler, Esed’in kişilik özelliklerinden bağımsız da değil. Esed’in zihni ile çevresel şartlar etkileşim halinde. Eylem bu etkileşimden çıkıyor. Esed’in lider olduğu ortam şöyle: Nüfusun yüzde 12’sini oluşturan Nusayriler iktidarda ve devlet mekanizmaları onların kontrolünde. Sünni dindarlarla 40 yıllık gerilim ve mücadele var. Hafız Esed’in ele geçirdiği iktidar, aile üzerinden devam ettiriliyor. Baas Parti’si kurumsallaşmış ve aile ile iç içe girmiş. Beşar Esed; aile, Baas Partisi, Nusayri azınlık ve az sayıda seküler Sünni’nin ittifak ettiği bir yapının liderliğini yapıyor. Bu iç ittifaka, dış ittifak olarak İran ve Rusya’yı da eklemek gerek. Bu yaklaşıma göre; bu katı ittifak, Esed’i zorunlu politikalara itiyordu. Esed’in alanı sınırlıydı. Bu denklemin dışına çıkmak demek, Esed’in ve ailesinin iktidarını kaybetmesi demekti. Bu şartlarda, Esed uyum sağlayan kişiliği nedeniyle aile ve Baas Parti’si politikalarına uydu. Esed bu kişilik özellikleriyle babası gibi hiç yoktan iktidarı ele geçiremezdi. Fakat bu kişilik özellikleri ile var olan düzeni sürdürebilirdi. O da sürdürdü.
'BABA'DAKİ MİCHEAL GİBİ
Yukarıdaki yaklaşımdan farklı bir açıklama modeli daha var. Bu yaklaşıma göre, aslında Esed, bizatihi şiddet politikalarının müsebbibi. Sessiz ve uyumlu görünmek ayrı bir şey, iktidar oyunu oynama becerisi ayrı bir şey. Bu durumu sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri olan Godfather (Baba) filmindeki Micheal’a (Al Pacino) benzetebiliriz. Mafya lideri olan Baba’nın (Marlon Brando) üç oğlu ve bir kızı vardır. En büyük abi Baba’nın sağ koludur. Şiddete meyillidir. En küçük olan Micheal ise, mafya işlerine ilgi göstermez. Aileden uzak durur. Genç ve güzel bir hanımla bireysel hayat peşindedir. Aile tarafından da mafya işleri yapamayacak kadar zayıf veya naif karakterde biri olarak algılanır. Fakat Baba saldırıya uğrayınca, ardından abi öldürülünce, ailenin içine geri döner. Bu noktadan sonra, kimsenin beklemediği bir adama dönüşür. Babasının tüm düşmanlarını öldürür. Babasından daha büyük mafya babası olur. Esed’in hali Micheal’ın hali gibi olabilir. Her ikisinde de, babalarının uyuyan şiddet genetikleri uyanmış olabilir. Veya her ikisi de, iktidar mücadelesi şartları içerisinde acımasız olmayı öğrendiler. Sessiz ve makul görünümü araç olarak kullandılar. Eğer bu yorum doğruysa çoğu dış politika analisti fena halde yanılmış demektir.
NASIL ACIMASIZ OLUNUR?
Esed’deki bu büyük değişimi izah edecek başka teoriler de var. Bunlardan birisi, “sıradan ve iyi insanların da acımasız işler yapabileceği” tezi. Bu durum sosyal psikolojide Stanley Milgram’ın sosyal itaat deneylerinde gösterildi. Deneyde otoriter bir ortam oluşturulduğunda sıradan insanların yüzde 65’i başkalarına açıkça acı verebiliyordu. Bu yaklaşımın daha yeni versiyonu Stanford Hapishane Deneyi’ni yapan Philips Zimbardo tarafından oluşturuldu. Zimbardo’nun temel tezi şu: İnsan doğası, iyilikten kötülüğe; kötülükten iyiliğe geçirgendir. Yani özel şartlar oluştuğunda, ortalama iyi insanlar çok fena şeyler yapabilirler. Esed’in makul bir insan olup olmaması çok da önemli değil. Kötülüğü açığa çıkaracak şartların olması, makul bir insanı canavara dönüştürebilir. Baba Hafız Esed’in diktatörlük sistemi yeterince kötüydü. Esed’de bu kötü sistemde canavara dönüştü.
KÖŞEYE SIKIŞAN KEDİ
Esed’in halini izah etmeye yarayacak yaklaşımlardan biri de “köşeye sıkışmış kedi psikolojisi”. Köşeye sıkışmış kedinin, kaçma şansı kalmadığında tırmaladığı bilinir. Esed köşeye sıkıştı ve tırmaladı. Bu yaklaşım, insanların hayati kararlarını, hayatta kalabilme olasılığına göre verdiği tezine dayanır. Esed, aile ve parti diktatörlüğü işbirliği ile başkan yapıldı. Demokratikleşme iktidarı kaybetmek demekti. Eğer halk kitleleri iktidarı alırsa, kendisinin, ailesinin ve kabilesinin yok olacağını düşündü. Esed, bu şartlarda gaddarca bir mücadelenin tek çıkar yolu olduğu kararına vardı. Hem ailesinin hem de Baas Parti’sinin hayatta kalma stratejisi, muhalefeti acımasızca ezmekti. Şimdiye kadar bu yöntemle başarılı olmuşlardı. Hama ve Humus ‘ta on binlerce insanı katlederek iktidarda kalmayı başarmışlardı. Babası hakkı olmayan bir şeyi gasp etmişti. Esed aile alışkanlığını devam ettirerek hayatta kalmaya çalıştı. Hapishaneleri doldurdu. İşkence sisteminin yürümesine izin verdi. Kimyasal silah kullanımına, varil bombalarına onay verdi.
Sorulardan biri de şu: Esed nereye kadar devam eder? Tunus’ta Zeynel Abidin’in yaptığı gibi, imkan verilirse, kaçıp gider mi? Yoksa Kaddafi gibi öldürülene kadar devam mı eder? Esed’in bundan sonraki davranışlarını bugüne kadarki davranışlarına bakarak öngörebilir miyiz? Tüm bunlar üzerinde düşünmeye değer, zor sorular. Ben düşünmeye başladım.
[Star Açık Görüş, 01 Şubat 2014]