Suriye sorununa doğrudan taraf olan aktörlerin sayısının son dönemde arttığı görülüyor. Ülke içerisinde savaşan yerel aktörlerin yanında İran ve Rusya gibi ülkeler ile Hizbullah ve el-Kaide gibi örgütler zaten uzun zamandır çatışmanın tarafıydılar. Bunun yanında ABD ve diğer bazı Batılı ülkelerin DAEŞ’e karşı operasyonları söz konusuydu. Bunların Rusya, İran ve Hizbullah gibi birinci grup aktörlerden farkının, Suriye sorununun kapsamlı bir çözümü yerine DAEŞ meselesine odaklanmaları olduğu düşünülmekteydi. Ancak özellikle Washington yönetimi açısından, DAEŞ’e karşı mücadele tezinin Suriye’deki asıl niyetlerini perdelemek için kullandığı faydalı bir araç işlevi gördüğünü ifade etmek gerekir. Uzun zamandır ABD’nin Suriye politikasına yöneltilen temel eleştiri olarak kapsamlı olmadığı ve sadece DAEŞ konusuna odaklandığı ileri sürülmekteydi. Ancak DAEŞ perdesinin yavaş yavaş ortadan kalkması, Suriye’de ABD gibi dış aktörlerin ve onlar tarafından desteklenen içerdeki aktörlerin niyetlerini ve hedeflerini açıkça ortaya çıkardı. DAEŞ ile birlikte Suriye’yi kaplayan toz bulutu dağılırken ABD’nin ülkenin kuzeyinde de facto bir PYD devleti kurduğu görülmeye başlandı.
Türkiye başından beri Amerikan yönetiminin bu konudaki politikasından rahatsızlığını dile getirmiş ve PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin bu şekilde devletleşmesine dair girişimlere karşı çıkmıştı. Ancak PKK’nın Türkiye içerisindeki saldırıları, şehir savaşına girişmesi ve FETÖ/PDY örgütünün ülkenin güvenlik kurumlarında neden olduğu zafiyet bu konuda gerekli tepkiyi vermesini engellemişti. Fırat Kalkanı Operasyonu’yla Ankara artık sınırlarının ötesinde kendi güvenliğini tehdit eden gelişmelere karşı daha kararlı adımlar atmaya başladı.
Peki ABD ve Türkiye gibi aktörlerin Suriye konusundaki aktivitelerini artırmaları savaşın sonuna yaklaşıldığını gösterir mi? Ya da hangi gelişmeler Suriye’de artık çatışmanın sona ermeye yakın olduğu şeklinde okunabilir? Bu konudaki en önemli işaret DAEŞ ile ilgili sürecin nasıl gelişeceği olacaktır. Bu çerçevede şöyle bir tespit yapmak mümkündür: DAEŞ Suriye sahnesinden kaybolacaksa ve yerine benzeri bir toz bulutu oluşturacak yeni bir örgüt icat edilmeyecekse Suriye savaşının sonu yaklaşmıştır. Bu durumda ABD ve Rusya gibi aktörler artık Suriye’deki aktiviteleri için DAEŞ’i bahane etmeyi bırakıp gerçekten ne istediklerini ortaya koyup bunun üzerinden bir pazarlık sürecine girmek zorunda kalacaklardır.
ABD’nin Amacı
ABD ve Rusya’nın Suriye krizindeki bundan sonraki tutumları savaşın ne kadar daha devam edeceği konusunda belirleyici olacaktır. Çünkü bölgesel ve yerel aktörlerin uzun süren iç savaşta birbirlerine üstünlük sağlayamadıkları görülmüş ve giderek artan bir şekilde Rusya ve ABD’nin meseleye dahil olmaları söz konusu olmuştur. Önce Washington yönetiminin neyi hedeflediğine ve bundan sonraki adımlarının neler olabileceğine bakalım. ABD’nin Suriye konusundaki en önemli önceliğinin, bugüne kadarki en büyük kazanım olarak gördüğü PYD’nin ülkenin kuzeyinde elde ettiği konumunu korumak ve genişletmek olduğu görülüyor. Obama yönetiminin PYD’ye bakışını anlamak için bu örgüt ile DAEŞ arasındaki ilişkinin ne olduğuna ve DAEŞ’in Suriye’deki işlevine yakından bakılabilir. Bu çerçevede şu soruyu sormak gerekir: ABD için hangisi daha önemlidir; DAEŞ’in ortadan kaldırılması mı yoksa PYD’nin güçlendirilip Suriye’nin kuzeyinde de facto bir devlet kurması mı?
Bu soru Amerikalılara sorulduğunda asıl hedeflerinin DAEŞ’in ortadan kaldırılması olduğunu ve PYD ile de bu yüzden işbirliği yaptıklarını söylüyorlar. Türkiye ise bir terör örgütüne karşı başka bir terör örgütü ile işbirliği yapmanın nasıl meşru görülebileceğini sorguluyor. Amerikalılar PYD’yi terör örgütü olarak görmedikleri cevabını veriyorlar ancak başta Savunma Bakanı Ashton Carter’ın Senato’daki itirafı olmak üzere çok sayıda Amerikalı yetkili PYD’nin PKK ile organik bağını kabul ediyor.
Bu durumda özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında uluslararası siyasetini terör karşıtlığı üzerine kurmuş olan ABD, müttefiki Türkiye’nin en büyük düşmanları arasında yer alan terörist örgüt PKK’nın Suriye kolu olan PYD’ye açık destek veriyor. Bu konuda müttefiki Türkiye ile yüksek düzeyde bir gerginliği göze aldığına göre PYD’nin korunmasına çok önem verdiği de anlaşılıyor. Aslında DAEŞ’in “geçici” bir fenomen olduğunu çok net bir şekilde bilen Amerikalılar PYD’yi bölge coğrafyasında “kalıcı” kılmaya çalışıyorlar; mümkünse bağımsız bir devlet olarak, bu mümkün olmayacaksa otonom bir bölge olarak. Ancak bunu yaparken Washington yönetiminin önceliğinin Suriye Kürtlerinin güvenliği ve refahı değil kendi çıkarları doğrultusunda kullanabileceği bir yerel aktör oluşturma isteği olduğunu da bir kez daha ifade etmek gerekir.
Bu şekilde Suriye siyasetinde ağırlık noktasını PYD üzerinden kurgulayan ABD’nin DAEŞ konusundaki politikası bununla ilgili olmuştur. DAEŞ perdesini kaldırıp altından PYD çıktıkça mutlu olan Amerikan yönetiminin, yerine PYD gelmeyecek bölgelerde DAEŞ perdesinin kaldırılması konusunda nasıl bir tavır takınacağı henüz belli değil. Menbic, Bab ve Rakka bu açıdan PYD ve ABD’nin sınırlarını gösteriyor. Nüfusunun büyük bir çoğunluğunu Arapların oluşturduğu Menbic’te DAEŞ’in yerine PYD’nin gelmesi konusunda Türkiye ile büyük bir gerilim yaşayan ABD’nin, Afrin’de PYD tarafından ilan edilen kanton ile Fırat’ın doğusundaki PYD bölgelerinin Bab üzerinden birbirine bağlanması planı Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu ile bozulmuş oldu.
İşte bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: PYD’nin Kuzey Suriye’de coğrafi bütünlüğe sahip bir bölgeyi kontrol etmesini hedefleyen Amerikan yönetimi, Suriye’ye yaptığı müdahale ile bu planına karşı çıkan Türkiye’nin zorluk yaşaması için DAEŞ’in tasfiyesi politikasına ara verebilir mi? ABD’nin, PYD’nin meşruiyetini kabul etmeleri için Türkiye ve Özgür Suriye Ordusu’nu DAEŞ ile terbiye etmek niyetiyle bu örgütün bir süre daha Bab bölgesinde varlığını sürdürmesini sağlayacak bir politikaya yönelmesi söz konusu olabilir mi? Bu sorular çok spekülatif görünebilir ancak Washington yönetiminin özellikle Ankara karşısında bugüne kadarki politikasının ulaştığı irrasyonel boyut düşünüldüğünde bu tür soruların da dikkate alınması gerekiyor. Türkiye gibi NATO çatısı altında müttefiki olan bir ülkeyi “hizaya getirmek” için PKK’nın Suriye koluna açık destek verebilen ABD’nin, yine Türkiye’ye Suriye politikasında geri adım attırmak için DAEŞ’e alan açması çok beklenmedik bir davranış olmayacaktır.
ABD’nin bu konularda nasıl bir tercihte bulunacağı henüz bilinmiyor ancak Washington’ın PYD ve DAEŞ’in geleceği konusunda yapacağı tercihin savaşın sonu açısından çok belirleyici olacağını söylemek yanlış olmayacaktır. PYD için arzu ettikleri sınırlara sahip olduklarını düşündüklerinde DAEŞ’in tamamen tasfiyesine ağırlık verecekleri ve daha sonra ise netleşen tabloda barış masasını zorlayacakları söylenebilir. Barış masasında hem PYD konusunda elde ettikleri kazanımları korumaya hem de Rusya ve İran’ın nüfuz alanının sınırlı olmasını sağlamaya çalışacaklardır.
Rusya’nın Pozisyonu
Suriye sahnesinde çok etkili bir başka aktör olan Rusya açısından bakıldığında ise önceliğin Suriye’nin toprak bütünlüğünün yeniden tesis edilmesine verildiği ancak bunun mümkün olmaması durumunda olabildiğince geniş topraklarda Esed yönetiminin kontrolü sağlamasının amaçlandığı görülür. Her iki durumda da Rusya’nın temel amacı Suriye’deki kendi kazanımlarının korunmasıdır ki ülkedeki iç savaş sırasında genişletme imkanı bulduğu askeri üslerinin güvenliği bu yönüyle ilk akla gelen konudur. Washington’ın PYD ve DAEŞ’e odaklanması Moskova’ya ülkenin geri kalan kısmında istediği gibi hareket imkanı vermiş ve özellikle Akdeniz kıyısındaki askeri varlığını güçlendirmesini sağlamıştır.
Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan tarafından desteklenen muhaliflerin Suriye’nin tamamını ele geçirmesi durumunda bu ülkedeki askeri üslerini kaybedeceğini düşünen Rusya, 2015 Eylül ayında başlattığı hava saldırılarıyla savaşın doğrudan tarafı haline gelmiştir. Tahminlere göre 4 binden fazla askerinin bulunduğu Suriye’de Rusya’nın kara operasyonlarında da Esed güçlerine destek verdiği görülüyor. ABD gibi DAEŞ’e karşı mücadele bahanesiyle Suriye iç savaşına dahil olan Rusya, şehirlerin bombalanmasında Esed güçleriyle birlikte hareket ederek bölgede yaşanan sivil ölümlerinde önemli pay sahibi olmuştur. Hava gücü ve hava savunma silahlarına sahip olmayan muhaliflere karşı gerçekleştirilen hava saldırılarında Esed güçlerinin yetersiz kalması nedeniyle Rusya’nın öne çıktığı görülmektedir. Bu durum Rus desteğinin sona ermesi durumunda Esed yönetiminin savaşı sürdürmesi için İran desteğinin yetmeyeceğini göstermektedir. Bundan dolayı Moskova’nın tutumu savaşın gidişatı ve sona erip ermemesi konusunda belirleyici olacaktır.
Rusya, Esed yönetimine vereceği desteğin ülkenin tamamını kontrol etmesi için yeterli olmayacağını düşünmesi durumunda, kendi askeri üslerinin bulunduğu bölgelerin Baas yönetiminin kontrolünde olmasını öngören bir ateşkes ve barış anlaşmasına razı olacaktır. Bu konuda belirleyici olan ise muhaliflerin Halep ve sonrasında İdlib bölgesindeki direnişinin hangi boyutta olacağıdır. ABD’nin PYD’ye sahip çıkma konusundaki kararlılığının derecesi ve Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu’nun başarısı da Rusya ve onun tarafından desteklenen blokun bundan sonraki süreçte ateşkes ve barışı mı yoksa savaşın devamını mı tercih edeceklerinin bir başka göstergesi olacaktır.
[Kriter, 1 Ekim 2016].