Batı basınının genelinde hâkim olan Türkiye karşıtı hava hepimizin malumu. Bunların arasında Almanya, Avusturya gibi Türkiye ile yatıp Türkiye ile kalkanlar olduğu gibi onlar kadar olmasa da sistematik bir biçimde Türkiye aleyhtarı dezenformasyon ve karalama kampanyaları yapan Amerikan ya da İngiliz basını da bulunmakta. Soldan sağa geniş bir yelpazede yayın yapan ve birçok konuda birbirine tamamen zıt pozisyonlara sahip bu ülkelerin basın-yayın organlarının Türkiye söz konusu olduğunda şaşırtıcı bir biçimde tek sesli bir yayın yaptıklarına şahit oluyoruz. Türkiye hakkında hakim söylemin aleyhinde eleştirel bir ses ve yorumu geçtik olumlu bir habere rastlamak bile bir hayli zor.
Almanya örneğinde olduğu gibi artık bir histeri halini almış olan bu takıntılı halin temelinde Türkiye'nin artık dış politikada kendi yolunu çizmeye başlaması bulunuyor. Dolayısıyla Batılı yayın organları Türkiye'nin gittiği yönden pek de memnun değiller ve bunu gizlemiyorlar. Son on beş yılda yaşanan dönüşümle kendisine vurulan zincirleri birer birer kıran ve bunu 16 Nisan referandumu ile taçlandıran Yeni Türkiye ve bu dönüşümün lideri Recep Tayyip Erdoğan ve onun temsil ettiği muhafazakar kitle batı basınında bir nefret objesi haline dönüştürülmüş durumda.
Bazılarına göre Batı basınının bu tutumunun temelinde Türkiye'nin kendisini yeterince anlatamıyor oluşu ya da karşı tarafın Türkiye'yi yeterince tanımaması bulunmakta. Halbuki meselenin nedeninin Yeni Türkiye'ye ve onun yönetimine yönelik siyasi bir tutum olduğu ayan beyan ortadadır. Bunun en önemli örneklerinden biri batılı yayın organlarının Türkiye'de görev yapan muhabirleri. Bu muhabirlerin kahir ekseriyeti siyasi bir gündem ile Türkiye'ye geliyorlar ve Türkiye'nin iç siyasi meselelerinde doğrudan ve açıktan taraf olarak bir militan gibi gazetecilik yapıyorlar. Nişantaşı- Taksim balonu içerisinden çıkmayan bu gazeteciler meşreplerine ve siyasi eğilimlerine göre Beyaz Türkler, sol, liberaller ve Kemalistlerden oluşan bir çevre ile farklı seviyelerde ilişkiler geliştiriyorlar. Türk toplumunun kahir ekseriyetini temsil etmeyen bu çevrelerin söylemlerini, acılarını, öfkelerini batı kamuoyuna aktarmak bu gazetecilerin temel görevi haline gelmiş durumda. Arada çok da tek taraflı gözükmemek adına muhafazakar kitleden de görüş aldıkları bir gerçek. Fakat bu görüşlerde verilmek istenen ana mesaj çevresinde törpülenerek ya da bağlamından koparılarak verilmekte.
Bundan dolayıdır ki Türk kamuoyunun geneli bu muhabirlere olan güvenlerini kaybetmiş durumda. İş o noktaya geldi ki bu muhabirler arada sırada serengetide safariye çıkmış beyaz adam gibi Fatih Çarşamba semtine uğradıklarında hayretle "Siyah Türkler ‘in" kendileriyle konuşmak istemedikleri gerçeğiyle karşılaşıyorlar. Zira muhafazakar kitle şunu artık gayet iyi anlamış durumda ki mesele karşı tarafa bir şey anlatma ya da diyalog kurma meselesini aşalı çok oldu. Artık mesele doğrudan kendisini, temsil ettiği siyaseti ve onun binbir emekle inşa ettiği yeni Türkiye'yi boğmak ve boyun eğdirmek meselesi haline dönüşmüş durumda. Bu amaca ulaşmak üzere, 15 Temmuz darbesi gibi her yolu mubah olarak gördüklerini ise darbe sonrası verdikleri rezil tepki ile kanıtlamış oldular.
[Fikriyat, 28 Temmuz 2017].