Yumuşak güç kavramı çerçevesinde dış politika konuları ele alındığında hep göze çarpan bir durum var. Kavramı kullananlar genelde yoğun çaba sarf etmenin diplomatik bir başarı olduğunu düşünüyorlar. Bu zihniyete göre ne kadar çok diplomatik ziyaret gerçekleşirse ne kadar çok bir ülkenin ismi ön plana çıkarsa ne kadar çok o ülkenin diplomatları ve hükümeti çalışırsa sanki o derece başarılı olunacakmış gibi bir resim ortaya konuluyor.
Yani başarının ölçütü çalışmak olarak gösteriliyor.
Halbuki başarı için gerekli tek şartın çalışmak olmadığını hepimiz biliriz.
Hatta çok fazla ders çalışırmış gibi görünmesine rağmen verimli teknikler kullanmayan öğrencilerin harcadıkları onca efora rağmen başarısız olduklarını görmüşlüğümüz vardır. Aynı şekilde bir ülkenin kendi materyal kaynaklarının mümkün kıldığından daha fazla bir görüntü vermesi başarıyı garanti etmez.
Aksine enerjinin yanlış kullanımı nedeniyle başarısızlıklar üretir.
Burada eksik olan şey stratejik bir bakış açısıdır. Eğer ortaya konulan çaba stratejik bir bakış açısına göre kurgulanmamış hedef yöntem ve araçları doğru düzgün belirlenmemişse, o vakit başarısızlık garanti demektir.
Ders çalışırken kitabın hep resimlerine bakıp kalan bir öğrenci asıl içeriği kaçırır. Kitabın içerisinde nereye odaklanacağını bilmezse sabah akşam aralıksız çalışsa da istediğini elde edemez. Yapılması gereken stratejik hedefi iyi tespit etmek ve o amaca giden yolda düzgün araçları kullanmaktır.
Zaman zaman dile getiriyorum.
Stratejik davranış iyi davranışları arka arakaya sıralamak değildir. En iyi olmayanları göz ardı edebilmektir.
Hedef sayısını azaltmayı, yöntemde ve araç kullanımında ustalaşmayı gerekirir.
Aksi taktirde dikkat dağılır. Dağıldıkça odak bozulur. Odak bozuldukça stratejik körlük kontrolü ele alır. Çok çalıştığınızı düşünürsünüz ama boş çalışırsınız.
Tükenirsiniz. Dış politika ve güvenlik böylesi bir maliyeti kaldıramaz.
Uluslararası İlişkiler üzerine yazan birçok düşünür konunun ciddiyetini göstermek için başka alanlarla mukayeseler yapar. Mesela ekonomi alanında bir aktörün yanlış hedefe yönelme ve yanlış yöntem ve araç tercih etme şansının olabileceğini fakat devletlerin böyle bir lükse sahip olmadığını iddia ederler. Çünkü markette hata yapan en fazla iflas eder. Uluslararası siyasette hata yapan işgal bile edilir. Düşünün mesela yüzyıl öncesini. Osmanlı toprakları nereden nereye uzanıyordu. İçerisinden kaç tane devlet çıktı. Mümkün olsaydı Osmanlı Almanya tarafında değil de İngiltere tarafında savaşa girseydi.
Acaba o topraklardan ne kadarı çıkardı elinden? Evet Birinci Dünya Savaşı tüm imparatorlukları yıktı.
Fakat kazanan tarafın imparatorlukları sadece küçülürken kaybeden tarafın imparatorlukları (Osmanlı ve Avusturya) yok olmanın eşiğine geldi. Eğer tersi olsaydı, İttihatçılar devlete gereğinden büyük hedefler biçmemiş olsaydı o zaman Ortadoğu'nun ve İslam dünyasının hali oldukça farklı olurdu.
Ama uluslararasdı ilişkilerde yapılan hatanın telafisi kolay olmuyor. İyi niyet ve çaba devleti kurtarmaya ve yaşatmaya yetmiyor.
Yüzyılın ardından dönüp bakıldığında hepimiz hayretler içersinde kalıyoruz.
Nasıl böylesine fahiş hatalar yapıldı diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Ve her seferinde benim gözüm aynı yere takılıyor. Abartılar. Bir devlet korkusunu da iştahını da abartırsa zarar görür.
Abartıdan kaçınmak için gerçekçi bakış açısı geliştirmek ve stratejik davranışı merkeze oturtmak gerek. Gereğinden ağır yük yüklenmemek, enerjiyi boş harcamamak, doğru araçlara yatırım yapmak gerek. Çünkü kriz anlarında ancak doğru alanlara yapılmış yatırımlar işe yarar.
[Takvim, 01 Ağustos 2017].