Seçme ve seçilme hakkı demokratik rejimlerin en temel özelliklerinden biridir. Seçimler öncesinde kampanya yapılması, seçmenin bilgilendirilmesi ve ikna edilmeye çalışılması da demokrasilerde siyasal hayatın doğal bir parçasıdır.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup ta çeşitli sebepler nedeniyle yurtdışında yaşayan yaklaşık olarak 3 milyon civarında seçmen bulunmaktadır. Türkiye'de yaklaşık 60 milyon vatandaşın seçme hakkı bulunduğu göz önünde bulundurulduğunda tüm seçmenlerin %5nin yurtdışında yaşadığı sonucu ortaya çıkmaktadır.
Yurtdışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları uzun yıllar oy kullanma hakkından mahrum kaldılar. Bu dönem boyunca bir kısım vatandaş ülkenin geleceği konusunda seslerini duyurmak adına uzun mesafeleri kat edip Türkiye'ye sadece oy kullanmak için seyahat edip sınır kapılarında oy kullandılar. Bu şekilde ancak 200.000 civarında vatandaş oy kullanma imkanı buluyordu. Böylece yurtdışında yaşayan seçmenlerin %90'ından fazlası en temel demokratik haklarından birini kullanma imkanından mahrumdular.
Yapılan yasal değişikliklerle ilk defa 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yurtdışında yaşayan seçmenler yaşadıkları ülkelerde oy kullanma imkanı buldular. Zamanla sistemde yaşanan aksaklıkların giderilmesiyle son yaşanan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi referandumunda yurtdışında seçimlere katılım oranı %48,5'e ulaştı. Aynı referandumda Türkiye'de seçimlere katılım oranının %85 civarında olduğu düşünülecek olursa seçmenlerin sandığa erişimi konusunda hala bazı iyileştirmelerin yapılması gerektiği söylenebilir. Buna rağmen geçmişe kıyasla tüm vatandaşların demokratik hayata ve ülke yönetimine katılmaları açısından geçmişe kıyasla çok daha iyi bir yerde olduğumuz aşikar.
Türkiye'de demokratik temsil açısından yaşan bu olumlu gelişmeye her daim demokrasi havarisi olarak kendilerini tanıtan Almanya, Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerin verdikleri anti demokratik tepkiler ise ibretlik. Zira bu ülkeler son referandum sırasında
sadece AK Partili siyasetçilerin seçim kampanyası yapmasını sudan bahanelerle engellemediler, diğer taraftan referandumda açıktan taraf olarak doğrudan Türkiye'nin iç işlerine kaba saba bir şekilde müdahale ettiler. Bu ülkelerde HDP ve CHP gibi partilerin seçim kampanyalarının önü açılmakla yetinilmedi, bazı ülkelerde devlet kanalları bile açıktan hayır kampanyası yaptı.
24 haziran da gerçekleşecek seçimler öncesinde de bu üç ülke AK Partili siyasetçilerin seçim kampanyası yapmasına izin vermeyeceklerini açıkladılar. Bu ülkelerin açıkça anti demokratik olan bu tutumlarını meşrulaştırmak adına ise bazı argümanları öne sürdükleri görülüyor.
Öncelikle Türkiye'nin meselelerinin ve iç siyasi kavgalarının kendi ülkelerine taşınmamasını istediklerini ileri sürüyorlar. Türkiye'deki siyasi partilerin bir kısmının kampanya yapmasına müsaade edip diğer kısmına müsaade etmemekle bu argümanı kendileri çürütmüş oluyorlar. Diğer taraftan medya ve siyasetiyle Türkiye'nin seçimlerinde açıktan taraf tutan bu ülkelerin asıl kendileri Türkiye'nin iç meselelerini kendi ülkelerine taşımış oluyorlar. Son olarak yine bu ülkelerde farklı ülkelerin siyasetçilerine seçim kampanyası yapılmasına müsaade edilmesi veya Avusturyalı siyasetçilerin Sırbistan'da seçim kampanyaları yürütmesi açık bir çifte standarda işaret etmektedir.
Bu ülkelerin öne sürdüğü diğer bir argüman ise uzun yıllardır ülkelerinde yaşayan Türklerin bu ülkelerin iç siyasetinden ziyade Türkiye'deki siyasete ilgi duydukları ve yaşadıkları topluma entegre olmadıkları yönünde. Bu argümanın da geçerli bir argüman olmadığı açık. Zira neredeyse dört kuşaktır bu ülkelerde yaşayan Türklere vatandaşlık vermeyen, onları entegre etmekten ziyade asimile etmeye çalışan, siyasal hayatta muhafazakar ve dindar Türkleri dışlayan bizzat bu ülkelerin kendisi. AB ülkelerinin vatandaşları diğer AB ülkelerinde yerel seçimlerde oy kullanma hakkına sahipken Türk vatandaşları bu haktan bile mahrum.
Bütün bu insanların demokratik hayatın dışında tutulması yahut siyasi tercihleri nedeniyle vebalı muamelesi görmesi, bunu da bu ülkelerin toplumlarının normal görmesi Avrupa'da demokrasinin geleceği konusunda herkesi endişelendirmeli.
[Fikriyat, 28 Nisan 2018].