Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) başkanlık seçimlerinden Donald Trump başarıyla çıktı. Sonuçların ABD’de yarattığı atmosferin ötesinde secim surecinde kullanılan İslamofobik siyasal dilin kendisi de sadece ülke bazlı iç dengeler bağlamında değil Batı’da genel bir aşırı sağcılaşma ve Müslüman karşıtlığından söz edilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Söz konusu gelişmelerin yalnızca iç politik hesaplaşmalar bağlamında okunmasının yetersiz kalacağı acıktır. Fransız Marine Le Pen’den (Front National) Avusturyalı Heinz Christian Strache’ye (FPO), Hollandalı Geert Wilders’dan (PVV) Alman Frauke Petry’e (AFD) kadar Avrupalı aşırı sağcı/ırkçı liderlerin Trump’ın başkan seçilmesini büyük bir memnuniyetle karşılamaları Batı siyasetini etkisi altına alan büyük bir altüst oluştan söz etmeyi mümkün kılmaktadır. Söz konusu liderler Trump’ın seçim başarısının Avrupa’da otoriter ve aşırı sağcı yönetimlere geçişe meşruiyet sağlayacağının bilinciyle hareket etmektedirler.
Aşırı sağcı ve Müslüman karşıtı siyasi dalga Trump’ın seçilmesinin motivasyonuyla son donemde olağanüstü derecede bir toplumsal meşruiyet kazandı. Söz konusu dalganın 4 Aralık 2016’da Avusturya’da cumhurbaşkanlığı, Mart 2017’de Hollanda’da genel secimler, Nisan 2017’de Fransa’da cumhurbaşkanlığı ve 2017 sonbaharında Almanya’da yapılacak genel seçimlerde Avrupa’nın siyasal rengini İkinci Dünya Savaşı öncesindeki tona yaklaştırması muhtemeldir.
Söz konusu gelişmeler neticesinde gerek Avrupa’daki yaklaşık 44 milyon Müslüman nüfusun karşı karşıya kalacağı sıkıntılar gerekse Avrupa ile İslam dünyası arasındaki ilişkilerin gerilme ihtimali düşünüldüğünde Türkiye’ye büyük bir sorumluluk düşmektedir. Orta ve uzun vadede ise Batı’da aşırı sağcı otoriterleşmenin diktatörlüğü aratmayacak bir siyasal düzeni doğurması ve milyonlarca Müslüman mülteciden oluşan yeni bir sığınmacı dalgasının Türkiye’nin kapısını çalması yabana atılacak bir ihtimal değildir..