Amerikan Başkanı Trump’ın olaylı Avrupa ziyaretinin ardından Batı medyasında “Bir dönemin sonu” türünden çok sayıda başlık atılıyor. Bu yazılarda, Putin’in ABD ile Almanya’nın arasını açmayı başardığını yazanlar da var, Almanya ile ABD arasında tektonik bir kaymadan bahsedenler de.
Trump’ı kastederek “Eğer taç başı akıllandırmazsa ne yapacağız” diye soranlar da var, bu yeni Amerika’ya güvenlik politikaları açısından ne kadar güvenilebileceğini sorgulayanlar da…
Avrupalıların Trump ile ilgili korkularının yavaş yavaş gerçeğe dönüştüğü bir dönemde artık yeni dönemin muhtemel ittifaklarından da çokça söz edilmeye başlandı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin, Atlantik ve Pasifik’in öte yakalarındaki müttefikleriyle kurduğu ittifaklarla önce Rusya’yı, sonra da hem Rusya hem de Çin’i baskı altında tutması temelinde şekillenen küresel siyasal sistemde köklü değişikliklerin yaşanacağı bir sürecin başında mıyız?
Çin’in müttefiki Kuzey Kore’ye karşı attığı adımlarla Pasifik’in öte yakasındaki müttefikleri Japonya, Güney Kore ve Tayvan’la yakın iş birliğini sürdüreceğini gösteren Trump, Atlantik’in öte yakasındaki müttefiklerine ise güven vermiyor. Rusya ile bağlantıları konusunda yaşanan spekülasyonlar ve soruşturmalara rağmen NATO müttefiklerini daha fazla askerî harcama yapmaya zorlaması, Avrupalıların kafasını karıştırıyor.
Ekonomik alanda kendilerine ağır baskı uygulayan, Avrupalı şirketlere yaptırım uygulayacağını söyleyen, Paris İklim Anlaşması gibi uluslararası anlaşmalara saygı göstermeyen ve Rusya ile ilişkilerinin mahiyetinin ne olduğu bilinmeyen birine nasıl güveneceklerini düşünüyorlar. Böyle birinden gelen askerî harcamaları artırma çağrısının, eğer Avrupa ve Orta Doğu’da saldırgan politika izleyen Rusya’ya karşı olmayacaksa, kime karşı olduğunu anlamakta zorlanıyorlar.
Ancak Trump’ın ziyaretinin ardından Avrupa’da yaşanan ziyaret trafiği Avrupalıların kendilerine yeni bir yol çizme arayışını gösteriyor. Almanya Başbakanı Merkel bu hafta içerisinde önce Hindistan Başbakanı Narendra Modi, sonra da Çin Başbakanı Li Keqiang’ı ülkesinde ağırladı. Dünyanın en hızlı büyüyen ve en kalabalık nüfusa sahip iki ülkesi olarak ABD’nin en büyük potansiyel rakipleri olarak gösterilen Çin ve Hindistan ile bu temasların Washington ile yaşanan gergin dönemde gerçekleşmesi dikkatlerin bu görüşmelerin içeriğine odaklanmasına yol açmıştır.
Özellikle Merkel-Keqiang görüşmesinde yapılan serbest ticaret vurgusu, uluslararası anlaşmalara saygı duyulması çağrısı ve Pekin’in Alman otomobil firmalarına daha fazla kolaylıklar tanıyacağına dair verdiği sözler Çin’in ABD’nin yerini almaya doğru adımları olarak yorumlandı.
Mevcut güç dengeleri açısından bakıldığında, 11 trilyon dolarlık millî gelir ve 215 milyar dolarlık askerî harcamalara sahip olan Çin’in, 18 trilyon dolar millî gelir ve 610 milyar dolar askerî harcaması olan ABD’nin dünya politikasındaki yerini alması kolay görünmüyor. Ancak ABD’nin Avrupa için ifade ettiği anlam bu ekonomik ve askerî gücünün çok ötesindeydi. Bazı istisnalara rağmen Avrupa ülkeleri ABD’yi, siyasi ve askerî konulardaki liderleri ve Batı merkezli dünya siyasal sisteminin garantisi olarak görüyorlardı.
Şimdi ise Avrupalı müttefiklerini ekonomik ve askerî pozisyonları konusunda taciz eden yeni Amerikan Başkanının seçim kampanyası sırasındaki “America first” sloganı daha iyi anlaşılmaya başlandı. Trump öncesinde Avrupalılar tarafından dünya lideri olarak görülen ABD, artık dünya liderliği iddiasından vazgeçmiş, kendi çıkarını önceleyen ve bu politikasında da öncelikle Avrupalı müttefiklerinin üzerine giden bir devlet olarak görülüyor.
İşte bu da, Trump’ın tacizlerine en fazla hedef olan Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerini, bozulmakta olan dünya düzenini yeniden ve kendi çıkarlarına zarar vermeyecek şekilde inşa edecekleri yeni ortaklar aramaya itiyor. Ancak bu yolun Avrupalılar için risklerle dolu olduğunun altını çizmek gerekir. Çin ve Hindistan’ın ne kadar güvenebilecekleri ortaklar olduğu belli değil.
Bu risklerden dolayı, bir yandan da sevdikleri eski Amerika’nın geri dönmesi için dua edeceklerdir. Yalnızca dua etmekle yetinip yetinmeyeceklerini ise zaman gösterecek.
Nihayetinde çok zengin bir müdahale ve manipülasyon geçmişleri var.
Avrupa’da, Putin Amerika’yı manipüle edebiliyorsa biz neden yapamayalım diye düşünenlerin sayısı az değildir.
Zaten seçimler öncesinde, Putin Trump için manipülasyon yaparken onlar da Clinton için yapmadılar mı?
[Türkiye, 3 Haziran 2017].