Merkel'in görevde olduğu son 16 yıl, Türk-Alman ilişkilerinin en hareketli dönemlerinden biri olarak tarihe geçti. Bir yandan iki ülke arasındaki iş birliği alanlarının çatışma alanlarından geniş olması, diğer yandan Erdoğan ve Merkel'in reel-politik çıkarlar ekseninde rasyonel iki aktör olarak hareket etmeye çalışması, 16 yıllık dinamizmin temel itici güçleri oldu. ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın meşhur "Avrupa'yı aramak istesem kiminle konuşmalıyım?" sorusunu Türkiye de son süreçte sık sık sordu. Kriz zamanlarında Türkiye, AB ile ilişkilerini sürdürebilmek için genelde Berlin'i aradı. Brüksel de bu tür zamanlarda Ankara ile ilişkilerin rayına oturması adına Berlin'den yardım aldı.
Almanya Başbakanı Angela Merkel, geçtiğimiz hafta Türkiye'ye son resmi ziyaretini gerçekleştirdi. 16 yıl boyunca koalisyon hükümetleriyle Almanya'yı yöneten Merkel döneminde, Türk-Alman ilişkilerinin ayakta tutulması için gerek Ankara gerekse Berlin yoğun mesai harcadı. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın diplomasi trafiğinde Merkel, Merkel'in diplomasi trafiğinde de Erdoğan, birbirlerinin en çok görüştükleri liderler arasında ilk sıralarda yer aldı.
İki ülkenin geçmişte reel-politik ve ekonomik gerekçelerle kurdukları güçlü ilişkilerin yanı sıra; ikili ilişkilerin çeşitli çıkarlar, fırsatlar ve bağımlılıklar barındırmasından ötürü geçen 16 yılda, özellikle ekonomi sahasında kaçınılmaz şekilde iş birlikleri tesis edildi. Buna karşın iki ülke, terör örgütleri PKK ve FETÖ'nün Almanya'daki faaliyetleri ile Türkiye'nin adeta yılan hikâyesine dönen Avrupa Birliği (AB) üyelik süreci nedeniyle zaman zaman karşı karşıya geldi.
AB üyelik sürecimiz
Şansölye Merkel döneminde Türk-Alman ilişkilerinde gündemden hiç inmeyen konuların başında, Türkiye'nin AB'ye katılım süreci geldi. Esasen Merkel'in selefi Sosyal Demokrat Gerhard Schröder, liberal ekonomi-politik yaklaşımla Türkiye'nin AB üyeliğine destek veriyordu. Söz gelimi 2004'de Brüksel'de diğer üye ülke liderlerini Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin, Kopenhag kriterlerine uymak koşuluyla açılması konusunda ikna eden Schröder'di. Ancak Schröder'in aksine Merkel, muhafazakâr siyasi kimliğine uygun olarak daha muhalefetteyken bile Türkiye'nin AB üyeliğine açıkça karşı çıkıyordu. Nitekim Merkel göreve geldikten sonra Türkiye'nin AB'nin üyeliğine karşı çıktığını ilan etti ve "imtiyazlı ortaklık" modelini gündeme getirdi. Üyelik karşıtlığına dayalı modelin birer yansıması olarak Merkel; yeni müzakere fasıllarının açılması, Gümrük Birliği'nin güncellenmesi ve Türk vatandaşlarına yönelik vizelerin kaldırılması gibi konularda yapıcı adımlar atmadı.
Merkel, Türkiye'nin AB üyeliğine dair beklenen desteği vermemesine rağmen yeri ve zamanı geldiğinde AB adına inisiyatif almaktan geri durmadı. Aslında ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın meşhur "Avrupa'yı aramak istesem kiminle konuşmalıyım?" sorusunu Türkiye de geçen süre zarfında sık sık sordu. Ancak kriz zamanlarında Türkiye, AB ile ilişkilerini sürdürebilmek için genelde Berlin'i aradı. Brüksel de bu tür zamanlarda Ankara ile ilişkilerin rayına oturması adına Berlin'den yardım aldı. Örneğin; düzensiz göçle mücadelede Türkiye'ye mali yardımların sağlanmasında ya da meşhur 18 Mart mutabakatının imzalanmasında, Merkel Almanya'sının arabuluculuğu önemli rol oynadı.
Benzer şekilde aralarında Fransa, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan gibi ezelden beri Türkiye karşıtlığı yapan bazı üye ülkelerin, Doğu Akdeniz'deki ya da Ege Denizi'ndeki gelişmelerden ötürü Türkiye'nin üyeliğinin askıya alınması veyahut Türkiye'ye ağır yaptırım uygulanması yönündeki talepler de Merkel yönetiminin sağduyusuyla bastırıldı. Böylece Türkiye-AB ilişkilerinin kopma noktasına geldiği anlarda, Merkel hükümeti rasyonel hareket ederek ve diyaloga öncelik vererek, olası büyük krizlerin önüne geçti. Netice olarak Merkel yönetiminin, 16 yıl boyunca Türkiye'nin AB üyelik sürecini sabote etmeye yönelik süreçlerde "frene basan aktör" olduğu söylenebilir.
Türk-Alman ilişkilerindeki kronik sorunların başında gelen PKK meselesi, Merkel'in 16 yıllık görev süresinde de hiç gündemden düşmedi. Örgütün uzun yıllardır Almanya'yı kendisine mesken tutması ve Avrupa genelindeki Türkiye karşıtı eylemleri buradan yönetmesine, Türkiye her daim tepki gösterdi. Avrupa ülkeleri ve kurumsal olarak AB, PKK'yı terör örgütü olarak kabul ettiği halde PKK'nın, Almanya'da kurduğu sivil toplum kuruluşları üzerinden adeta at koşturması, Türkiye'nin tepkisine yol açan konuların başında geldi. Bunun yanında örgütün Almanya'daki Türk diasporasına yönelik yürüttüğü şiddet eylemleri, Türk-Alman ilişkilerindeki gerilimi tırmandıran gelişmeler arasında yer aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Merkel'le neredeyse bütün görüşmelerinde Almanya'daki PKK faaliyetlerine değinmesi, aslında durumun ciddiyetini göstermesi bakımından önem arz ediyordu.
Ekonomik ilişkiler
PKK'nın haricinde 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında Almanya'nın, FETÖ militanlarına sığınma hakkı vererek örgüte destek çıkan bir profil çizmesi, Merkel dönemine denk gelen kötü bir başka gelişme oldu. PKK faaliyetleriyle nedeniyle ilişkilerin zaten gergin olduğu bir dönemde, FETÖ'nün de Almanya'yı kendine mesken tutması ve buradaki FETÖ faaliyetlerine göz yumulması, tabii olarak "Almanya, Türkiye-karşıtı teröre destek mi veriyor?" sorularının sorulmasına yol açtı. Bu da Merkel döneminde Türk-Alman ilişkilerini kopma noktasına getiren en önemli gelişme oldu.
İkili siyasi ilişkilerde yaşanan gerilimlere karşın Merkel döneminde, Türkiye ve Almanya ekonomik açıdan güçlü bir ilişki tesis etti. Bu bağlamda Merkel'in, Almanya'nın ticaret devleti hüviyetine uygun olarak diğer ülkelerle olduğu gibi Türkiye ile de ticari ilişkilerin artmasına önem verdiğini belirtmek gerekiyor. Esasen ikili ilişkilerin çıpası olarak nitelendirilebilecek ticari ilişkilerin son 16 yıllık bilançosuna bakıldığında, Merkel'in göreve geldiği 2005 yılında Türk-Alman ticaret hacmi yaklaşık 23 milyar dolar seviyesindeydi. Karşılıklı çıkarlar çerçevesinde "kazan-kazan" ilkesine uygun olarak atılan adımlar sayesinde, bu ticaret hacmi yaklaşık iki kat artarak günümüzde 40 milyar dolar seviyesine yaklaştı.
Diğer taraftan Türkiye'nin 80 milyonu aşan nüfusu, bölge ülkeleriyle karşılaştırıldığında istikrarlı siyasi yapısı, büyüyen alım gücü ve geniş pazar imkanları; geçen süre zarfında Alman yatırımcıların dikkatinin Türkiye'ye yönelmesini sağladı. Bunun neticesinde Türkiye'de Alman sermaye ortaklığındaki şirketlerin sayısı; 2005 yılında yaklaşık bin 300 civarındayken, bu sayı geçen 16 yılda beş buçuk kat artarak 7 bin 250'ye ulaştı. Dolayısıyla Merkel döneminde Türk-Alman ilişkilerinin özellikle ekonomik ayağının nicel açıdan güçlendiği objektif bir gerçeklik olarak duruyor. Buna rağmen Türkiye ve AB arasındaki Gümrük Birliği güncellenemediği için Türk-Alman ticaret hacmi, uzun zamandır hedeflenen 50 milyar dolar seviyesinin altında kaldı.
Merkel döneminde Türkiye-Almanya arasındaki ticaretin kapsamında da kısmen değişim yaşandı. 2005 yılına kadar Türkiye, Almanya'ya daha ziyade katma değeri düşük ürünler ihraç ederken, günümüzde katma değeri yüksek motorlu kara taşıtları ile makine ve kimya ürünleri de ihraç eder hale geldi. Almanya'nınsa Türkiye'ye ihraç ettiği ürünlerin portföyü hemen hemen aynı kaldı. Ancak Alman şirketlerin Türkiye'deki yatırım portföyü genişledi. 2005 yılına kadar Türkiye'de daha çok imalat ve hizmet sektörlerine yatırım yapan Alman şirketler, günümüzde yenilenebilir enerji sektöründe öncü yatırımlara imza atıyor. Bütün bunlar dikkate alınarak bir tespit yapıldığında; Türkiye'de Erdoğan'ın, Almanya'da Merkel'in görevde olduğu geçen 16 yılda Türk-Alman ekonomik ilişkilerinde, hem nicelik açısından genişleme hem de nitelik açısından derinleşme yaşandığı ifade edilebilir.
Gelecek ne getirecek?
Bunların yanı sıra ekonomik ilişkilere dair buraya kadar anlatılanlara dayanarak, Almanya'da SPD öncülüğünde kurulması beklenen yeni hükümetin Gümrük Birliği'nin güncellenmesi noktasında aktif bir çaba yürütmesi durumunda, Türkiye ve Almanya arasındaki ticaret hacminin genişleyebileceği ve hatta farklı sektörleri kapsayacak şekilde derinleşebileceği ifade edilebilir.
Toparlamak gerekirse Merkel'in görevde olduğu son 16 yıl, Türk-Alman ilişkilerinin en hareketli dönemlerinden biri olarak tarihe geçti. Bir yandan iki ülke arasındaki iş birliği alanlarının çatışma alanlarından geniş olması, diğer yandan Erdoğan ve Merkel'in reel-politik çıkarlar ekseninde rasyonel iki aktör olarak hareket etmeye çalışması, 16 yıllık dinamizmin temel itici güçleri oldu.