Fransa'da halk, Ulusal Meclis'te görev yapacak 577 milletvekilini belirleyecek seçimlerin ilk turu için 12 Haziran Pazar günü sandık başına gitti. Bu seçimlerden altı hafta önce cumhurbaşkanı seçilen Emmanuel Macron'un koalisyonu, söz konusu seçimi birinci bitirirken Jean-Luc Mélenchon liderliğindeki (aşırı) sol koalisyon ikincilikle yetinmek zorunda kaldı.
Nupes adı verilen komünist, yeşil ve sosyalist partileri bir araya getiren koalisyon, %25,66'lık bir oy oranıyla ilk turu burun farkı ile (%0,09) ikinci bitirdi. Parlamento seçimlerini "cumhurbaşkanlığı seçiminin üçüncü turu" olarak tanımlayan bu ittifakın lideri Jean-Luc Mélenchon, sol görüşlü seçmenleri ikinci tur için"harekete geçmeye" çağırdı. Eğer sol seçmen ikinci turda da benzer bir başarı gösterirse 2002'den sonra ilk kez bir cumhurbaşkanı Meclis çoğunluğunu kazanamayabilir. Zira Macron'un bayrağı altında birleşen yedi partilik "Ensemble!" koalisyonu ilk turda elde etmiş olduğu 25,75'lik oy oranı ile öngörülere göre Meclis'te 255 ile 310 arasında koltuk sahibi olacak. Eğer söz konusu koalisyon 289 sandalyelik çıtaya ulaşmazsa azınlık hükümeti kurmak zorunda kalacak. Bu durumun gerçekleşmesi Cumhurbaşkanı'nı ilk turda oyların yaklaşık %10'unu toplayan Cumhuriyetçi Koalisyon ile iş birliği yapmak zorunda bırakacak. Macron için en kötü senaryo bu değil, eğer sol ittifakı Meclis çoğunluğuna ulaşırsa -ki bu mümkün olan ancak beklenilen bir durum değil- Mélanchon Fransa Başbakanı olabilir. Böylelikle NATO ve Avrupa Birliği üyeliği zarar görebilir. Ancak Mélanchon'un arzuladığı gibi bir "Frexit" olması oldukça güç zira koalisyon kurduğu partiler bu fikre karşı. Uzmanların beklentisi Rusya'nın etkisinin Fransa üzerinde büyümesidir. Böylelikle ABD ile olan ilişkilerin zayıflayacağı öngörülebilir. Son olarak Mélanchon'un PKK/YPG ile olan sıkı ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda Suriye'nin doğusunda suların daha da ısınacağı kesindir.
Aşırı Sağcı Marine Le Pen'in başkanlığını yaptığı Rassemblement National (RN) ise oyların yaklaşık %19'unu alarak üçüncü sırada kendine yer buldu. Böylelikle hiçbir koalisyona girmeyen RN tek başına en yüksek oyu elde eden parti oldu. Ayrıca 2017'de elde ettikleri %13,2 oy oranına kıyasla önemli bir artış kaydetmesi ve Le Pen'in kendi seçim bölgesinde oyların yarısından fazlasını alması da altı çizilmesi gereken önemli hususlardır. Önümüzdeki Pazar günü gerçekleşecek ikinci turda, bu durumun devam ettirilmesi RN'nin en az 15 milletvekili elde etmesi anlamına gelecek. Böylelikle aşırı sağ 1986'dan sonra ilk kez bir Meclis grubu oluşturabilecek.
Anlaşıldığı üzere Marine Le Pen'in başa geçmesi ile birlikte oy oranlarını her geçen seçim arttıran aşırı sağ yükselişine devam etmekte. Bu durum, Avrupa'nın neredeyse her ülkesinde aşırıcılığın güçlenerek artması ile bağlantılı. Ancak, Le Pen sadece aşırıcılık dalgası ile değil hem kurnaz stratejileri hem de Macron'un hataları sayesinde Fransa'nın en güçlü üç partisinden birini yönetiyor. Son yıllarda baş gösteren ekonomik krizi fırsata çevirmeyi bilen Le Pen fakirleşen halkın aşırı sola kaymasını engellemek adına kampanya süresince sosyalist vaatlerle seçmenin kafasını karıştırdı. "Gilets Jaunes" ayaklanmasının sebebi olan akaryakıt fiyatlarını düşürmek adına sol partilerin vaadettiği vergi indirimi, Le Pen'in önemli politikalarından biri oldu. Ayrıca emeklilik yaşını düşürmeyi ve asgari ücrete zam yapmayı da vadeden Le Pen böylelikle "zenginlerin Cumhurbaşkanı" olan Macron'a karşı önemli bir siyasetçi olarak kendini tanıttı. Buna ek olarak son beş yılda Macron'un İslamofobi'yi normalleştirmesi de göz önünde bulundurulunca RN'nin bu sonucu elde etmesi hiç şaşırtıcı olmadı.
Katılım oranına gelindiğinde ise durumun hiç iç açıcı olmadığını söylemek yanlış olmaz. Fransız seçmenlerinin yarısından fazlası, Pazar günü sandık başına gitmemeyi tercih etti. Milletvekili seçimlerinin ilk turuna katılım oranı %48,7 ile sınırlı kaldı. Bu katılım oranı Fransa parlamento seçimlerinin şimdiye kadarki en düşük oy oranı olarak tarihe geçti. Bu oranın ikinci turda %45'in altına düşeceği öngörülüyor. Böylelikle Nisan cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında katılım oranında 20 yıl sonra yaşanılan ilk artış devam ettirilemedi. Fransız halkının ülkede işler çok iyi gittiği veya siyaset ile ilgilenmedikleri için sandığa gitmediklerini söylemek pek doğru olmaz. 2008'de ve sarı yelekliler krizinde ortaya çıkan "bizi AB yönetiyor" ve "Fransa’yı büyük şirketler yönetiyor" hissiyatı halkın büyük bir kesiminde seçimler ile hiçbir şeyin değişmeyeceği düşüncesine neden oluyor. Böylelikle sandık başına gitmenin anlamsız bir eylem olduğuna inanılıyor. Sadece %24'ün seçimlere katkıda bulunduğu açıklanan 18-24 yaş aralığındaki gençlere gelindiğinde ise onların katılım göstermeme nedeninin "kendilerini temsilen edecek bir aday bulamamaları" olduğu görülür. Milletvekillerinin halkın yarısından daha azı tarafından seçilmesinin demokratik meşruiyet açısından ne anlama geldiği ise üzerinde durulmayı hak ediyor.
[Sabah, 18 Haziran 2022].