Brexit Buzdağının Görünen Yüzü

Brexit: Buzdağının Görünen Yüzü

1961 ve 1967'de üyelik başvurusu De Gaulle'un vetosu nedeniyle iki defa reddedilen İngiltere bugün ayrılma kararı dolayısıyla Birlik içinde yeniden gündemde.

1961 ve 1967'de üyelik başvurusu De Gaulle'un vetosu nedeniyle iki defa reddedilen İngiltere bugün ayrılma kararı dolayısıyla Birlik içinde yeniden gündemde.

Brexit meselesi her yeni dönemeçte büyük tartışmalara yol açıyor.

Aynı zamanda AB'nin geleceğine dair önemli ip uçları sunuyor.

Zaten son yıllarda AB'nin gündeminin gittikçe değiştiğine ve kurucu momentten, sorunların peşinden oldukça geriden gelen bir noktaya gelmişti.

Sadece on yıl önce AB ortak anayasa, ortak güvenlik, denk bütçe, demokratik standartların kıtaya yayılması gibi konularla ilgilenirken bugün yabancı düşmanlığı, aşırı sağın yükselişi ve siyasi çözülme ile karşı karşıya.

…

II. Dünya savaşı sonrasında ABD birbiriyle ilişkili iki sebepten dolayı, istikrarlı ve bütünlüklü bir Avrupaoluşturmak amacıyla kolları sıvadı.

Birinci sebep jeopolitikti: Avrupa'yı yeni nükleer rakip SSCB'nin etkisinden koruyarak "özgür liberal dünyanın" sınırlarını mümkün olduğunca geniş tutacaktı. NATO bu trans-atlantik ittifakın askeri kanadını oluşturacaktı.

İkinci sebep ekonomikti: İstikrarlı bir Avrupa ABD için pazar demekti.

Bunun için Marshall yardımlarını Avrupa'ya tahsis etti. Bu yardımları da bir ön koşulla yapmaktaydı: Avrupalılar, yani Almanlarla Fransızlar birbirleriyle kavga etmekten vazgeçeceklerdi.

Buna karşın Avrupa'lılar sürekli kavga sebebi olan Alsas-Loren bölgesindeki kömür çelik yataklarını paylaşarak işe koyuldular. Aslında hem Fransa hem de Almanya savaş sonrasında bu bölgedeki kaynakları yeniden kontrol etme hevesindeydi. Ancak ABD'nin baskısı, Avrupa'da yaşanan yıkım dolayısıyla savaş karşıtı aydın ve siyasetçilerin zemin kazanması yeni bir çatışmanın önüne geçti.

Bu aydın/siyasetçilerden Fransız Dışişleri Bakanı Schuman kavga sebebi olabilecek kömür ve çelik kaynaklarının kullanımını bir üst otorite tarafından yönetilmesi fikri kabul gördü.

Böylece yeni bir çatışmanın önüne geçmekle kalmadı, on yıllar boyunca evrilerek "ulus-üstü" bir yapı olarak AB'nin oluşumunun da tohumlarını ekmişti.

1951'de Schuman Planı'nın Paris Konferasında altı ülke tarafından kabul edilmesi ile AB'nin kör topal ilerleyecek hikayesi başlamış oldu.

Artık Avrupa aydınlarının ve elit siyasetçilerinin etkisinde bir Avrupa yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Bugün yaşanan krizler de büyük ölçüde bu elitler ile kitleler arasında açılan makasın bir sonucudur.

Elitler geniş ve entgre bir Avrupa hayalinin peşine düştüler. Daha teknik bir ifadeyle üst otorite tarafından yönetilen alanlarda bir genişleme yaşanacaktı. Bu daha fazla ülkenin yapıya katılması ile mümkün olacaktı. Öte yandan bu genişleyen yapının içindeki farklılıkların minimize edilmesi veya bir problem olmaktan çıkarılması için normlar ve kriterler bütünü gerekliydi. Böylece ekonomik, sosyal ve siyasi entegrasyon sağlanmış olacaktı.

Kulağa hoş gelen bu formülasyonun işlemesi kolay değildi. Kıta Avrupa'sı ile İngiltere arasındaki güç dengesi, güçlü ulusal ve etnik aidiyetler, koca bir kıtanın bütünleşmesinin önündeki büyük engellerdi.

Genişleme aksaklıklar yaşansa da ilerleyerek devam etti ve Avrupa'nın önemli bir kısmını içeren 28 üyeli bir birliğe dönüştü. Ancak genişledikçe hanttallaştı.

Çünkü entegrasyon benzer bir hızla işlemedi. Belirlenen kriterler, prosedürlere dönüştü.

Bu prosedürler Avrupa'nın kökenlerinde yer alan ve derin uykuya dalan ırkçılığın bağlamını bulunca güçlenmesinin engelleyemedi.

Avrupa'nın merkezindekiler, ellerindeki refahı çevreden gelenlerle paylaşmaya yanaşmıyor.

Hatta sadece müslümanları değil, Orta ve Doğu Avrupa'dan gelenleri aralarında bile görmek istemiyorlar. Bunlar marjinal kesimler olarak da geçiştirilemez, çünkü gittikçe güç kazanıyor. Temsilcilerinin sesi fazla çıkıyor ve Avusturya'da olduğu gibi seçimleri önde götürüyorlar.

Kısacası AB siyasi düzeyde Brexit ile uğraşırken sosyolojik düzeyde daha ciddi sorunlarla yüz yüze.

[Fikriyat, 18 Ocak 2019].