Tarihsel olarak Avrupa coğrafyası anti-semitizm ya da Yahudi karşıtlığının merkezi olmuştur. Bu ırkçılık ve nefret sonucu Yahudiler, Avrupa'da belli periyodlarla pogrom denilen katliamlara ve sürgünlere maruz kalmışlardır. Bu katliamların en sistematik ve ağır olanı ise II. Dünya Savaşı sırasında Nazi rejimi tarafından Yahudilere yönelik uygulanan soykırımdır. Biyolojik ırkçılık ideolojisinin en ekstrem örneği olan Nasyonel Sosyalizm sadece Yahudileri hedef almamış aynı zamanda Romanlar ve Sintiler de sistematik bir biçimde katledilmiştir.
Diğer taraftan ırkçılık ve soykırım suçunun Avrupa tarihinde sadece Nazilere has olmadığı da tarihsel bir gerçektir. Özellikle sömürgecilik çağı ile birlikte İspanyol, Portekiz, Felemenk, Belçikalı, Fransız ve İngiliz sömürgeciler Amerika kıtası, Afrika ve Avustralya'da benzeri görülmemiş katliamlar ve etnik temizlik ile milyonlarca sayıda yerliyi yok etmişlerdir.
Bu çerçevede 1492 yılında Endülüs'ün İspanyollar tarafından tamamen ele geçirilmesi ile orada yaşayan Müslümanve Yahudilerin bir kısmının Osmanlı İmparatorluğu'na sığındığı hepimizin malumu. Zira İslamiyet ehli kitap olarak nitelediği Yahudiler ve Hristiyanların can, mal ve din güvenliğini garanti altına almıştır. Bundan dolayı bugün İslam dünyasında halen binlerce yıllık kiliseler ve sinagoglar ayakta durmaktadır.
Bu demek değildir ki Müslümanlar arasında da ırkçılık hastalığına maruz kalan insanlar olmasın. İslamiyet ve onun Peygamberi Hz Muhammed (sav) ırkçılığı bir cahiliye adeti olarak kesin bir dille reddetmesine rağmen Müslümanların arasından da maalesef ırkçılar çıkmıştır. Bir kısım Müslümanın İsrail devletinin Filistinlilere reva gördüğü zulme kızarak tüm Yahudileri yahut Amerika'nın politikalarına öfkelenerek tüm Hristiyanları hedef alması açık bir ırkçılık biçimidir ve Müslümanların kahir ekseriyeti tarafından reddedilmektedir.
Yukarıda değindiğimiz üzere ırkçılık ve anti-semitism Avrupa toplumlarının kültürlerine, dillerine, edebiyatlarına ve kurumlarına sinmiş durumdadır. Avrupalılar her ne kadar II. Dünya Savaşında faşizmin yenilmesinden sonra ırkçılığın tamamen tasfiye edildiğine kendilerini inandırmış olsalar da ırkçılık ve onun anti-semitism ve İslamofobyagibi türevleri bugün Avrupa'da çok yaygın durumdadır. 11 Eylül sonrası birçok Avrupa ülkesinde adeta patlama yaşayan aşırı sağ hareketler ve partiler bunun en somut örneğidir. Bu durum kökü bu kadar derinlerde bulunan böyle bir sorunun yarım yüzyılda çözülemeyeceğinin kanıtıdır.
Avrupa'da özellikle 11 Eylül sonrası atmosferden yararlanan aşırı sağ partilerin taktiksel olarak anti-semitizmi bırakıp kolay hedef olan Müslümanları hedef aldığı bilinmektedir. Söylem düzeyinde bu böyle olsa bile aşırı sağın eylemlerini halen kökleri derinlerde olan anti-semitizm yönlendirmektedir. Örneğin Alman polisine göre 2017 yılında Almanya'da gerçekleşen 1.453 anti-semitik saldırının %90'ı aşırı sağcı neo-nazi gruplar tarafından gerçekleştirilmiştir.
Bu yalın gerçeğe rağmen Avrupa'da bazı çevreler Almanya, Fransa yahut Avusturya'da Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen ve kabul edilemez olan birkaç tekil anti-semitik saldırıyı bahane edip Avrupa'daki anti-semitizmin esas sorumlusunun Müslümanlar olduğunu iddia etmektedir. Bu çevrelere göre Avrupa, İslam dünyasından ithal edilmiş bir anti-semitizm sorunu ile karşı karşıyadır. Böylece Avrupa'nın tarihsel suçları da yeni günah keçisi olan Müslüman öznenin üzerine yüklenerek Avrupa adeta günah çıkarmaktadır.
Halbuki hem anti-semitizmin hem de İslamofobyanın yükselmesinin esas nedeni derin bir tarihsel temele dayanarak Avrupa'da yükselen ırkçılık ve aşırı sağ hareketlerdir. Bu çerçevede Almanya'da 1453 anti-semitik saldırının yaşandığı 2017 yılında Müslümanlara yönelik de 908 saldırının yaşandığını ve 100 caminin aşırı sağcılar tarafından hedef alındığını hatırlamamız gerekiyor. Görünen o ki Avrupalıların II. Dünya Savaşında kestiklerini düşündükleri ağaç derin kökleri nedeniyle yeniden filiz vermiştir. Avrupa ise çözümü sorumluluğu ve suçu Müslümanların üzerine atmakta bulmaktadır.
[Fikriyat, 7 Mayıs 2018].