Geride bıraktığımız Çarşamba günü Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi Kati Piri tarafından hazırlanan "2018 Türkiye Raporu" AP Genel Kurulunda oylanmış ve kabul edilmiştir. Esas itibarıyla "Avrupa Birliği'nin (AB) Türkiye ile katılım müzakerelerini resmen askıya alması" önerisini içeren söz konusu rapor, 109'a karşı 370 oyla kabul edilirken 143 üye de çekimser oy kullanmıştır. Türk Dışişleri raporu yanlı ve siyasi olarak tanımlarken ilgili tavsiye kararının AP'nin sayısal denklemi bağlamında sağlam bir zeminde yer almadığına da işaret etmiştir.
Her ne kadar aşırı sağcı grubun "Türkiye ile üyelik müzakerelerinin tamamen sona erdirilmesi" yönündeki önerisi AP'nin sosyalist ve liberal-demokrat gruplarının oylarıyla reddedilse de bu karar genel itibarıyla AB kurumları ve ülkelerinin son yıllardaki yaklaşımlarının da bir yansımasıdır. Bu olumsuz ve fakat bilinçli bir şekilde tercih edilen trendin özellikle 2013 Gezi Parkı Şiddet Eylemleri ve 15 Temmuz (2016) darbe girişimi sonrası rasyonellikten uzak ve yanlı olarak şekillendiğini de söylemek mümkündür.
Esasen AP AB'nin önem arz eden ve dahası yasama organı kabul edilen bir kurumudur. Buna rağmen AP'de alınan kararların tavsiye niteliği taşıması, üyelerin reel ve rasyonel tutumlardan ziyade kolayca popülist bir zemine kaymalarına olanak sağlayabilmektedir. Nitekim AP'nin işlevine karşın AB'nin yürütme organı işlevini gören Avrupa Komisyonu yanı sıra AB'nin birçok önde gelen üye ülkesi, Türkiye Cumhuriyeti ile yürütülmekte olan AB üyelik müzakerelerinin askıya alınmasına olumlu yaklaşmamaktadırlar. Bu doğrultuda, özellikle AB'nin lokomotifi konumundaki bazı önemli üye ülkelerin karar alıcıları, Türkiye'nin hem bölgesel hem de AB bağlamında kritik bir ortak olduğu gerçeğinin bilincindedirler. Bu sebeple çeşitli Avrupa ülkelerinin medya ve kamuoyundaki zaman zaman saplantılı Türkiye karşıtlığı olarak özetlenebilecek tutarsız yaklaşımlarının aksine kapalı kapılar ardında daha rasyonel ve kısmen realist bir pozisyon gayreti içerisinde olunduğu bilinmektedir. Haliyle son AP kararı tavsiye niteliği taşısa da alınan önyargılı, taraflı, popülist ve en nihayetinde siyasi bir temelde şekillendiği açıktır.
Söz konusu kararın alınmasının Mayıs ayında gerçekleşecek olan AP seçimlerine yönelik bilhassa aşırı sağcı ve popülist partiler açısından oldukça önemli bir katkı sağlayacağı ve bu olumsuz trendden faydalanılacağı da maalesef tahmin edilmektedir. Bu sebeple AP seçimlerinde tahmin edildiği üzere aşırı sağcı, popülist, İslam ve AB karşıtı siyasi partilerin zemin kazanması, kabul edilen tavsiye kararının bu çevrelerde siyaseten daha büyük anlam ifade etmesine de neden olabilecektir. Buna rağmen bu yönde bir kararın alınması, Avrupalı siyasîlerin öngörü eksikliklerinin de bir parçası olarak okunmalıdır.Alınan tavsiye kararının birçok bölümünde son derece yanlı, negatif bir dilin belirgin olması ve Türkiye'nin bilhassa son aylardaki reform yanlısı adımlarının dahi görmezden gelme eğilimi dikkat çekmektedir. Örneğin tavsiye kararının Yargı Reformu Stratejisinin güncellenmesi ve İnsan Hakları Eylem Planı'nın hazırlanması yanı sıra AB ile vize serbestisi sürecinde ilerleme sağlaması konularında Türkiye'nin reform odaklı adımlar attığı bir dönemde AP tarafından kabul edilmesi, maalesef Avrupa'nın bu konuda da hatalı bir beklenti içerisine girdiğini netleştirmektedir. Nitekim bu yanılgı özellikle "Türkiye'deki demokratların" desteklenmesi çağrısı bağlamında dikkat çekmekte, ve bu durum maalesef ağırlıklı olarak marjinal gruplardan bir beklenti gafletiyle sonuçlanmaktadır.
Benzer bir husus, demokratik meşruiyeti 16 Nisan referandumu ve 24 Haziran seçim sonuçlarıyla Türk halkı nezdinde onaylanmış olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne yönelik kategorik karşıtlıkta da fark edilmektedir. Bunun nedeni ise AP'nin Türkiye'nin uzun yıllardır sürdürdüğü sistem dönüşümüne ilişkin arayış ve mücadeleyi layıkıyla kavrayamamasıyla ilgilidir. Türk siyaset geleneğini ve yeni sistemin Türk siyasi dinamikleriyle uyumlu olması, örneğin küçük partilerin dahi ittifaklar vasıtasıyla sisteme entegre olabilmesi veya sol partilerin dahi doğrudan halkoyu ile iktidar olasılığının artması, AP'nin dar perspektifi sebebiyle göz ardı edilmektedir. Yine benzer bir gerçeklikten kopukluk, AP'nin Türkiye'nin 15 Temmuz darbe girişimine yönelik sivil direncini tam anlamıyla idrak edememe ve sonrasındaki arındırma sürecinin hassasiyetlerini de okuyamamasında aranmalıdır.
Son olarak AP tarafından tavsiye kararına, "tarihî ve dini yapıt" şeklinde tanımlanan Ayasofya Müzesi'nin "görüntüsünün değiştirilip camiye dönüştürülmesine karşı olunduğuna" dair bir cümlenin de eklenmesi, esasen raporun genel olarak yanlı muhtevasına da uygunluk teşkil etmektedir. Doğal olarak Türk devletinin ve vatandaşlarının yasa ve kararlarına bırakılması gereken böylesine hassas bir hususa dahi bir AP tavsiye kararında yer verilmesi, maalesef zaten –ana muhalefet çevrelerinde dahi– kabul görmeyen bu kararı daha da gayri ciddi bir zemine yaklaştırmıştır. Sonuç itibarıyla Türkiye'nin yapıcı beklentilerinin aksine, yanlı değerlendirme ve yönlendirmelerin de neticesinde rasyonel olmayan, popülizme hizmet eden ve AB kurumlarına da fayda sağlamayacağı bir karara imza atılmıştır.
[Sabah, 16 Mart 2019].