Rusya ile Batı arasında tırmanmakta olan kriz Ukrayna coğrafyası üzerinde genişlemekte ve derinleşmektedir. Rusya'nın talep ve istekleri sadece Ukrayna ile sınırlı değildir. Rusya bu krizde çok net ve açık bir biçimde Ukrayna meselesinin ötesinde talepleri olduğunu dile getirmiş ve bu talepleri artan bir biçimde müzakere masasına getirmektedir. Rusya bu vesile ile Belarus, Moldova/Transdinyester ve Kırım'daki askeri varlığını tahkim etmekte ve çevre coğrafya üzerindeki baskıyı artırmaktadır. Rusya bir yandan da daha önce işgal ve ilhak etmiş olduğu Kırım ve askeri denetimi altındaki Donbas bölgesindeki askeri pozisyonunu da güçlendirmektedir. Bu tahkimatın etkileri Baltık cumhuriyetleri ve Doğu Avrupa'da çok daha yakından hissedilmektedir.
AB üyesi ülkelerden Polonya, Bulgaristan ve Romanya da Rusya'nın askeri hamlelerinden tehdit hissetmektedirler. Öte yandan Rusya'nın askeri seferberliği İsveç ve Finlandiya gibi ülkeleri de NATO'ya yaklaştırmaktadır. Rusya'nın askeri hamleleri karşı tarafta bir konsolidasyon sağlamaktadır. ABD ise Rusya ile üst düzey müzakereleri yürütürken halen Avrupa güvenliği açısından belirleyici aktör olduğunu teyit ettirmektedir.
Bu mesele doğru bir şekilde analiz edilip gerekçeleri iyi bir şekilde anlaşılamazsa krizin varabileceği boyutlar tam olarak öngörülemeyebilir. Rusya'nın temel hedefi Batı ile büyük pazarlığa oturmak ve Soğuk Savaş sonrası dönemde kaybetmiş olduğu jeopolitik alanda etkinliğini yeniden kabul ettirmektir. Özü itibari ile revizyonist bir hamle olarak okunabilecek bir çaba, Rusya açısından savunmacı bir kaygı ile ortaya çıkan bir tavır olarak da okunabilir. Rusya'nın hedefi bir yandan Batı'nın kendi yakın coğrafyasındaki genişlemesini durdurmak diğer yandan kendi etkinlik alanını bu bölgede genişletmektir. Batının genişlemesine hem NATO hem AB hem de diğer Batılı kurumlar dahildir.
Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik askeri hamlelerini kolaylaştıran en önemli husus, Batılı aktörlerin kendi aralarındaki fikir ve çıkar ayrılıkları ve ortak tehdit algılarının zayıflamış olmasıdır. Özellikle salgın sonrası dönemde çok daha dağınık, iç çekişmeler ile meşgul ve içe odaklı bir Batı kurgusu ile karşı karşıyayız. Taraflar arasındaki çıkar çatışmaları ve fikir ayrılıkları giderek artmaktadır. ABD'nin Trump dönemindeki ABD'yi önceleyen ve Amerikan çıkarlarına odaklanan yaklaşımı Transatlantik ilişkilerde kopukluklara neden olmuştur. Ortaya çıkan güven bunalımı henüz aşılabilmiş değildir. Trump sonrası dönemde Avrupa'da stratejik otonomi tartışmaları hız kazanmıştır. Avrupa ülkeleri kendi aralarında farklı kümelerde odaklarını farklılaştırdılar. Bütün bu dağınıklık ve fikir ayrılıkları Rusya'nın iştahını kabartan önemli hususların başında gelmektedir.
ABD ile Fransa arasında AUKUS anlaşmasından sonra ortaya çıkan gerilim ve rekabet henüz tam anlamı ile yatıştırılabilmiş değil. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un bu nedenle ABD Başkanı Joe Biden hakkında olumlu hisler beslemediği bir sır değil. Fransa ile Britanya arasında benzer bağlamda başta göç ve balıkçılık olmak üzere birçok alanda gerilimler söz konusu. Bu gerilimler iki ülke arasında güvenlik sorunları oluşturmamakta; ancak iki ülkenin dış politika ve güvenlik alanlarında dayanışmalarını zorlaştırmaktadır. Bu gerilimler ve fikir ayrılıkları Avrupa güvenliği açısından bazı kırılganlıkları beraberinde getirmiştir.
Fransa'nın özellikle Brexit sonrasında AB dış politika ve güvenlik politikalarında artan ağırlığı söz konusudur. Almanya'da ise Olaf Scholz hükümeti hem yeni ve dosyalara hakim değil hem de Rusya'ya enerji konusunda oldukça bağımlıdır. Scholz şansölyeliğindeki koalisyon hükümetinin iç dinamikleri ve güç dengeleri henüz oturmuş değildir. Almanya, Kuzey Akımı 2 projesi nedeni ile de Rusya ile ilişkilerinde eleştirilen bir aktör konumundadır. Almanya'nın da Ukrayna'da bir krizin tırmanmasını istemediği bir gerçek, zira krizin tırmanması durumunda bu gelişmeden olumsuz etkilenecek aktörlerin başında Almanya gelmektedir. Rusya ile hem enerji alanında hem de sanayi ve ticaret alanlarında derin bir ilişkisi olan Alman ekonomisi derin bir sarsıntı geçirebilir. Almanya, savunma kapasitesi ve alt yapısı açısından da böylesi bir krize hazırlıklı değildir.
Ukrayna Krizi nedeni ile oluşabilecek yeni bir mülteci akını, Almanya'yı istikrarsızlaştırma potansiyeline sahiptir. Bütün bu denklem içerinde Rusya-Ukrayna geriliminden en fazla etkilenme potansiyeline sahip Avrupalı aktör Almanya olmasına karşın Almanya'nın diplomasi sürecinde fazla bir karşılığı olmadığı görülmektedir. NATO üyesi Almanya, Rusya'nın işgal tehdidini yakından hisseden Ukrayna'ya silah satma konusunda bile çekinceli davranmaktadır. Almanya'nın bu yaklaşımı ve kısıtları, Berlin'in itibarını başta Polonya olmak üzere Doğu Avrupa ve Baltıklardaki AB üyesi ülkeleri nezdinde zayıflatmaktadır. Bütün bu kısıtlar göz önünde bulundurulduğunda Almanya'nın dış politika ve güvenlik alanlarında hak ettiğinden daha etkisiz ve kırılgan bir durumda olduğu görülmektedir.
Almanya, Avrupa'nın stratejik otonomisi planlarına dair daha çekimser ve çekincelidir. NATO çerçevesinde hareket etmenin yakın vadede Almanya açısından daha güçlü bir savunma çerçevesi oluşturacağına dair bir kanı hakim olsa da ABD'de Trump veya Trump benzeri bir liderin yeniden seçilmesi muhtemel senaryosu Berlin'de kabus şeklinde algılanacaktır. Böylesi bir gelişme Avrupa'daki stratejik otonomi tartışmalarına ve bu doğrultudaki somut adımlara ivme kazandıracaktır.
Ukrayna krizinin artan askeri tahkimatla ve seferberlikle tırmanması, Rusya ile Batı arasındaki gerilimi de artırmaktadır. Bu gerilim ABD'nin Avrupa güvenliği konusundaki merkezi rolünü tahkim etmektedir. Britanya, ABD ile eşgüdüm halinde hareket ederek özellikle askeri alanda aktif bir diplomasi yürütmektedir. Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve özellikle Fransa ve Almanya, mevcut krizde çok daha dağınık bir tavır göstermektedirler. Krizin kaybedeni Fransa, Almanya ve Avrupa'nın stratejik otonomi tartışmaları olmuştur. Devam etmekte olan gerilim hem Rusya hem de ABD'nin Avrupa'daki konumlarını güçlendirmektedir. Ukrayna krizi ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın mevcut gerilim ABD'nin Avrupa güvenliği açısından belirleyici rolünü yeniden ön plana çıkarmıştır. Avrupalı aktörlerin bu durumdan dayanışarak mı ayrışarak mı çıkacağını zaman gösterecektir.
[Sabah, 22 Ocak 2022].