SETA > Yorum |
Cenevre-2 İnsanlık Vicdanı Bir Daha Sınanıyor

Cenevre-2: İnsanlık Vicdanı Bir Daha Sınanıyor

Cenevre 2'de uzun dönemli ucu açık bir takvimin belirlenmesi muhalefetin bölünmüşlüğünü artıracak ve El-Kaide ve türevlerinin faaliyetlerini artırmasına yol açacaktır.

Bu analiz yazıldığında, Cenevre-2 Konferansı İsviçre’nin Montreux kentinde ilk günkü toplantısını tamamlamış, ancak Cuma günü yapılacak toplantı başlamamıştı. İlk günkü toplantıda taraflar kendi pozisyonlarını ortaya koyan açıklamalar yapmışlar, “aktif müzakereler” ise Cuma gününe bırakılmıştı. Her ne kadar ilk gün Esad yönetimini temsil eden heyetin başındaki Dışişleri Bakanlı Velid Muallim’in konuşması umut kırıcı olsa da, elde edilen en önemli netice tarafların ve pozisyonlarının netleşmiş olmasıdır. Suriye rejim tarafı ve Suriye Ulusal Koalisyonu bu anlamda ilk defa aynı masa etrafında bir araya gelmiştir. Bu olumlu gelişmeyle birlikte, Cenevre-2 Konferansına çok uzun süre hazırlanılmasına rağmen uluslararası çevreler, çıkacak sonuçla ilgili daha konferans toplanırken bile iyimser bir beklenti içine girememişlerdir.  

Bunun iki önemli nedeni bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Suriye’de krizin başlamasının ardından farklı dönemlerde, çözüme yönelik bölgesel ve uluslararası birçok girişimin başlatılmasına rağmen kalıcı bir çözümün üretilememesidir. Kalıcı bir çözümün sağlanamamasında esas sorumluluk Esad yönetiminin verdiği sözü her defasında tutmaması ve zaman kazanmaya dönük manevralarıdır. Bununla birlikte, uluslararası aktörlerin farklılaşan ajandaları da bu girişimlerin başarısızlığında diğer önemli etkendir. Suriye’de halk hareketinin başlamasının hemen ardından, “Arap Birliği Barış Planı” olarak isimlendirilen girişim devreye sokulmuş ve Beşar Esad’tan görevini yardımcısına devretmesi ve muhalefetle görüşerek, “Ulusal Birlik Hükümeti”ni iki aylık süre içinde kurması istenmişti. Ancak Esad yönetimi planda istenen hususlardan bazılarına olumlu bakabileceğini belirtirken, “yeni bir hükümetin kurulması”na şiddetle karşı çıkmış ve plandan bir sonuç alınamamıştı. Ardından sorun yeni bir umutla BM’ye taşınmış, Şubat 2012’den itibaren BM, Arap Birliği ile ortaklaşa Kofi Annan’ı özel temsilci olarak görevlendirmiş ve Annan, 6 maddeden oluşan barış planını kısa sürede taraflara sunmuştu. 

Annan planının içeriğine bakıldığında planda, ateşkesin sağlanarak taraflar arasında müzakerelerin başlatılması öncelikli hedefti. Müzakerelerin nihai hedefi ise bir “geçiş hükümeti”nin kurulmasıydı. Esad’ın bu planı kabul etmesi için BM nezdinde uygulanacak yaptırım ve baskıya Rusya ve Çin’in muhalefet ederek veto kartını devreye sokması, söz konusu planı sonuçsuz bırakmıştı. Bu girişimlere paralel olarak devreye sokulan ve birçok toplantısına yüzden fazla ülkenin temsilcisinin katıldığı “Suriye’nin Dostları” toplantıları da Esad yönetiminin sonunu getirecek bir çözüme ulaşamadı. Dolayısıyla sonradan Cenevre süreci olarak adlandırılan ve BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin katılımıyla 30 Haziran 2012’de başlatılan süreç de bugüne kadar Esad yönetimine zaman kazandırmaktan ve binlerce insanın ölümüne yol açmaktan başka bir işe yaramadı. Bu bağlamda, Cenevre-2’nin sonucunda ortaya çıkacak yol haritasında, daha önceki zamana yayılmış süreçlere benzer bir politika izlenmemesi gerekir.

SURİYE’NİN GELECEĞİ...

Cenevre-2’nin sonucuna yönelik iyimserliği azaltan ikinci önemli bir neden, konferansın hemen öncesinde ve ilk gün toplantı sırasında uluslararası aktörlerin ve tarafların çok dağınık bir görüntü vermesidir. Uzun dönemli bir hazırlığa rağmen, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun’un üzerinde bir konsensüs oluşturulmadan İran’ı önce toplantıya davet etmesi ardın da davetini geri çekmesi önemli krizlerden biridir. Tahran yönetiminin Cenevre-2’ye katılmasına yönelik Suriye Ulusal Koalisyonu en baştan itibaren olumsuz bakıyordu. İran’ın konferansa katılması için bazı taraflar Cenevre-1’in sonuçlarını kabul etmesini ve Suriye’de rejim saflarında savaşan birliklerini çekmesini ön şart olarak ileri sürüyorlardı. Tahran yönetiminin, toplantıya ancak ön koşulsuz olarak katılacağını açıklamasının ardından, baştan beri İran’ın katılmasına soğuk bakan Suriye Ulusal Koalisyonu davetin geri çekilmemesi durumunda toplantıya katılmayacağını ilan etti. İran, davetin geri çekilmesini konferansın bir sonuç üretemeyeceğinin bir göstergesi olarak yorumlarken; Rusya ise, bu durumun bir eksilik olarak görülmekle birlikte doğrudan sonucu etkilemeyeceği düşüncesindedir.

Konferans öncesinde diğer önemli bir kriz Suriye muhalefeti arasında yaşanmıştır. Cenevre-2’nin Mayıs 2013 tarihinden itibaren sürekli ertelenmesinin önemli nedenlerinden birisi Suriye muhalefetinin dağınıklığı ve rejime alternatif oluşturabilecek bir güce ve yapıya ulaşamamasıydı. Toplantıya bir gün kala çatı örgütü olan Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu’ndan, Suriye Ulusal Konseyi’nin ayrılması ve Cenevre-2’ye katılmayacağını ilan etmesi konferansın geleceği açısından önemli bir eksiklikti. Diğer taraftan Suriye’nin kuzeyinde Kürt gruplar arasında önemli bir desteğe sahip olan Demokratik Birlik Partisi (PYD), özellikle kimyasal silah saldırılarının ardından muhalefetle arasına mesafe koyarak rejime  yaklaştığı için Cenevre-2’ye davet edilmemişti. Bunun sonucunda da PYD konferansın hemen öncesinde, taraflara bir mesaj olarak “Rojova” bölgesinde özerklik ilan etti. 

Cenevre-2 konferansının sonucunu etkileyebilecek en önemli gelişme ise, konferanstan iki gün önce Esad rejiminin vahşetini ortaya çıkaran “Suriye’de Savaş Suçları” raporunun yayınlanmasıdır. 11 bin mahkuma ait 55 bin fotoğrafın dünyanın en önemli “savaş suçları” hukukçuları ve adli tıp uzmanlarının raporuyla ortaya çıkması, Esad yönetiminin “insanlığa karşı işlenmiş suçlar” ve “savaş suçları” davalarından yargılanma ihtimalini gündeme getirmiştir. Çünkü rapordan çıkan sonuç, komisyonun tüm bulgularının “savaş suçu” için kurulacak “uluslararası mahkemeler” tarafından kabul edilebilir “açık deliller” olmasıydı. Dolayısıyla, Esad her ne kadar bundan önce buna benzer bir çok kez aynı suçları işlese de, suç delili fotoğrafların bu kadar açıklıkla yayınlanması ve işlenen suçların “sistematik öldürme” olduğunun belgelenmesi, Esad rejimi ve müttefikleri üzerinde bir baskı oluşturacaktır. 

GEÇİŞ HÜKÜMETİ SENARYOLARI

Ayrıca bu rapor, tarafların Esad’ın da içinde olacağı bir geçiş hükümetinin kurulması yönündeki taleplerini bundan sonra zorlaştıracaktır. Dolayısıyla Esad’ın meşruiyetini kaybettiğine yönelik cephe genişleyecektir. Rusya ve ABD’nin anlaşmasının ardından Suriye’deki kimyasal silahların imhasına yönelik sürecin başlamasıyla birlikte, Esad yönetimi görece rahatlamıştı. Hatta bu yıl içinde yapılacak seçimlerde Cumhurbaşkanlığı için yeniden aday olduğunu bile şimdiden açıklamıştı. Bunun sonucunda da, rejim son aylarda dünya kamuoyuna El-Kaide örgütünün Suriye’deki faaliyetleri üzerinden kendi konumunu meşrulaştırmaya çalışmakta ve rejimde yapılacak bir değişimin ardından bölgenin bu örgütlerin eline geçeceği korkusunu yaymaktaydı. Hatta, bilinçli olarak doğrudan El-Kaide ve türevlerine yönelik bir saldırı gerçekleştirmeyerek, bu örgütlerin varlığına göz yummaktaydı. Bu anlamda raporla ortaya çıkan görüntüler, rejimin muhalefete yönelik suçlamalarını anlamsızlaştıracaktır.

Çarşamba günü yapılan toplantıdan sonra netleşen pozisyonlara bakıldığında tarafların farklılaştığı en önemli konu Beşar Esad’ın geleceğine ilişkin derin anlaşmazlıklardır. Washington yönetimi, Esad’ın meşruiyetini kaybettiğini ve geçiş hükümetinde Esad’ın bulunmaması gerektiği yönünde tavrını sürdürmektedir. Dışişleri Bakanı Kerry’nin İran’ın bu süreçteki rolü ile ilgili, Tahran’ın çözüm sürecinde yapıcı olacağını ve “fark yaratma becerisi” bulunduğunu belirtmesi İran’a bir “açık kapı” bıraktığının bir işaretidir. Rusya ise, geçiş hükümetinde Esad’ın bulunup bulunmayacağına yönelik net bir tutum almaktan kaçınmaktadır. Şam rejiminin, Esad’ın geleceğinin tartışılmasının kırmızı çizgileri olduğunu belirtmesi, müzakerelerin çetin geçeceğinin bir göstergesidir. Muhalefet ise, hükümetin Cenevre-1 sözleşmesini kabul ederek bir an önce yönetimi devretmesini ve Esad’ın İnsanlığa karşı suç işlediğini savunmaktadır. 

Türkiye ise, Cenevre-2 konferansına 6 maddeden oluşan beklentilerini deklare ederek konumunu en net ortaya koyan ülkedir. Bu bağlamda, Cenevre-1 konferansında kabul edilen maddelerin uygulanması, bir an önce Suriye’de yaşanan ölümlerin sonlandırılması, Suriye’de Cenevre anlaşmasının hayata geçmesinin ardından iktidarın değişerek her iki tarafın temsil edildiği tam yürütme yetkisine sahip geçici bir hükümetin kurulması, Suriye rejiminin meşruiyetini kaybettiğinin vurgulanması, Suriye’nin toprak bütünlüğü korunması ve  Suriye’nin geleceğinin demokratik bir yapı üzerinden inşa edilmesi Türkiye’nin netleşen pozisyonudur.

Sonuç olarak, Cenevre-2’nin Suriye sorununa kalıcı çözümü için geçici bir hükümetin kurulması öncelikli şarttır. Bunun yanında tüm süreçlerin açık uçlu olmayan bir takvime bağlanarak, kısa süre içinde ateşkesin tam olarak sağlanması gerekmektedir. Ancak, kısmı ateşkes, insanı yardım gibi konular üzerinden bir sonuç ortaya çıkarılarak uzun dönemli ucu açık takvimin belirlenmesi, Suriye’de kalıcı bir çözümü sağlaması mümkün gözükmemektedir. Böyle bir sonucun ortaya çıkması, rejime zaman kazandırarak, muhalefeti gittikçe güçsüzleştirecek ve muhalefetin kendi arasındaki bölünmüşlüğünü artıracaktır. Böyle bir sonuç aynı zamanda El-Kaide ve türevlerinin faaliyetlerini artırmasına yol açacaktır. Böylece Esad rejimi “terörle mücadele” söylemi için uygun ortamı bulmuş olacaktır. En önemlisi de Suriye halkına yönelik katliamlar ve insanlık dışı muameleler artarak devam edecektir.

[Star Açık Görüş, 25 Ocak 2014]